21 Nisan 2025 / 22 Şevval 1446

Kişisel Gelişim, Ferdi İnkişaf/Terakki

Son yılların en popüler kavramlarında söz ediyoruz. Kişisel… Gelişim… Birey… İlerlemek, Yükselmek…

Kişinin bir gelişim ve ilerleme kaydedebilmesi için önce yolun neresinde olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. Bundan önce kim olduğunu, bulunduğu yere nasıl geldiğini, niçin geldiğini de anlaması gerekir. Yani birey kendisini geliştirmeden önce kendisi ve varlığı ile ilgili sorularını cevaplamış olmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde yani kişi kimim, neyim, niçin varım, neden yaşıyorum sorularını sormamış ve cevaplarını da bulmamış ise girişeceği kişisel gelişim yolu yol olmaktan çıkacak belki bireyi hiç ummadığı sorunların içine düşürecektir.

Günümüzde karşılaştığımız sorunların hemen hepsi yukarıda sıraladığımız sorularla ilgilidir. Neden varım sorusu ile başlayalım. Bu soru içinde “yaratılmış” olmayı barındırır ve her varlık yaratılmış olduğunu kabul etmek durumundadır, çünkü yaratılmıştır. Günümüze kadar sürdürülen insanın var oluşu hakkındaki suni tartışmalar artık zoraki de olsa cevabını bulmuştur. Hala devam ettirilen tartışmalar ise gereksiz bir inatlaşmadan başka bir şey değildir. Evreni “bir üstün güç” yaratmıştır, Onun ne olduğu konusunu tartışmak ise başka bir konudur. Günümüz insanı öncelikle bu sorunu vuzuha kavuşturmalı, yaratılmış olduğunu kabul etmelidir. Kişisel gelişimin önündeki en önemli basamak budur. Bu basamak geçilmeden, temelden yanlış bir karar vererek yolunuza devam etmiş olursunuz ki sizi gelişmeye varlığınızı inkâra götürür. Varlığınızı inkâr ederken onu geliştiremezsiniz. Yaratıcıyı inkâr etmek bu basamakta çözülmesi gereken bir sorundur. Bize modernleşme ile gelmiş büyük bir problemdir ve batı bu sorunu tanrıyı inkâr ederek çözeceğini sanırken yerine bir tanrı icat etmiş ve insanı tanrılaştırmayı seçmiştir.

İkinci basamak, yaratıldığını kabul etmek ancak şartlarına itirazı terk etmek basamağıdır. Bu basamak sorumlulukları tartışmakla başlar. Neden mesuliyetlerim var, niçin imtihan ediliyorum, kurallara neden uymak zorundayım, kuralları neden ben belirleyemiyorum gibi sorular ilk basamağın çözülmesi gereken ilk sorulardır. “Kul” olmak bilinci bu basamakta kazanılır. Kul olduğunu kabul etmeyen sorumluluk ve imtihanı, ceza ve mükâfatı kabul etmez. Ona göre evet, bir yaratıcı vardır ama insan ona itaat etmek zorunda değildir. Kendi doğrularını kendisi koyabilir, ahlakını güzelleştirebilir, iyi ve nitelikli bir insan olabilir, yanlış yorumlanmış İlahi emirler yerine açık ve anlaşılır olan kendi prensipleri ile yaşayabilir. Bu basamakta çözülmesi gereken bu sorunlar çözülmediği takdirde kendisini tek kural koyucu olarak tanıyan egoist ve zalim bir birey ortaya çıkar. Çünkü kişinin kendisi ve kendi standartlarında, kendisine göre, kendi aklıyla, kendi birikimiyle, kendi bilgisi ile koyduğu kural ve prensipler bir başkası için yeter, güzel ve uygun olmayacaktır. İşe bakın ki bir diğer kişi de kendisi için, kendisine göre, kendi için bir başka güzel ve doğru prensipler hazırlayacak ve bu ikisi aralarında “kim daha ….” mücadelesine başlayacaklardır. Bu tıpkı Yunanın tanrılar savaşına benzer bir durumdur. Kişiler benzer şekilde kendilerinden tanrılar üreteceklerdir.

Üçüncü basamakta ben neyim basamağıdır. Kişi burada kadınlığına, erkekliğine, zenginliğine, fakirliğine, beyazlığına-karalığına, doğulu oluşuna veya batılı oluşuna, güneyli veya kuzeyli oluşuna kanaat etme noktasındadır. Zenginlik-fakirlik neyse de kadın olarak yaratılmış olmak veya erkek olarak yaratılmış olmak bu çağın insanının önemli problemlerinden biridir. LGBT dediğimiz şey tam da buradan çıkan bir yaratılış ve varoluş çatışmasının sonucudur. Bu bireyler yaratılmış olmaya itiraz ederken bir de “bu şekilde-bu formda” yaratılmış olmaya da itiraz ederler. Kendi arzuları dışındaki bir şey olarak yaratılmak, çağın modern ve şımarık insanı için ciddi bir sorundur zira o her şeyi kontrol ve idare edebileceğine, her şeyi yapabileceğine inandırmıştır kendisini. Kadınlığına veya erkekliğine itiraz etmek bir yana (buna isyan diyelim)belli bir formda yaratılmış olmayı reddeden modern insan, kendini yine kendine göre, yine kendi arzularına göre inşa etme arzusundadır ve bunu yapabileceğine inanır. Hadi diyelim ki buna “Kendisinin tanrısı olmak” çabasındadır. Buraya kadar saydıklarımızın hepsi (Günümüzde LGBT eğilimleri uzmanlar tarafından büyük oranda ruhsal hastalıklar olarak kabul edilmektedir ve eğer hastalık olarak kabul edilirse tedavisi vardır. Hastalık olmadığını iddia edenler bizim bahsettiğimiz gruba girmektedir ki tedavisi tıbbi değildir.) modern insanın tanrılık girişiminden başka bir şey değildir. Farkında olarak veya olmayarak bütün bu basamaklarda takılıp kalmış insanlar varoluş problemi ile ilgili sorunlarını çözmelidirler. Bu basamağı aşamamış kişilerin kişisel gelişimleri sadece bu ihtiyaçlarını körükleyecek ve kendilerinde olmayan nitelikleri varmış gibi görmelerine yol açacaktır.

Kişisel gelişimde ilk ve en büyük adım kişinin kim ve ne olduğu, kim ve ne olmadığını doğru teşhis etmesidir. Bu teşhisler doğru biçimde yapılmadığında sadece birey için değil dâhil olduğu, parçası bulunduğu toplumu da yaralayacak hatta yıkacaktır. Kendini tanıma, müdahaleye, tercihe veya gayrete bağlı olmaksızın oluşan özellikleri, verili niteliklerini bilmek, yaratılmış olmayı hazmetmek, nasıl yaratıldığını hazmetmek (kadın-erkek-sağlıklı-engelli-siyah-beyaz-doğulu-batılı….) kişisel gelişimin temel gereklilikleridir. Ayrıca bireyler bir toplumun içinde “yaratılırlar”. Bu toplumu ve kültürü seçmezler, onun içine doğarlar. İleriki yaşlarında reddetseler bile asırlardır genlerine işlenmiş olan kodları reddetmek veya soluk alır gibi zerrelerine nüfuz ettikleri kültürden kopmak, kopabileceğini sanmak safdillik olur. Bu sebeple kendi halkı ve kültürü ile kavgalı bireyler kaçıp bir başka kültürün kucağına kendilerini atsalar da kaçtıkları özellikleri bir şekilde bir yerlerinde, davranışlarında, sözlerinde, duygularında, zihinlerinde, tepkilerinde, kafalarının çalışma biçiminde taşır, korur, hatta besler ve bir sonraki nesle aktarırlar. Bu değişim ancak yıllar asırlar içinde son meyvesini verir. Üstelik bu inkâr kişiyi kültüründen uzaklaştırır ama güzel yönlerine hayran olduğu kötü yönlerini bilmediği bir başka kültürün gözü görmez müptelası haline getirir, yani yine eleştirilecek bir sürü yanı olan bir başka kültürün etkisine girmiş olur. Bu sebeple kişiliğini geliştirmek isteyen insanlar parçası olduğu toplumu, kültürü, coğrafyayı bilme-tanıma-sevme-öğrenme yolunu tercih etmelidir. Onunla kavga etmenin gereksiz, boş bir zaman kaybı olduğunu, yenilgisi kesin bir mücadele olduğunu bilmelidirler. Kavga edecekleri yerde onunla barışık olmak arzu edilen değişikliklerin gerçekleşmesi için en doğru adımdır. Toplumunuzu veya kültürünüzü veta halkınızı beğenmiyor musunuz, cahil, kaba, sert, yontulmamış mı buluyorsunuz? Onu sevin ve onunla birlikte değişin ve değiştirin. Çünkü ait olduğunuz toplum sizin gibi bireylerin çabaları ve diğer bireylerle olan etkileşimi sayesinde kurallarını oluşturdu, kendi oldu.

Kadınlığına itirazı olan bireyler toplumun kendilerine yüklediği sorumlulukları da reddederler. En bariz reddedişleri ise çocuk dünyaya getirmeyi reddediştir. Çünkü kendilerini bedenlerinin yegâne hâkimi olarak gördükleri gibi bir sonraki neslin de sahibi olarak görürler. Oysa burada yine varoluş problemi nüksetmiştir. Anne doğurduğu çocuğun sahibi değildir, baba da çocuğunun sahibi değildir. Bir kadın çocuk dünyaya getirdiğinde bunu ne kendisi için yapar ne de erkek için yapar. Bu ikisi dünyaya gelecek olan insanın geçici bir süre velisidirler o kadar. Bu velilik işine o denli bozulurlar ki, veli tayin Çocuğu erkeğin sayan ve kadını aşağılayan zihniyet, erkeği dışlayıp kadını kendisinin tanrısı ilan eden zihniyet kadar yıkıcıdır. Bunu doğrudan söyleyemedikleri için ya da kendileri bile bunun farkında olmadığı için erkekleri ve erkekliği suçlarlar. Oysa kadınlar da erkekler de velisi olacakları çocuklar da hep birlikte büyük insanlık dairesinin içinde birer bireyden ibarettirler. Bu sıradanlık varoluş problemini çözememiş insanların bir başka büyük sorunudur. Dünya ve toplum sadece kadından veya erkekten müteşekkil değildir. Ne feministler ne de maskülenistler yalnız kalıp diğer tarafı reddettiklerinde toplum olabilirler. Toplum bu ikisinin beraberliği neticesinde kurulur herhangi bir cinsi diğerinden ayırmak toplumu reddetmektir. Kendisini bir tarafa ayırıp diğer tarafa anlayış ve tahammül göstermek, kadın-erkek, ak-kara, zengin-fakir vs. kişisel olgunluğun temellerinden bir diğeridir. Şimdi anlaşılanın aksine şımarık çocuklar gibi hayatın gerçeklerini reddederek sadece “kendi doğrularım” diye tutturmak hayalperest zihinlerin ürettiği en büyük aldatmacadır.

Buraya kadar bahsedilenler özgüveni tarif ederken kullanmayı tercih ettiğimiz “kişinin haddini ve kadrini bilmesidir” tanımın ilk bölümü ile alakalıdır, yani haddini bilmekle ilgilidir. Meselenin bir de “kadrini bilmek” kısmı vardır ki bir çırpıda “insan eşref-i mahlûkattır” sonucuna bizi taşır. Evet öyledir, insan yaratılmışların en şereflisi ve Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Her beşerin insan olmak vazifesi kapsamında genel anlamda bir kulluk bir de özel ve dar anlamda kendine mahsus yaratılış gayesi vardır. Ki bu beşer olmaktan insan olmak yolculuğunun başlangıç noktasıdır. Her varlığın kendine mahsus bir yaradılış sebebi ve gayesi vardır. Her canlı Allah’a kul olmak için yaratılmıştır ama dünya düzeni içinde kendisine mahsus bir vazifesi de vardır. Ağaçlar temiz hava üretmek, toprağı sağlamlaştırmak tabiatı verimli kılmak için vardır. Hayvanlardan kimi bir diğerinin zararını def için bir diğeri gitme vakti gelenlerden kalanları temizlemek için vardır. Her insanın da kendine mahsus bir yaradılış görevi vardır. Bu görevi tesbit edip bulabilmek için önce kendisine verilmiş nitelik, vasıf ve yetenekleri bulmak ve bilmek durumundadır. Sonra da bu verilen vasıtaları en iyi nasıl ve ne için kullanacağını bilmesi gerekecektir. Yani kabiliyet ve becerilerini, bunları nereye kadar geliştirebileceğini keşfetmelidir. Kişisel gelişim ya da ferdi inkişaf dediğimiz şey burada başlar. Bu noktaya kadar olgunlaşmış buluna nitelikler artık bireyin kendine özgü niteliklerini eksiklik gördüğü yönde veya olgunlaşıp, tam kapasiteli bir insan olabilme yolunda durmadan, yılmadan ve yorulmadan geliştirmesi bir borç ve görev olarak karşısındadır. Artık zihnini, dilini, bilgisini, yeteneklerini, kalbini, gönlünü daha iyiye ve güzele ulaşmak yolunda uygun gördüğü bütün meşru yolları deneyerek geliştirebilecektir.

Yukarıda de değinildiği gibi kendiliğimiz birey olarak sadece bize bağlı değildir. Bizi biraz da hatta büyük ölçüde cemiyetimiz “biz” yapar. Kendi kimliğimiz ile toplumsal kimliğimiz birbirine bağlıdır. Toplumsal kimlik değişir. Çünkü onu da bir değiştiren vardır, ilahi bir emir değildir. Üstlendiğimiz roller bize ait olduğumuz toplumun yüklediği rollerdir. Bir ihtiyaç ve gereklilik için vardır. Her toplum kendine özgüdür ve ihtiyaçlara kendine özgü çözümler üretmiştir, bu sebeple gelenekler ve roller toplumlar gibi farklılıklar gösterir. İhtiyaçlar ve gereklilikler değiştikçe bu roller ve insanların görev tanımları değişir, ondan önce değişmez. Zamanı gelmeden, suni müdahaleler ile değiştirmeye çalışmak, bir ihtiyaç yokken varmış gibi göstermek yanlış bir adımdır ve tutunamaz, gerçekleşmez. Tıpkı yıllar içinde kendiliğinden yok olup giden kullanılmayan, gereksizleşen gelenekler gibi.  Geleneği veya içinde yaşadığımız kültürü tabulaştırmanın bir anlamı olmadığı gibi onunla savaşmak da anlamsızdır. Çünkü insan eliyle insanın değerleri çerçevesinde gelişmiştir, yine öyle olacaktır. Ona direnmek bizi sadece bir başka kültürün parçası yapar o kadar.

Kişilik nasıl kişiye özgü ise yani her birimizin bir benzeri daha bulunamaz ise kişisel gelişimin de bir standardı yoktur. Herkesin aynı olması mümkün olmadığına göre uygulanan teknikler, hedefler ne olursa olsun sonuç her bireyde başka bir şekilde gerçekleşecektir. Her birey kendi biriktirdiklerinin üzerine yeni eklemeler yapacaktır. Yukarıda saydığımız basamakları hangi seviyeden geçmeyi başarmış ve idrak etmişse, periyodik hatırlatmalarla zaman zaman o ilk basamaklara geri dönmede başarılıysa sonraki gelişmeleri o derece değerli ve kalıcı olacaktır. Kişinin kendini geliştirmedeki hedefi açık ve net ise, neyi neden yaptığını biliyor ise gayretleri anlam kazanacak ve bu yolda sık sık düşülen motivasyon kaybı sorununu yaşamayacaktır.

Öz değerlerini keşfetmekle başlayarak, onları sevip barışarak, kendiliğinden taviz vermeden, hızla değişen çevreye ve şartlara intibak etmek için kendimize (inancımıza, kültürümüze, hayat anlayışımıza) uygun çözümler üretmek demektir kişisel gelişim. Ferdi inkişaf veya terakki dediğimizde bizden, bizi yansıtan bu kavram kişisel gelişim denildiğinde beraberinde modern yaşamın ve yabancı kültürlerin unsurlarını da getirir (abartılmış benlik bilinci gibi). Karşılaştığı her kültürden kendine yarayışlı şeyler bulan ve alan büyük kültürümüzün yaptığı gibi bizde yararlıyı, iyiyi ve güzeli “öz”ümüzden taviz vermeden alıp kendimize has çözümlere kavuşturup geleneksellik ile yenilik arasında bocalayan, başta kendimiz olmak üzere şaşkın ve yılgın kimselere sunabiliriz. Bir şeylere öykünüp kendiliğimizi kaybetmek yerine, kendimiz kalarak gelişmek ve dönüşmek imkân dâhilindedir. Emin olunuz o vakit sırf kendi kişiliğimizi değil toplumumuzun kişiliğini de yeni baştan inşa ederiz.

Serpil Özcan