Bir namazı vaktinde kılmaya “edâ” vaktinden sonra kılmaya da “kaza” denir. Vaktinde kılınamayan namaza “fâite” denir. Çoğulu “fevâit”tir.
Namazı bile bile özürsüz olarak vaktinden sonraya bırakmak büyük günahtır.
Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Eğer (herhangi bir tehlike sebebiyle) korkarsanız (namazı) yaya, yahut binekte (gider) iken kılın. Güvende olduğunuz zaman da, bilmediğiniz şeyleri size öğreten (Allah’ın) öğrettiği gibi Allah’ı anın (ve namazlarınızı kılın).” (Bakara/239)
Namaz kaza edilmekle yerine getirilmiş olur ancak vaktinden sonraya bırakıldığı için Cenab-ı Allah’tan af dilemek lazımdır.
Beş vakit namazın farzlarıyla vitir namazı kaza edilir. Vakit çıktıktan sonra sünnetler kaza edilmez. Yalnız sabah namazını vaktinde kılamayan kimse aynı gün öğlenin vaktine az bir zaman kalıncaya kadar farz ile birlikte sünneti de kaza eder. Kaza namazı kılmak için belirli bir vakit yoktur. Gündüz ve gece her zaman kılınır. Yalnız üç mekruh vakitte, yani; güneş doğarken, güneş tam tepe noktasındayken ve güneş batarken kılınmaz. Bir namazı unutarak vaktinde kılamayan kimse o namazı hatırlayınca kaza eder ve onu içinde bulunduğu vakit namazından önce kılar. Eğer kaza namazını kılıncaya kadar vakit namazının geçeceğinden korkarsa o zaman önce içinde bulunduğu vaktin namazını, sonra da kazaya kalan namazını kılar.
Birkaç vakit namaz kazaya kalmışsa onları sırayla kaza etmek gerekir. Eğer geçmiş namazlar altı vakit veya daha fazla ise sıra ile kılmaya gerek yoktur. Sabah namazının sünnetini kıldığı takdirde farzının yetişemeyeceğini anlayan kimse sünneti kılmaz. “Sünnete başladıktan sonra onu bozup imamla farzı kılar -ve bozduğu sünneti kaza etmesi vacip olur gerekçesiyle- farzdan sonra sünneti kaza eder.” diye ortaya atılan söylenti doğru değildir.
Geçmiş namazları kaza ederken hangi vaktinin namazı olduğunu bilmezse şöyle niyet eder: “Niyet ettim Allah rızası için kazaya kalan ilk sabah namazının farzını kılmaya.” Diğer namazlar içinde kazaya kalan ilk öğle… ilk ikindi… ilk akşam… ilk yatsı… ilk vitir veya kazaya kalan son sabah namazının farzını kılmaya, diğerleri için de son öğle, son ikindi, son akşam, son yatsı ve son vitir namazına diye niyet eder.
Kaza namazlarıyla meşgul olmak nafile namazlar ile meşgul olmaktan daha iyi ve daha önemlidir. Ancak farz namazlar ile kılınan sünnetler bundan müstesnadır. Bunları kılmayıp yerlerine kaza namazı kılmak uygun değildir. Haklarında hadis-i şerîf varid olan kuşluk ve tesbih namazları bu gibi nafileler de böyledir.
Namazı Düşüren Özürler
Hayız ve nifas hallerinde kadınlardan namaz borcu düşer. Beş vakit namaz süresince ve daha fazla devam eden akıl hastalığı veya bayılma yahut koma halinde de namaz borcu düşer. Ancak bu durumlar beş vakit ve daha az bir süre devam ederse bakılır. Ayıldığı zaman abdest alıp, iftitah tekbiri alacak kadar bir zaman kalmışsa o vaktin namazını kaza etmesi gerekir. Mürtede gelince; mürtedlik süresince veya daha önce kılmadığı namazları kaza etmesi gerekmez. Daha önce hacc yapmışsa, yeniden hac yapması gerekir. Daru’l-harpte İslâm’a giren kimse namazın farz olduğunu öğreninceye kadar mazur sayılır. Çünkü düşman ülkesinde dinî emir ve yasakları bilmemek özür kabul edilir.
İskat-I Salat (Namazın Zimmetten Düşürülmesi)
Herhangi bir sebeple vaktinde kılınamayan ve böylece mükellefin zimmetine borç olarak geçmiş olan namazların bir tek ödeme yolu vardır, o da kaza etmek. Yani geçmiş namazları kılmaktır. Bundan başka namazın zimmetten düşürülmesi için meşru bir yol yoktur.
Tutulamayan oruçlar, namaz gibi değildir. Oruç için fidye verilmesi hakkında delil vardır. Kur’an-ı Kerîm’ de “(Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise o, (tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde (oruç tutar. İhtiyarlığından veya tedavisi mümkün olmayan bir hastalıktan dolayı) oruç tutmaya gücü yetmeyenlere, (her güne karşılık) bir yoksulu (sabah akşam) doyuracak bir fidye vermesi (gerekli)dir. Kim de gönülden gelerek (daha fazla) bir ihsanda bulunursa, bu, onun için daha hayırlıdır. Bununla beraber (zor da olsa, işin önemini) bilirseniz, oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara/184) buyrulmuştur.
İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış, hastalık gibi sürekli mazereti olanlar tutamadıkları oruçların yerine her bir gün için fidye verirler. Fakat kılınamayan namazlar için fidye verileceğine dair bir delil yoktur. Oruç için fidyeye sebep olan acizliği dikkate alarak namaz için de fidye verilmesi oruca kıyas edilemez. Çünkü oruç borcunun fidyeyle ödenmesi orucu makul olmayan misliyle ödemektedir ki (buna cevaz veren delil vardır.) namazında bu şekilde fidyeyle ödenmesini oruca kıyas etmek makul olmayan misliyle ödemeye başka bir şeyi kıyas etmektir ki bu kıyas caiz değildir. Ancak oruçta fidye sebebinin acizlik olduğu ihtimalini dikkate alan bir kısım İslam âlimleri; “Aynı sebep namaz için de söz konusudur. Böyle olmasa bile namaz için verilen fidyeler günahların silinmesine vesile olan bir iyiliktir.” diyerek ima ile de olsa vaktinde kılamadan ve sonradan da kaza edemeden ölen mükellefin kılamadığı namazlar için fidye verilmesini vasiyet etmesini yararlı görmüşlerdir.
İma ile de kılmaya gücü olmadığı namazları kılamayan ve kaza edecek şekilde sağlığına kavuşmadan ölen kimsenin bunlar için fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekmez.
Vasiyet edilen fidyeler ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden verilir. Ölünün böyle bir vasiyeti yoksa varislerin fidye vermesi gerekmez. Ancak varislerin teberru olarak fidye vermeleri caizdir. Bir kimse başkalarının yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. Ancak yaptığı ibadetin sevabını başkasına bağışlayabilir. Bazı kimselerin fakirlere para vererek ölü için namaz kıldırmaları ve oruç tutturmalarının aslı yoktur.
Sonuç olarak, namaz, oruç, yemin ve adak gibi borçlar için, kişinin ölümünden sonra fidye verilecekse bunun gerçekçi olması gerekir. Mümin, ölümünden önce bu gibi yerine getiremediği farz ve vacip ibadetleri tespit ederek mümkünse sağlığında iken kaza ve telâfi etmelidir. Bu mümkün olmadığı takdirde servetinin üçte birine kadar olan kısmını vasıyetnâme düzenleyerek bu iş için tahsis etmelidir. Eğer ayrılan servet bu borçları karşılamazsa, bundan sonra Cenâb-ı Hakk’ın kişinin gücünü aşan bu fazlalığı mağfiret etmesi umulur.
Beyhan Büşra ÖZKUL
Kaynaklar:
- Feyz’ül Furkan Kur’an-ı Kerim Meali
- İlmihal / Hamdi DÖNDÜREN / ERKAM Yayınları
- İslam İlmihali / M. Asım KÖKSAL / Seha Neşriat
- İslam İlmihali / Lütfi ŞENTÜRK / Seyfettin YAZICI / DİB Yayınları
- Büyük İslam İlmihali / Ömer Nasuhi BİLMEN / BİLMEN Yayınları