İNSANI GAFLETTEN KORUYAN İKİ ÖNEMLİ İBADET: ZİKİR VE TEFEKKÜR
Abdullah ibni Ömer(ra) anlatıyor: ”Hz. Aişe(ranha)ye, Resulullah(sav)’dan gördüğün şeylerin en şaşırtıcısını bana haber ver.”dedim.Bunun üzerine ağladı,uzun bir müddet ağladı da sonra dedi ki:”Onun her işi şaşırtıcı idi.Bir gün bana geldi,yorganıma girdi,hatta cildini cildime dokundurdu,sonra da buyurdu ki,”Ey Aişe,bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin?”Ben de,”Ey Allah’ın Resulü,ben senin yakınlığını severim,isteklerini de severim,izinlisin.”dedim.Kalktı,odadaki su ibriğine vardı,abdest aldı,suyu çok da dökmedi,sonra namaza durdu,Kur’an okudu ve ağlıyordu.Sonra iki elini kaldırdı yine ağlıyordu.Hatta gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm.Sonra Bilal geldi,kendisine sabah namazını bildiriyordu.Baktı ki ağlıyor,”Ey Allah’ın Resulü,Allah-ü Teala senin geçmiş ve gelecek günahlarını affettiği halde ağlıyor musun?”dedi.”Ey Bilal,şu halde ben şükreden bir kul olmayayım mı? Bundan sonra da buyurdu ki: ”Nasıl ağlamayayım, Allah-ü Teâla bu gece bana şunu indirdi: Göklerin ve yerin yaradılışında… Resulullah(sav) ayet-i kerimeleri okudu, sonra da: ”Vay bunu okuyup da, bu babda düşünmeyene! ”Diğer bir rivayette: ”Bu ayetleri okuduğu halde tefekkür etmeyene yazıklar olsun!”buyurdu.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber(sav)’i ağlatan bu ayet-i kerimeler Al-i İmran suresi 190-191.ayetleridir.
“Muhakkak ki; göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün değişmesinde sağılamayacak nice alametler ve deliller vardır ki(bütün kâinatın O’na mahsus olduğuna ve Allah’ın kâmil kudretine, büyüklük ve azametine delalet ederler. Fakat ayetler herkes ve her akıl için değil) tam ve temiz akıl sahipleri demek olan ulül-elbab içindir.” İşte hak(gerçek)ilimlerin keşif yolları, işbu “ gökler ve yer, gece ve gündüz, yaratma ve değişim, akıl” olaylar ve anlaşılmaları üzerindeki tefekkür(derin ve etraflıca düşünme)dür.
Bu ayet-i kerime Rububiyyetin delilidir. Bunu takip eden ayet-i kerime ise ubudiyetin delilidir. Zira kâinata ve değişimlerine ibret nazarıyla bakan, evham ve hayal şaibelerinden uzak bir akla sahip olan kişiler için bu bakış tefekküre, tefekkür de Allah- Teâla’nın varlığını, tek ve hakiki mâbud olduğunu, kudretini ve sanatını bilmeye tanımaya, yaradılış sırrını anlamaya sebep olur. Rabbini bulan ve tanıyan ise kul olduğunu idrak eder ve kulluğun gereklerini yerine getirmeye çalışır.
“Onlar(o tam ve temiz akıl sahipleri) ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken(yani gerek meşguliyet ve gerekse dinlenme hallerinin hepsinde, her vakit)Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılışı(aklı hayrette bırakan durum ve yaradılış hikmeti hakkında)derin derin düşünürler ve şöyle derler: Ey Rabbimiz, sen bu mahlûku (yani gökler ve yer toplamı olan şu âlemi)batıl, boşu boşuna, hüküm ve hikmetten, fayda ve menfaatten uzak, manasız olarak yaratmadın. Sübhansın ya Rab, seni tenzih ederiz.(sana layık olmayan vasıflardan, fiillerden ve hikmetsiz bir şey yaratmaktan mülkünü, irade ve sanatını batıla yönelmiş olmaktan uzak tanırız) O halde sen bizi(batıl inanç ve amellerin, hikmet gereği sebep oldukları)ateş azabından koru.”
Ayet-i kerimede zikredilen üç hal, insanın bütün hallerini içine alır. Demek ki bu tam akıl sahipleri, her ne halde bulunurlarsa bulunsunlar, kalpleri Allah’ı zikir(anmak)den başka bir şeyle mutmain olma(tam güven )zevkini bulamadığından, Allah’ı zikirden gaflet etmezler, gönülleri ilahi murakabeye(kendi içine dönme)dalmıştır. Burada zikirden maksat genel olarak mutlak zikirdir. Abdullah ibni Mes’ud (r.anh)un açıklamasına göre bu zikirden maksat namazdır ki, güçleri yettikçe ayakta, yoksa oturarak, yoksa yattığı yerde namaz kılanlar demektir. Bu ayet-i kerimede zikir ve tefekkür kulluğun en önemli göstergesi olduğu öğretildiği gibi; Peygamber(s.a.v.) efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde: ”Bir saatlik tefekkür, altmış senelik nafile ibadetten hayırlıdır. ”buyurmuşlardır. Tefekkürün bu kadar üstün olmasının iki sebebi vardır. Birincisi: Tefekkür kulu bizzat Allah-ü Teâlâ’ya ulaştırırken, ibadet Allah’ın sevabına götürür. Allah’a götüren bir şey de, Allah’ın sevabına götüren şeyden daha hayırlıdır. İkincisi: Tefekkürün bir kalp ameli olmasına karşılık, ibadetin uzuvların ameli olmasıdır. Kalp, uzuvlardan daha şerefli olduğuna göre kalbin ameli uzuvların amelinden daha hayırlı olacaktır.
Ayet-i kerimede aynı zamanda akıl sahiplerinin özellikleri verildikten sonra, bir duanın icabete layık ve müstehak olabilmesi için önce zikir ve fikir gibi ubudiyet vazifelerinden ibaret bulunan bir takım vesileleri yapmak gerektiğine dikkat çekmek amacıyla duanın nasıl yapılacağı öğretiliyor.
Ve ayet-i kerimede Allah’ı zikretmenin büyüklüğüne ve şu üç mertebeye işaret ediliyor.
Birinci mertebe: Dil ile yapılan zikir,
İkinci mertebe: Kalple yapılan tefekkür,
Üçüncü mertebe: Ruh ile marifet yani bilmek
Dilin zikri, sahibini kalbi zikre ulaştırır. Ki kalbi zikir, Allah’ın kudretini tefekkürdür. Kalbin zikri de kişiyi ruh makamına götürür. Bu makama ulaşan kişi artık, eşyanın hakikatini öğrenir. Allah’ın yaratmasındaki ilahi hikmetleri müşahede eder. Ve bu müşahededen sonra ”Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın! ”der. Bu durumda mümine yaraşan sürekli dili ile zikretmektir. Ta ki kalbi zikre; oradan da ruhu zikre ulaşsın, kendisi için yakin ve marifet hâsıl olup cehalet karanlığından kurtularak marifet nuru ile pürnur olsun.