Erdemli olmayı istemeyen yok gibidir. Herkes kendi ahlâk anlayışı içerisinde, erdemli olmanın gereğine inanır. O halde erdem nedir?
Bir tarife göre erdem, “iradeyi içgüdülerin yönetmesine müsaade etmemek, vücudun rastgele itiş ve sürükleyişlerine ruhu köle etmeyip onlara karşı direnecek ruh gücüne sahip bulunmaktır.” Bu tarif, erdemi sadece bir yönüyle açıklamaktadır. Burada bir karşı koyma olarak ele alınmış olan erdemin bir de “güzel davranışlarla süsleme” yönü vardır. Erdemin bu iki tarafını şöyle bir benzetme ile anlatmak mümkündür:
Evlerimizi düşünelim; kapı ve pencerelerden giren tozlar, soba veya kaloriferin ve diğer ısıtıcıların isi, yiyecek artıklarından dökülebilen parçacıklar bir kirlenmeye sebep olmaktadır. Bu yüzden evlerimizi her gün küçük çapta da olsa temizlemek, arada bir de büyük temizlik yapmak ihtiyacını duymaktayız.
Evimizin dışarıdan gelen kir ve tozlarla içine girilmez hale gelmesini nasıl istemiyorsak, ruhumuzun da vücudun rastgele itiş ve sürükleyişleriyle köleleşmesine müsaade edemeyiz.
Evlerin temizlenmesi, içinde oturabilmek için ilk ve önemli bir şarttır. Ama hepimiz biliyoruz ki içinde oturacağımız evin bir de sergi, perde ve benzeri eşyalarla tefriş edilmesi ve göz zevkimizi okşayacak şeylerle de tam bir huzur ortamı haline getirilmesi lazımdır. Evimizin bu tarzda döşenip süslenmesi nasıl gerekli ise iç dünyamızın güzel duygularla ve güzel davranışların temeli olan arzu ve niyetlerle bezenmesi ve bir huzur menbaı haline getirilmesi de olgunluğa erişmek için gerekli yegâne yol olmaktadır.
Acaba böyle bir yola nasıl girilir?
Erdem, ne kadar ustaca ifadelerle tarif edilirse edilsin ona götüren yola nasıl girileceğini öğrenmedikçe ve daha önemlisi bizzat o yola girmedikçe, söylenecek her şey nazarî kalmaya mahkûm olacaktır.
İşte oruç, olgunluğa, gerçekleri görmeğe ve hiçbir kazançla ölçülemeyecek en büyük kazanç olan Rabbimizin rızasını kazanma bahtiyarlığına ermeğe açılan bir kapıdır.
Bilindiği gibi her gün yapmakla yükümlü olduğumuz ibadetlerin yanında haftada bir, yılda bir yapacağımız ibadetler de vardır. Bu ibadetlerin zamanı, şekli ve miktarı belirlenmiş olarak bize emredilmiş olmasında çeşitli hikmetler vardır. İbadetlerin böyle, günlere, haftalara, yıllara inci taneleri gibi serpiştirilmiş olması yine, değişik zamanlarda çeşitli şekillerde yapılan ev temizliğine benzetilerek açıklanmak istenirse Ramazan orucunu da yılda bir yapılan temizlik gibi düşünebiliriz.
Oruçla olgunlaşan, oruçla ruhu berraklık kazanan insan, şevkle girdiği Ramazan ayından, hayatı tanımakta büyük mesafeler katetmiş olarak çıkar.
Hiçbir zaman sabit kalmayan, sevinecek şeylerin yanında üzülecek şeyleri de içinde taşıyan hayatın ağır darbelerine, ancak oruç tutarak sabrı öğrenmiş olanlar dayanabilirler.
Oruç, insanın en büyük düşmanı olan nefsine karşı yaptığı mücadelede, düşmanın taarruzlarını durdurma imkânı veren ve insanı her türlü beşerî ihtiraslarından arındırıp âdeta melekleştiren bir ibadettir.
Oruç, “Eğer şeytanlar, âdemoğullarının kalplerinde dolaşmasaydı onlar, gökler âleminin gizliliklerini görürlerdi” (İmam Ahmed, Ebu Hureyre’den(ra)) Hadis-i şerifinde bahsi geçen şeytanların kalpten kovulmasını kolaylaştıran ve bizleri derin bir haz içerisinde çeşitli sırlara vâkıf kılan bir ibadettir.
Kadir gecesi gibi, geceler arasında müstesna bir yeri olan zaman diliminin Ramazan ayı içerisinde bulunduğu da düşünülürse, yükselmenin, ilerlemenin, kendimizi tanımanın Ramazan ayını gerektiği gibi değerlendirmekle mümkün olduğu daha iyi anlaşılır. Çünkü Ramazan ayı, manevî yükseliş arayanların, suyundan doya doya içecekleri bir pınardır.
Ramazan ayından gerektiği gibi istifade edebilmek için her şeyden önce orucun, yalnız mideyi boş bırakmak olmadığını bilmeliyiz. Bütün benliğimizle Rabbimizin emirlerine sarılmaya yasaklarından da uzak bulunmaya son derece özen göstermeliyiz. İşte bu şuur içerisinde bu Ramazan ayının, bir tarafıyla Müslüman diğer tarafıyla Müslümanlıkla ilgisi olmayan insanlar olma durumuna düşmek konusu üzerine –evet bu çok önemli konu üzerinde- iyice düşünmek ve hayatımıza yeni bir şekil vermek için bize bahşedilmiş çok önemli bir fırsat olduğunu hiç hatırdan çıkarmamalıyız.
Kadın ve Aile Dergisi, Sayı 38, 15 Mayıs-15 Haziran 1988.