Allah Teâlâ Sabûr’dur. O’nun sabrı, en mükemmel olan sabırdır. Çünkü O’nun sabrı; kudretinin, ganî olmasının, rahmetinin ve ihsanının kemâlindendir. O, âsilerden öç almakta acele etmez, kendilerine mühlet verir.
Sabır ismi, Allah’a izâfe edildiğinde, O’nun, kendilerine isyan edenleri cezalandırmada aceleci davranmadığını, bu tür insanlara mühlet verdiğini, kullarının bin bir türlü edep ve saygı dışı davranışlarını görüp durduğu, onları bir anda cezalandırmaya kudreti bulunduğu halde, bunu erteleyişi ifade eder.
Bu isim kula izâfe edildiğinde ise Allah’ın emirlerini yerine getirmek, aklın ve dinin hoş görmediği ve nefsin meşru olmayan istek ve arzularına mukâvemet edebilmek, hayatta elde olmadan başa gelen ve insana büyük elem ve keder veren bela ve musibetlere karşı koyabilmek ve bunların üstesinden gelebilmek için sabırlı olmak ve sabretmeye alışmak lazımdır.
Sabrın gayesi ise, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Allah Teâlâ sabredenlere mükafatını hesapsızca vereceğini müjdelemiş ve onları övmüştür.
Yüce Allah’ın sabır sıfatı, kulların sabrından farklıdır. Zira O’nun sabrı, birçok yönden kulların sabrına benzemez. Bu yönlerden bazıları şunlardır:
- Yüce Allah’ın sabrı, tam bir kudrete sahiptir. Kulların gücü ve kuvveti sınırlıdır. Bu sebeple her dilediklerini yapamazlar.
- Yüce Allah yardım etmekten çekinmez. Kul ise, korkudan dolayı birisine yardım etmede acele eder.
- Sabretme nedeniyle Allah, hiçbir acı ve üzüntü duymaz, hiçbir yönden bir noksanlığı bulunmaz. Ancak sabır, kullara acı, üzüntü ve sıkıntı verir.
Allah ceza vermede acele etmez, bilakis kuluna karşı sabreder, mühlet verir, çözüm bulması için onu düşünmeye sevk eder, ona yumuşak davranır ve imkân tanır. Bu durum, yaratıcı için başka bir şey kalmayıncaya kadar devam eder.
Zira Yüce Allah, kuluna gerekli uyarıları ve nasihati yaptıktan ve kendisine her türlü şekilde dua edebileceğini bildirdikten sonra, daha hâlâ bağışlanması için Rabbine gelmiyor, huzuruna girmiyorsa, o zaman Allah Teâlâ’nın, o kula; ihsanda bulunma, nimet verme, bela ve sıkıntıdan kurtarma gibi durumlarda ona karşı mühlet vermesi, yumuşak ve iyi davranması uygun olmaz. Onu yüce ve güçlü bir şekilde yakalar… İşte bu, tamamen Yüce Allah’ın Halîm olma sıfatının gerektirdiklerindendir.
Kulun sabrı, Allah’ın kendisiyle beraber olmasına göredir. Allah, o kul ile beraber olunca, kul, başkalarının sabredemeyeceği şeylere sabretme imkânı bulur. Bu mevzuda Ebu Aliye şöyle der: Sabredenler, dünya ve ahiret mutluluğunu elde edip, Allah ile beraber olma şerefine nail olmuşlardır.
“Şüphesiz ki Allah, sabredenlerde beraberdir.” (Bakara/153)
buyurulur bu mevzuda. Burada çok ince bir sır vardır. O sır da, her kim Allah’ın sıfatlarından bir sıfata sarılacak olursa, o sıfatın, o kimseyi Allah’a ulaştırmasıdır. İbn Kayyim (ra)’e göre, Allah ile beraber olan sabrın hakikati üç çeşittir. Bu üç çeşit sabır ise şunlardır:
- Takdir edilenlere sabır
- Emredilenlere sabır
- Yasaklananlara sabır
Gazzali (ra)’nin ifadesiyle Sabûr: Allah O’dur ki, acelecilik hissi, zamanı gelmeden önce O’nu bir fiil işlemeye sevk etmez. Bilakis bütün işler için belli bir zaman tayin ve takdir eder, zamanı gelince de onları icra eder. Ne bir tembelin yaptığı gibi zamanından sonraya bırakır, ne de bir aceleci gibi vakti gelmeden harekete geçer. Her şeyi nasıl olması gerekiyorsa ve nasıl daha münasipse öylece yapar. Bütün bunları yaparken de O, hür bir iradeye sahiptir. İradesini herhangi bir şey zorlayamaz ve ona halel getiremez. Sabır denen ahlak, Allah (cc) hakkında böyledir.
Kulun sabrına gelince, o meşakkatlerden ve sıkıntılardan hâlî değildir. Çünkü insanda, her biri bir yana çeken zıt kuvvetler mevcuttur. Akıl ile din, kişiyi daima hakka ve doğruya sevk eder. Buna karşılık, kendisinde var olan hevâî ve nefsani duyularda onun, hakkın ve doğrunun zıddı olan bir istikamete sürüklemek isteyecektir. İşte insan, bu iki zıt davetçi arasında kalınca ona düşen, akıl ile dinin çektiği tarafa, hak ve doğruluk tarafına yönelmektir. Ve tabii, diğer kuvvetlerin çektiği tarafa gitmemesi, onların arzularını geri atması ve bunun vereceği sıkıntılara da tahammül etmesi gerekir. İşte bunu yaptığı takdirde o, Sabûr ismini alır.
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla (Allah’tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah’(ın yardımı) sabredenlerle beraberdir.” Bakara / 153.
Allah’ın emirlerine karşı sabır. Günahlardan sakınmak için sabır. Hakk’a karşı gelenlerle mücahede için sabır. Her türlü hilekarlığa karşı sabır. Zaferin gecikmesine karşı sabır. Batılın çığırtkanlığına ve yayılışına karşı sabır. Yardımcıların azlığına karşı sabır. İnsanların inatçılığına karşı ve sapıklığa meyline karşı sabır.
Eğer meydanda tayin edilmiş müddet, iyi hazırlanmış yol azığı yoksa zaman uzayıp zorluklar artınca sabır azalır veya tükenir. Bunun için Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, sabırla namazı aynı paralelde zikrediyor. Namaz; kurumayan bir kaynak, bitmeyen bir hazinedir. Kalbi sükûnete ulaştırır ve azmi artırır. Sabır ipi yalnız namazla uzar ve namazla birlikte olduğu müddetçe kopmaz. Namaz, sabra, rızaullahı, tatlı ve güler yüzü, iç huzurunu, güveni ve yakîni ekler.
Rivayete göre, Resulullah(sav)’e bir iş ağır gelince, ya da ansızın bir durum ortaya çıkınca, hemen namaza başlar ve bu ayeti (Bakara/153) okurdu. Ayette görüldüğü gibi, özellikle sabır ve namazdan söz edilmiştir. Çünkü sabır, bâtınî amellerden bedene en ağır gelenidir. Namaz ise, zâhirî amellerden bedene en ağır gelenidir.
Sabır nefsi tutarak, Allah’ın razı olmadığı şeyleri yapmamaktır. Sabır derece derecedir. Önce “tasabbur” gelir. Bu, sabretmeye kendisini zorlamak demektir. Sonra “müsabere” gelir. Bu da, nefsi sabırdan alıkoyan şeye karşı koymayı ifade eder. Bundan sonra ise, sabır sonucu elde ettiğin şeye devam etmek manasına gelen “ıstıbar” gelir. Sonra ibret almak, sonra kabullenmek ve en sonunda da sabır gelir. Bu nokta en son olup, olgunluk noktasıdır. Hiçbir zorlama olmadan kişinin yapacağı şeydir. Alışkanlık kazanılmıştır.
Her Müslüman, karşılaştığı zorluklara sabredip sebat göstermeli, çevresine sabırlı olmayı tavsiye etmeli ve sabırda ileri gitmelidir. Mü’min, kendisine eziyet veren ve kötülük yapanlara sabretmeli ve ani tepki vermekten kaçınmalıdır. Bilmelidir ki, Allah sabredenleri sever ve O, daima sabredenlerle beraberdir. Sabreden, nefsinin istek ve arzularına hâkim olan ve onu tepki vermekten alıkoyandır. Sabır niteliği kazanmak için kendisini zorlayan, sabrı ayrılmaz bir niteliği haline getirmiş kimselere sabır ağır gelmez. Öyle ki, başına gelebilecek şeyleri düşünmezler bile.
Yüce Allah, hoşnut olduğu fiilleri de, sabredilecek zorlukları da yaratmıştır. İnsan ve cinlerin günahları, inkârları, şirkleri ve zulümleri, O’nu öfkelendirdiğinde, meleklerin ve mü’min kulların teşbihleri, hamdleri, itaat ve ibadetleri O’nu hoşnut eder, öfkesini dindirir, çok çok dua etmekte fayda vardır. Öfkesinden, rıza ve hoşnutluğuna sığınılan tek varlık O’dur. Mü’min bütün bunların bilincinde olmalı ve hayatını tanzim ederken sabra ve teenniye önem vermelidir.
“Sabr ile mâlûm olur esrâr-ı Hak
Sabr ile bilindi her müşkil sabak.”
Şahver Çelikoğlu’nun Esma’ül Hüsna şerhi kitabından alıntı yapılmıştır.