Ramazan ayı, iman eden kulların her yıl, takvaya ulaşmak için girdikleri bir eğitim sürecidir. Nitekim oruç ibadetinin farz oluşunu ilan eden ayet-i kerimede “Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sayede takvâya erersiniz.” buyurulur.
“…Olur ki bu sayede takvâya erersiniz.” ifadesinden, oruç sayesinde takvaya ulaşmanın mümkün olduğunu anlarız.
Ramazan ayı süresince, tam manasıyla oruç tutan, yani tüm organları ile orucuna sahip çıkan bir kimse, Allah’ın yasaklarından sakınma/ takva sahibi olma yolunda önemli bir adım atmış olur. Bu tecrübe sonucunda, takva alışkanlığını devam ettirmek için niyet ve gayret sahibi olmanın önü açılır. Şayet ilerleyen zamanlarda, niyet ve gayrette bir gevşeme, sapma söz konusu olursa, bir sonraki Ramazan ayı yenilenme ve güncellenme fırsatı olarak tekrar kulları sarıp sarmalayacaktır. Ömür müddetince bu döngüyü her yıl yaşayan kul, nefsinin aşırı isteklerinin esiri olmaktan uzak kalmaya muvaffak olabilecek ve takvaya erecektir.
Bu döngünün sürekliliği, hedefi takva olan insanın her an müteyakkız/uyanık olması gerektiğini göstermektedir. Zira takva yani Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma hali bir hayat tarzıdır. Başka bir ifadeyle, takva Yüce Yaratıcı’nın kullarına mutluluk reçetesi olarak lütfettiği Kur’an-ı Kerim’in sunduğu hayat tarzının adıdır.
Ramazan ayında tutulan orucu, takva eğitiminin yoğunlaştırılmış hali olarak değerlendirebiliriz. Orucun mahiyetine baktığımızda, insana nefsine engel olma iradesini kazandıran bir eylem olduğunu görürüz. Yani oruç tutan herkes, aslında nefsi ile mücadele eder. Tüm azaları ile nefsine yenilmeden iftar eden bir insan, takvaya erme yolunda ümit besleyebilir.
Oruç ve nefs mücadelesinin bu kapsamlı ilişkisinden yola çıkarak, nefs ile ilgili şu ayet-i kerimeleri anlama ve anladıklarımızla hayatımızı anlamlandırma çabasına girmek yerinde olacaktır: “O (nefsi)ni (günahlardan) tertemiz yapan, muhakkak kurtulup umduğuna ermiştir. Onu (günahlarla) örtüp gömen de elbette ziyana uğramıştır.”
Yaratıcı, nefsi yaratmış ve onu insanın menfaatini muhafaza etmek üzere görevlendirmiştir. Fıtratı bozulmadığı sürece de nefs bu görevini yapacak, sınırlarını aşma temayülü göstermeyecek, insanın selamet içinde hayatını devam ettirmesini sağlayacaktır.
Ancak Hz. Âdem’den (as) itibaren, insanoğluna düşmanlığını ilan eden şeytan, türlü hilelerle insan nefsinin fıtratını bozmaya çalışmaktadır ve kıyamete kadar da bu savaş devam edecektir. İlk insanı sonsuzluk vaadiyle aldatan şeytan, insanoğlunu da özgürce her istediğini yaparak huzur bulma vaadiyle oyalamaktadır. Oysa nefs zaten fıtrat sınırları dâhilinde huzur içindedir. Sınırlarının dışına çıktığında/ haddini aştığında ise kaybettiği huzuru bulmak için hep daha fazlasını isteyecektir. Kur’an-ı Kerim’de hevâ ve hevesler diye adlandırılan bu istekler, insanın gerçek hedefinden sapmasının, yani takvadan uzaklaşmasının yegâne sebebidir.
Demek oluyor ki, nefse haddini bildirmek/ sınırlarını göstermek gerekir ki asli görevini yerine getirebilsin, huzuru daim olsun. İşte bu sınır gösterme eylemine, nefsi temizlemek deniyor ki, yukarıda da bahsedildiği üzere insanın Ramazan ayında kazanması istenen şeyin tam da kendisidir. Zira Allahu Teâlâ, nefse takva ve haddi aşma potansiyelini vermiştir. Varacağı son nokta da tercihine uygun olacaktır.
Nefsi temizlemekten kasıt, onu kirletecek küfür, cehalet, kötü duygular, yanlış inançlar, fena huylar gibi kötü şeylerden temizlemektir. Onu iman, ilim, irfan, iyi duygular, güzel ahlâk, takva özellikleriyle terbiye edip ilâhî tecellilere nail olarak, çevresine hayır ve bereket yayacak şekilde feyizlendirmektir. Bu şekilde nefsi temizlemeye çalışmak, onu yaratanın bir hakkı olmak üzere insanın görevidir ve menfaati gereğidir. Öte yandan yüce Yaratıcı, bu görevini yerine getiren kimsenin nefsini temize çıkaracak, yani onu felaha ulaştıracaktır.
Nefsi temizlemenin zıddı ise, onu kötü işler ve kötü ahlaka bulamak, fıtratını bozup fenalaştırmak ve şeytani duygularla çürütüp maddiyata gömmektir. Ayet-i kerimede nefsini muhafaza edemeyen ve kötülüklere daldıranların sonu, ziyan olarak ifade edilmektedir.
Çünkü nefsini muhafaza edemeyen kimse, nefsinin kötü arzularına karşı koyamayacak, heveslerinin esiri olacaktır. Şeytanın aldatmalarının peşinde, özgürce yaşadığını zannedip ömrünü geçirecektir. Ömrü nihayete erdiğinde ise elinde hayır namına bir şey bulamayacak, gerçek ziyanı yaşayacaktır.
İbn Abbas’dan (ra) rivayet edildiğine göre, Efendimiz (sav) bu ayet-i kerimeleri okuduktan sonra şu duayı yapardı: “Allahım! Benim nefsime takvasını ver ve onu temizle. Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen onun velisi (dostu) ve mevlâsısın.”