“… Ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı bilmediler mi?…”
(Enbiya Sûresi, 30. Âyet)
Şimdi, bir bardak su doldurun kendinize, arkanıza yaslanıp içeceğinizi yudumlarken okuyun bu yazıyı. Ayaküstü hızlıca tükettik belki çoğu zaman onu. Hayatımızın bu kadar içinde olup, kendisine bu kadar bağlıyken bir o kadar görmezden gelebildiğimiz, varlığını en çok yokluğunda hissettiğimiz şeylerden biri su. Belki de artık biraz yavaşlamak gerekiyordur güzellikleri görebilmek için.
Cahit Zarifoğlu, bir şiirinde “suya çağrılmak” diyor. Suya çağrılıyor demek ki insan. Ben de şimdi sizi ona çağırıyorum. Bu akışın içinde kaybolmamak için yavaşlıyoruz, yavaşlıyoruz ve damlaların sesine karışıyor şiirler. Arif Nihat Asya’nın dizeleri ferah bir köy havası getiriyor şehrin yaşlandırdığı ruhumuza:
“Bir gün çık Pınarbaşı’na:
Beyaz köpüklere eğil…
Alnının çizgilerini
Suyla yıka, bulutla sil.”[1]
Sonra Necip Fazıl alıyor eline kalemi ve düşüncelere dalıyor:
“Su kesiksiz hareket, zikir, ahenk, şırıltı;
Akmayan kokar diye esrarlı bir mırıltı.”[2]
Biz de kâinatla beraber zikre katılıyoruz. Damla damla temizleniyor ruhumuz.
“Su bir şekil üstü ruh, kalıplarda gizlenen;
Yerde kire battı mı, bulutta temizlenen…”[3]
İskender Pala, Dört Güzeller adlı kitabında şöyle yazıyor: “Öyle aziz ki, her şeyin sudan yaratıldığı bildirilmiş ama suyun neden yaratıldığı bildirilmemiş. Tıpkı ruh gibi, o da gizli bir hazinenin içinden çıkar.”
Yine Necip Fazıl’ın dizeleri geliyor aklımıza:
“Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.”[4]
“Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
Onu madeni gökte altınlar gibi sarfet!”[5]
“…Sonsuzluğun mezartaşları/ Çeşmeler…”[6] diyor Sezai Karakoç. Ve şairle çeşme arasında bağ kuruyor:
“Kendisine benzediğini
Bilirdi şair bir çeşmenin
Onun doğumunu kutlardı
Böylece şiirlerle
Bilirlerdi çeşmelerin de
Kendileri gibi
Toplumun ortasında
Çağıldayıp durduğunu şairler
O insanların susuzluğunu giderir
Arıtır ellerini ayaklarını
Şair de giderir ruh susayışını
Yıkar çirkefe batmış insan ruhunu
Ama ikisinin de alınyazısı en son
Unutulmak terkedilmek
Sırrolmak
Ait sayılmak eski uygarlıklara”[7]
Çeşmelerden akmaz olunca su, yağmur duasına çıkalım. İman ederek gidelim duaya, şemsiyelerimizi ve şiirlerimizi alarak:
“Bu yağmur, bu yağmur, bu kıldan ince,
Nefesten yumuşak, yağan bu yağmur.
Bu yağmur, bu yağmur, bir gün dinince,
Aynalar yüzümü tanımaz olur.”[8]
Her şair suya dokunmuş en az bir dizesinde. Onu kendinden görmüş. Suyla hemhâl olmuş bazısı da gözyaşlarıyla Rehayi gibi:
“Hemen ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim kim suda bittim, suda yittim ben”
Şöyle demek: “Dünyaya ağlayarak geldim ve ağlayarak gidiyorum. Sanki bir nilüfer çiçeğiyim de suda bittim, suda yok olacağım.”[9]
Sanatkârlar suyu öyle işlemiş ki bazen ebrû olmuş renklenmiş, bazen de ebrû bahane olmuş güzel söz söylemeye:
“Resm eylemişiz gözde hayâl-i hat u hâlin
Âb üstüne nakş urucu nakkâşlarız biz”
Tacizade Cafer[10]
Suyun bir başka hali olan deniz, sonsuzluk algımıza hitap ediyor belli ki. Şöyle bir bakınca uçsuz bucaksız manzarasına, kendimizi ferahlamış hissediyoruz. Ve hayâl ediyoruz yaşayabilmek için. Şairin de dediği gibi:
“Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!…
İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.”[11]
Karşımıza binbir yüzle çıkıyor su, binbir renkle. Belki renk olarak gördüklerimiz birer aynadır. Su fıtratımızın bir yansıması da olabilir. Damlalar döküldükçe bölünüyor, sıçrıyor etrafa binbir parça olarak. Çoğaldıkça çoğalıyor tefsirler İskender Pala’nın da dediği gibi:
“Ne kadar az şey biliyoruz su hakkında!.. Hani şairin (Hayalî) dediği balıklar gibi:
Cihan-ara cihan içindedir arayı bilmezler
O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler
“Cihanı süsleyen (yaratıcı) cihan içinde (gizli)dir, ama kullar onu aramayı bilmezler (veya kullar onun neliğini niceliğini bilmezler). Tıpkı denizlerde yaşayıp da denizin ne olduğunu bilmeyen balıklar gibi.”[12]
Balık olup da deryayı bilmemek ne üzücü!
Su, bir yerde rahmetin ve imanın göstergesi Zemzem, diğer yerde Talut ve ordusunun imtihanı[13]. Bazen abdestin maddeyi ve manayı temizleyişinde karşılaşıyoruz onunla, fazlasıyla özel ve kişisel. Bazen de denizin bir araya getirdiği damlalar oluyoruz İskender Pala’nın söylediği gibi: “ Nerde bir su varsa denize işaret eder, nerde bir damla varsa ummana koşar. Küçüklüğünü büyükte tamamlamaya, kesretinden kurtulup vahdete ermeye.[14]”
Biz iyisi mi Yunus’a kulak verelim, rahmet deryasından kırbamıza yüce bir söz kalsın:
“Taştı rahmet deryâsı
Gark oldu cümle âsî
Dört kitâbın ma’nâsı
Lâilâhe illallah”[15]
Zehra Binark
[1] Arif Nihat Asya, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Pınarbaşı.
[2] Necip Fazıl, Çile, Su 4
[3] Necip Fazıl, Çile, Su 6
[4] Necip Fazıl, Çile, Su 2
[5] Necip Fazıl, Çile, Su 8
[6] Sezai Karakoç, Ayinler/Çeşmeler Şiirler VI, Çeşmeler II.
[7] Sezai Karakoç, Ayinler/Çeşmeler Şiirler VI, Çeşmeler II.
[8] Necip Fazıl, Çile, Bu Yağmur.
[9] İskender Pala, Dört Güzeller.
[10] İskender Pala, Dört Güzeller.
[11] Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, Deniz Türküsü.
[12] İskender Pala, Dört Güzeller.
[13] Bakara Suresi, 249. Âyet
[14] İskender Pala, Dört Güzeller.
[15] Mustafa Demirci, Seçilmiş Tasavvufi Şiirler.