Uzm. Psk. Fethiye Zalım Başbekleyen –
Çocuk için konforlu hayat sunma, ebeveyn tarafından düzenlenmiş izole bir ortamı çocuğa veren bir davranış biçimidir. Ebeveyn çocuğun konforu için dış dünyayı dizayn eder. Bu davranış biçimi ile çocuğun büyümesi, gelişmesi, dayanıklı olması engellenir. Zorluklara maruz kalarak baş edebilmeyi öğrenemez. Direnç gösterebilmesi için ihtiyacı olan yaşına uygun zorluklarla karşılaşmasına engel olur.
Çocuklar hayatlarının ilk evresinde yani ilk 6 ayında, her konuda ebeveynlerine ya da bakım verenlerine bağlıdırlar. Bakımda süreklilik olmadığında çocuğun büyümesi ve hayatta kalabilme becerileri tehlikeye girer. Örneğin, bir bebek üşürse kendini ısıtamaz ya da acıkınca kendini doyuramaz. Bebeklerin, ihtiyaçları ile ilgili ağlamalarının dokunaklı olmasının sebebi budur. Bu ağlamalar, ebeveynlerine karşı olan kuvvetli bağlılığın bir sonucudur. Bebekler, eğer bakım sağlanamazsa ölebilecekleri mesajını verirler. Anne zamanla içgüdüsel olarak bebeğin ihtiyaçlarını anlamayı öğrenir. Bebek travmalarının azlığının sebebi budur. Bu dönemde ihtiyacın hemen karşılanması, bebeğin ebeveyn tarafından korunması ve konforlu bir alanın sunulması olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bu davranış biçimi, bebeğin dış dünyayı güvenli olarak algılamasını ve güvende olduğuna dair bir his oluşturmasını sağlar.
Bebek ilk 6 ayını geride bıraktıktan sonra, 9. ayında kendi ihtiyaçlarını gidermek için fiziksel alana ve bu alanda desteklenmeye ihtiyaç duyar. Örneğin, bebek kucakta iken anneyi itecek, elindeki nesneyi atacak ve kendi gücünü keşfetmeye başlayacaktır. Bu evrede, ebeveynin bebeği güvende tutarak onun ihtiyaçlarına yönelik isteklerini gerçekleştirmesine izin vermesi önemlidir.
Bu aşamada ebeveynlerin düşmesi muhtemel handikap, çocuklarını korumak ile yetkinlik duygularına izin vermek arasında yaşayacağı ikilemdir. Çocuklar, gelişmeleri ve büyümelerinin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için kendilerine ait “özerk” alana ihtiyaç duyarlar. Her çocuğun kendi yaşına uygun zorluklarla karşı karşıya kalmayı deneyimlemesine ve o zorluklarla mücadele edebilme yetisini kazanıp kendi gücüyle oradan çıkabileceğini görmesine ihtiyacı vardır.
Kelebeğin uçabilmesi için kozanın içinde kanatlarını güçlendiren hareketlere ihtiyaç duyduğu gibi çocukların da güçlenip kendi ayakları üzerinde durabilmesi, dış dünyada deneyim kazanabilmesi için onlara alan tanıyan ve deneyimlemelerine izin veren yetişkinlere ihtiyaçları vardır.
1-2 yaş evresi, çocukların yürümeye başlamasıyla birlikte merak ve keşfin başladığı bir dönem olarak kabul edilmelidir. Keşfin ilk başladığı yer çocuğun yaşam alanı yani evidir. Ebeveyn bu süreçte evi elinden geldiğince güvenli bir ortama çevirmeye çalışır.
Çocuklar keşfederken, meraklarını giderirken zaman zaman yara alabilirler. Deneyimleyerek öğrendikleri bu doğal akışta, çocuklar paylarına düşeni alırlar ve zorluklarla başa çıkmaya başlarlar. Bu başlangıç bireyselleşmenin temellerinin atıldığı yerdir. Konforlu bir alanda büyüyen çocuk, düştüğü zaman ebeveyni tarafından sıkıca sarıldığında ve dikkati dağıtıldığında acıyla baş etme mekanizmasının kendi kapasitesi olmadığı anlamını çıkarabilir. Bunun sonucunda, ebeveynin olmadığı yerde düşmekten, yaralanmaktan korkar.
Bu noktada ebeveynin üstüne düşen önemli rol ise çocuğun yaşadığı yeni zorlu olayı anlamlandıracak kadar destek vermek ancak sımsıkı sarılmaktan kaçınarak fiziksel kısıtlamaya yol açmamaktır.
Ezici bir ilgi çocuğun enerjisini deşarj etmesini engelleyebilir veya kendi yapabileceklerini fark etmesinin önüne geçebilir. Bu durum, çocuğun stresle başa çıkarken özerklik duygusunu ve kendi güvenini zedeler. Sürekli olarak hayatı kolaylaştırılan, eksik bırakılmayan yani sürekli tamamlanmaya çalışılan çocuk; karşılaştığı deneyimde kendi gücünü fark edemez ve bir başkasına bağımlı olarak büyür.
Örneğin bir nesneye uzandığı zaman annesi tarafından o nesne ona verildiğinde “ben yapamam, yapmak için bir yetişkine ihtiyacım var.” bilişinin oluşmasına yol açar.
3-4 yaş, çocukların genellikle inatçı olarak algılandığı yaşlardır. Bunun nedeni çocukların karşılaştıkları engellerin üstesinden gelerek güç kavramını öğreniyor olmalarıdır. Bu yaş çocukları kaçınılmaz bir şekilde düştüklerinde, kendilerini bacakları kaybolmuş gibi hissederler. Sarsıldıklarında kendilik algılarını geçici olarak kaybederler. Bu noktada, ebeveyn aşırı koruyucu ise çocuk iki katı yaralanır. Önce fiziksel yaralanır, ikinci olarak da kendi güçsüzlüğü ve utanç duygusu nedeniyle yaralanır.
Çocuğun düşmemesi için deneyimlerini kısıtlamak, düşersin gibi komutlarla ona izin vermemek düştüğü zaman ebeveynin korkusunu ve paniğini iletecek ve çocukta düşmenin tehlikeli ve kaçınılması gereken bir durum olduğu bilişinin gelişmesini sağlayacaktır. Buna benzer olarak “Sana düşeceğini söylemiştim!” gibi ifadeler de çocuğun utanmasına yol açacak ve suçluluk duygusuna sebep olacaktır. Bu durumda ileriki yaşlarda yapacağı seçimler için başkasından onay alma arayışına giren, uyarılarda kendini suçlu hisseden bireyler olarak karşımıza çıkma ihtimallerine neden olacaktır.
Burada önemli olan şudur ki: Çocuklar düşecekler, yaralanacaklar, eksik kalacaklar ve her istedikleri olmayacak ve bunlara dayanmayı öğrenecekler. İsteklerinin karşılanmadığı durumlara dayanabildiklerini fark etmek, düştüklerinde acının zamanla geçtiğini görmek, onları özerkleştiren ve kendi güvenlerini pekiştiren bir durumdur.
4-6 yaş döneminde çocukların kendi cinsel kimliğini edinebilmesi esastır. Bunun için çocuğun hemcinsi olan ebeveyni ile özdeşim kurması gereklidir ancak karşı cinsteki ebeveyne yakınlaşmada romantik beklentilerinin karşılanmaması esastır. Örnek olarak, anneye çiçek aldığında kızına da çiçek alan bir baba veya babayı farklı odada yatırarak çocuğu ile yatan bir anne; çocuğun otorite ile karşılaşmasını engeller ve oradaki eksiklik hissi ile baş edebileceğini görmeye engel olucu bir davranış biçiminde bulunmuş olur.
Erken çocukluk döneminde kendi alanını filizlendiremeyen çocuk, ergenlikte farklılaşma çabasıyla aşırı uçlara, riskli seçim ve davranışlara yönelebilir veya aşırı korunmuş, kolaylaştırıcı bir ebeveyne sahip çocuk zamanla dünyaya karışmayı göze alamayacak kadar içe kapanabilir. Bu tür ergenler bazen ebeveynlerine yapışırlar bazen de ebeveynlerini reddederler.
Çocuğun yaşına uygun zorluklarla karşı karşıya kalarak kendi kapasitesine ulaşmayı sağlamada, ebeveyn sadece destek olmalıdır. Ebeveynin rolü çocuğu yüreklendirmek, güvenliğini sağlamak, seçenekler sunmak ve yol göstermektir. Ebeveynin sürekli kolaylaştırıcı olması çocuk ile ebeveyn arasındaki ayrışmayı zorlaştırır.
Bununla birlikte ebeveynin, çocuğun her istediğini yaparak onu konforlu bir alanda büyütmeye çalışması, çocuğu pamuklara sararak büyütmeye benzer. Yaşın gereksindirdiği zorlukla karşılaşmayan çocuk “yapabilir” olmaktan uzaklaşır ve sürekli bir yetişkinin kanatları altında olmak ister. Konforlu alan onun uzaklaşamadığı, bırakamadığı yer haline gelir. Uzaklaşma ile bir şey yapamama, aynı hissi oluşturur. Örneğin, çocuk okula başlarken bir görev üstlendiğinde sürekli zorlanır ve zorlandığı bir etkinliği yapmaktan kaçınır. Kaçındığı şeyi yapmaya çalışmak ona çoğu zaman anlamsız gelir.
Buradan çıkan sonuç şudur: Konforlu alan çocukta risk alma ve seçim yapabilme becerilerinin gelişmesinin önüne geçer çünkü çocuk bu alandayken genelde seçimleri başkalarına yaptırır, kendi başına karar veremez. Onun için karar vermek demek, seçemediğini kaybetmek anlamına gelir ve bu risktir. Çünkü her iki seçeneği de ister, kaybetmeye dayanamaz.
Her istediği yapılarak ve alınarak büyütülen çocukların yaşadığı diğer bir durum da istedikleri olmadığında kendilerinin sevilmediğine dair bir his yaşamalarıdır. Onların dünyasında, seven ebeveyn her istediğini yapar.
Konfor alanında, eksik bırakılmayan çocuk her zaman öncelikli olma duygusuna alışmıştır. Öncelikli olmadığı durumlarda kendini değersiz hissetmeye başlar. Mesela okulda öğretmenin bir başkasına söz vermesi, bir başkasını övmesi çocukta yok sayılmakla aynı hisleri oluşturur ve bu hislerle baş edebilmek için öncelikli olmadığı ortamları değersizleştirme stratejisi geliştirir veya bu ortamlardan kaçınır. Sonuç olarak çocuk konfor alanı olan evinden çıkmak istemez.
Çocuklar, doğuştan hem kırılgan hem dirençlidir. İyileşme kapasitesi doğuştan verilen bir kapasitedir. Yetişkin olarak rolümüz, çocukların doğuştan sahip oldukları bu kapasiteye ulaşmalarını sağlamaya yardımcı olmaktır.
Yetişkinin görevi atel veya yara bandı gibidir, vücudu iyileştirmez ama vücut kendini iyileştirirken onu dışardan gelen müdahalelere karşı korur.
Amacımız, çocuğun yaşadığı korkuyu, mahcubiyeti, suçluluk duygularını minimal düzeye indirebilmek olmalıdır, onları beslemek değil. Bunun için de yetişkin önce kendi duygusunu regüle edebilmelidir. Ebeveyn, regülasyonunu engelleyen durumlarda bunun altında yatan nedenlerin, kendi çocukluğundan gelen ihtiyaçların karşılanmaması veya fazla karşılanması ile ilintili olabileceğinin farkındalığını kazanmalıdır.
Hayatın gelişim evrelerinde çocukların her gelişim aşamasında neleri gerçekleştirebileceğini bilen ve bu aşamadaki ihtiyaçları karşılayan yetişkinlere ihtiyaçları vardır. Zira kendi çocukluğunda yeterince desteklenmemiş ve ihmal edilmiş yetişkin, eksikliğini hissettiği bu duygunun telafisi için olsa gerek, fazla şekilde verici olan ya da deneyime izin vermeyen, varlık içinde tutan, eksikliği yaşatmayan ebeveyn haline dönüşür.