Mehterin kulaklarda uğuldadığı zamanlarda güzel bir ülke varmış. Adı Bosna. Burada kadınlar sevda şarkıları söylerlermiş. Yaratan ve dostları olan Mevla’ya sevgilerini mırıldanırlarmış gece gündüz. Külçe külçe altınlarla, siyasette kurduğu başarılı otoriteleriyle, Avrupa’nın güller saçılan ve sonuna kadar medeniyetine açılan kapılarıyla müsemma bir imparatorluk olan Osmanlı’nın hüküm sürdüğü günlermiş bu günler. Üstün zaferlerle anılan fetihleri kalplere yönelten sevgi ve anlayış aynı zamanda özgürlük uygarlığı olan Osmanlı bütün topraklarına olduğu gibi bu topraklara da güven ve huzur saçmış. Mahalleler kurmuş erenlerinden müteşekkil. Ve mahalleler şehirlere şehirler ise koskoca bir medeniyete dönüşmüş git gide.
Sonra sevda ninnileri söylemez olmuş kadınlar. Ve sevdikleri yüce Peygamber’e hiddet duyan çapulcular susturmuşlar naatlarını, münacatlarını. Seslerini kesmiş boyunlarını bükmüş bütün insanları Bosna’nın. Yüzyılların yirmi birincisi hiç güzel haberler getirmemiş onlara. Kötü haberler kurşun ağırlığında ve bomba etkisinde düşmüş mimozaları olan evlerin damlarına. Bir yanı ölüm bir yanı ayrılık olan hikâyeler dolaşmaya başlamış dillerde. Dünyanın en tesirli ağrı kesicilerinin bile kesemeyeceği ağrılar yaşanmış çocuklarda, babalarda ve annelerde. Her kurşun Allah diyen bir kalbe isabet etmiş ve her bomba bir camiinin minaresini indirmiş yere. Sonrası ölüm, zulüm, ayrılık…
Dünyanın alzimmer olmuş hatırasında ne kadar az bir yer tutuyor Bosna. Acı fışkıran topraklarına düzenlenen turistik geziler ne kadar kekre bir tat bırakıyor damaklarda. Savaş suçluları savaş mahkemeleri makaralarını sararken hiçbir kaybın çaresi bulunamıyor. Ve ortalamanın altında fiyatlara satılan hiçbir kozmetik güzelleştiremiyor kadınların aynadaki suretlerini. Hiçbir pudra örtemiyor acılarını. Sular kesif karanlıklara doğru bir yol bulup akarken gözyaşlarını da beraberinde götürüyor. Savaşı görerek büyüyen çocuklar her gürültüde elleriyle sakınıyorlar dünyadan. Umutlarını kaybetmişçesine. Güvensizliğin, bir vahşete tanık olmuşluğun ızdırabı genç yaşlı herkesin yüzlerinden okunuyor. Taşlarla örülü sokaklarına kan bulayanları dünya affediyor ama Bosna hala acı içinde kanıyor. Yüzünde savaşın yarasının izi kalmış bir kadın ve kasketi öne eğilmiş bir adam hüzünle geçiyor kurşunlanmış binaların önünden.
Bizler gibi avlusu bizler gibi kapısı Anadolu gibi çiçekli evleri olan Bosna’nın mahalleleri hep o günleri özlüyor. O günler de o evlerde yaşanan mutlulukları sevinçleri düğünleri, cemiyetleri, okunan Kuranı Kerimin müjdeleyici ayetlerini ve sevdalinka şarkılarını özlüyor. Ve kadınlar acılarını örtüp unutturacak mucizeler bekleyerek yaşıyorlar geri kalan hayatlarını. Felaketler zulümler unutulmakla çözümlenmiyor çünkü. Bosna evlerine tekrar huzur gelebilsin diye yirmi yıldır dua ediyorlar. Ve yollarını gözlüyorlar saadetin bir mehter iniltisiyle…
Betül Şatır