Çok seven ve çok sevilen.
El-Vedûd, katıksız sevgi anlamına gelen Vüdd kelimesinden türemiştir. Vedûd, hem seven hem sevilen demektir. Allahu Teâlâ, peygamberlerini, meleklerini ve mümin kullarını sever, onlar tarafından da sevilir. Onlara Allahu Teâlâ’dan daha sevgili hiçbir şey yoktur.
Kulun kalbindeki Allah sevgisinin bütün sevgileri geçmesi, bütün sevgilere galip gelmesi ve diğer sevgilerin hepsinin de O’nun sevgisine bağlı olması gerekir. Allah sevgisi bütün amellerin ruhudur. Gizli ve açık bütün kulluk davranışları Allah sevgisinden kaynaklanır. Kulun Rabbini sevmesi Allah’ın bir lütfu ihsanıdır. Kulun gücü ve kabiliyeti sebebiyle değildir. Allahu Teâlâ kulunu sever ve tevfikiyle kul Rabbini sevince, Allah’ta onu bir başkasının sevgisiyle mükâfatlandırır. Gerçekte bu tam bir ihsandır. Çünkü sebep de O’dur müsebbip te O’dur. Seven de O’dur, sevdiren ve sevilen de O’dur. Bundan maksat karşılıklı sevgi değildir. Bu ancak şükreden kullarını şükürleri sebebiyle Allah’ın sevmesidir.
Gayelerin en büyüğü olan Allah sevgisini kazanmanın en önemli yolu, O’nu çok zikretmek ve sena etmek. O’na yönelmek ve tam manasıyla O’na tevekkül etmek. Farz ve nafile ibadetlerle O’na yaklaşmak. Söz ve fiillerde ihlâslı olmak. Açık ve gizli her halinde Hz. Peygamber’e tabi olmaktır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “(Resülüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”.(3/31) Muhabbet, kalbin fiillerindendir. Kişi inancına ve niyetine göre sevap kazanır. Niyet esas, amel ona tâbidir. Bilindiği üzere, kişi sevdiğine itaat eder, ona tâbi olur. İyileri sevmek, onlarla dost olmak yarar sağladığı gibi, kötü huylu insanlara uymak, onlarla arkadaşlık yapmak da, kişiye dünyada ve ahirette zarar getirir.
Allah’ın sâlih kullarını sevmesini, “ kendilerinden razı olup amellerini kabul etmesi ve onları diğer kullarına sevdirmesi” şeklinde açıklayan Hattabi, bu görüşünü “ Rahman olan Allah, iman edip de iyi davranışlarda bulunanlara, gönüllerde bir sevgi yaratacaktır”(19/96) ayetiyle destekler.
Sufilere göre El-Vedûd, velilerini seven, velilerinin de kendisini sevdiği, onlara muhabbet eden ve onların da kendisine muhabbet ettiği kimse demektir. Vud muhabbetin sabit olmasıdır, muhabbetin bir mertebesidir. Çünkü muhabbetin dört hali vardır ve her halin bilinmesini temin eden bir ismi vardır. Buna göre muhabbet, kalbe ilk düşüş halinde ‘heva’ diye isimlendirilir. Ardından, kalpte yerleşmesi gelir. Bu ise ‘vud’dur. Sonra bu muhabbetin başkalarının ilgilerinden arındırılması ve temizlenmesi gelir. Bu da ‘hub’ diye isimlendirilir. Son olarak, seveni sevdiğinden başka her şeyden habersiz kılacak şekilde, kalbi bütünüyle kuşatması gelir ki, bu da ‘aşk’tır.
Haris Muhasibi (k.s): Muhabbet, önce bütün mevcudiyetinle bir şeye meyletmen, sonra onu nefsine, ruhuna ve malına tercih etmen, sonra hem sırren ve hem de alenen ona muvafakat etmen ve daha sonra ona olan sevginde kusurlu olduğunu bilmendir, demiştir. Sözün özü, muhabbetten bahsetmek muhabbet değildir. Çünkü aşk ve muhabbet, yaşanan, tadılan bir haldir. Hz. Mevlana (k.s)’ya sormuşlar: Aşk nedir? Benim gibi olursanız bilirsiniz, demiş. Gerçek âşık olan güle değil, külle âşıktır. Âşık olan iyiliği, güzelliği sevdiği ölçüde, kahrı mihneti de sevmelidir.
“Yârin cefası cümle vefadır cefa değil, yâri cefa kılur diyen ehli vefa değil.” Geylani diyor ki: Allah’a kulluğun tam ve sahih olunca, O seni sever. Kalbindeki Allah sevgisi kuvvetlenir. Kendisine karşı sende ülfet ve ünsiyet meydana getirir. Seni kendisine yaklaştırır. Böylece her halükarda O’ndan razı olursun. Bu, “Ben onu sevince gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum” gerçeğidir.
Kullardan bu isme ve bu vasfa lâyık olan, o kimsedir ki, Allah’ın bütün mahlûkatına karşı daima iyilik murad eder. Kendisi için istediği güzellikleri, onlar içinde talep eder. Hatta onların menfaatini kendi menfaatine tercih eder. Gazap, öfke, kin, hased, maruz kaldığı eza cefa insanlara iyilik yapmaktan ve onların saadet ve selâmetini dilemekten alıkoymaz. Peygamber Efendimizin çok kere yaptığı dua ile bitirelim. “Allah’ım! Seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi ve senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasip et. Senin sevgini, (sıcak ve hararetli günde) soğuk suyu sevmekten bana daha sevimli kıl. Tirmizi (Âmin)
Şahver Çelikoğlu’nun Esma’ül Hüsna şerhi kitabından alıntı yapılmıştır.