İnsan, varoluşunu anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan tek canlıdır. Dünyaya teşrif ettiği ilk anlardan itibaren keşiflere gebe yolculuğunun heyecanını merakla bakan gözlerinde görmek mümkündür. Etrafına merak ve şaşkınlıkla bakan gözler adeta “Benim burada ne işim var” demektedir.
Bu kaygılı ve meraklı bakışları kaybetmeden, dünyada varoluşunun amacını sorgulayarak yola devam etmenin önemini yola koyulmuş olanlar çok iyi bilir. Varoluş kaygısı insanı arayışa sürükler, arayış yolda görülenleri anlama ve anlamlandırma çabasına dönüşür ve yolculuk başlar kimileri için, kimileri içinse bu yolculuk hiç başlamaz, başlayamaz. Yol davet eder, yolcu çeşitli sebeplerle daveti ya görmezden gelir ya da görür ama yolculuğa cesaret edemez. Yolculuğun bidâyeti/doğum gayri irâdîdir, nihâyetinin ise irâdi olması beklenir. Yol istesek de istemesek de yürünecek, hikâye tamamlanacaktır. Yolculuğun hikmetinin, hakikâtinin peşine düşerek irâdî bir yolculuk yapabilenlerin nazarında dünya değersiz ama önemli bir mekândır. Dünyadaki yolculuğunu önemsemeyen, hayatı eğlence ve oyundan ibaret sanan kişi yolun tuzaklarına takılıp kalmaktan kurtulamaz.
“Şimdi (düşünün, önünü görmeden), yüzüstü sürünen mi hedefe erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi?” [1]
Yolculuk bu dünyadan ibaret değildir. İnsanın varlık-yokluk yolculuğunun sadece bir kısmı dünyada geçmektedir. Dünya hayatının evveli(doğum öncesi) ve âhiri(ölüm sonrası) yolculuğun bize gizli kalmış taraflarıdır. Dünya üzerindeki süreç ise beşerî boyuttan insanî boyuta seyahatimizin önemli bir merhalesidir. Çünkü insanı insan yapan, kendini tanıma ve bilme yolculuğu bu merhalededir.
Maddi ve manevi bir donanımla dünyaya inen/gelen/gönderilen âdem, “insan olma”ya tâlip olmuştur. Yerlere ve göklere teklif edilen emâneti sadece insan kabul etmiştir. Çünkü emaneti yüklenmeye istîdat ve kabiliyetli yaratılmış olan insandır. İstîdat ve kabiliyetlerini hakkıyla tanıyan, bilen ve kullananların yolculuğu selametle neticeye erdireceği ümit edilir. “İnsan olma” talebini unutanlar, yolun albenili oyuncaklarına dalıp kervanı kaçırırlar. Yunus Emre’nin dilinden yolda kalmış halimize bir bakalım:
Ah nice bir uyursun uyanmaz mısın
Göçtü kervan kaldık dağlar başında
Çağrışır tellallar inanmaz mısın
Göçtü kervan kaldık dağlar başında
Dünyanın ışıltısına dalıp kervanı kaçıranların kalpleri dünya bağlılığı ve sevdasıyla hastadır. Bu durumu İmam-ı Gazali şu şekilde izah eder; “bedenin azalarının her biri kendine mahsus bir fiil için yaratılmıştır. Onun hastalığı yapması gereken işi yapmamasıdır.(…) Kalbin hastalığı ise yapılması için yaratılmış olduğu işin kendisine zor gelmesidir.” Kalp burada bedenin manevi idarecisidir. Vazifesi bütün bedeni yaratılış gayesine uygun hareket edeceği fiillere yönlendirmektir.
Yolculuk boyunca bizi menzile taşıyan bedenimizdir. İstikameti gösteren kalbimiz, yolculuğu koordine etmemizi sağlayansa zihnimizdir. Bunlardan biri muvâzenesini yitirdiğinde yolculuğun selâmeti akamete uğrar. Bedenin ne için yaratılmışsa o iş üzere hazır ve talimli olması, kalbin istikametini şaşırmaması için hedef şaşırtan çer çöp ve pisliklerden temizlenmesi, zihnin hayatın gayesi üzerinde odaklanıp yolculuğu dizayn etmesi beklenir lâkin yolculuk sürprizlerle doludur. Yolun çetin soruları ve imtihanları vardır.
Hayatın anlam ve gayesi üzerinde düşünüp kafa yormamış, lâlettâyin yaşayan bir insanın imtihan dediğimiz bu sorular karşısında nazım ve ahengini yitirmesi çok şaşılası bir şey olmayacaktır. Varoluş heyecanını kaybetmiş olmanın neticesi, bunalımlar anaforunda çırpınan insan manzaraları…
İnsanın yerleşik hayata alışması, bir yere, bir mekana bağlı kalması, göçebe ruhuna/özüne ters bir yaşam biçiminde diretmesi sonucu, varoluşunun ve kendini arayışının heyecanını kaybetmiş olmasını yadırgamamak gerekir. Şehirli insan için yol, ev ve iş arası geçim derdinden ibaret hale gelmişken, ondan hayatın anlamını sorgulamasını, kendi merkezini aramasını ummak safça bir beklenti gibi görünse de “insandan ümit kesmeyiniz” der ehl-i hikmet. Çünkü insandan ümidini kesen yaratandan da ümidini kesmiş demektir. Ümitsizlik insanın kendine ve insanlığa yapabileceği en büyük zulümdür. Günümüz yaşamının keşmekeşi ve insana kendini unutturan gaflet materyallerine rağmen bu sözün hikmetine sığınarak bakmalıyız insana. Tam da burada sözü ehline bırakalım;
“Hakktan yana olan Rahmânî insan, ümidin insanıdır. Hakktan ümit kesilmez.”[2]
Yolculuk için ümit önemli bir azıktır. Bu azıkla yolun sarp yokuşları aşılır, düşülen her seferde ayağa kalkılır, yaralar sarılır, yaşam eziyet olmaktan çıkıp bilme ve keşfetme enerjisiyle muhteşem bir yolculuğa dönüşür.
Bilmelidir ki yola çıkmak için önce gerçek, saf bir niyet gereklidir. Neden gerçek ve saf bir niyet dedik; nice yolculuk hikâyesi vardır ki niyetlerdeki bulanıklık sebebiyle hüsranla bitmiştir. Dilin şahâdet ettiğini beden, kalp, nefs, zihin ikrar edememiştir. Dünyevî kaygılar ve yolun imtihanları, sâfiyetinden neredeyse emin olduğumuz niyetlerin hakikatiyle yüzleştirir her birimizi. Bu yüzleşme tekrar doğrulup hasretini çektiğimize yürümemiz için bir fırsattır aslında.
Yolculuğa çıkmamıza sebep olan derin bir hasret duygusudur. Yolculuk, yolcunun kendi özüne, merkezine, içine seferidir. Bir özlem yolculuğudur dünya hayatı, cânın cânana özleminin seferidir adeta…
Seferler mücadele ve güçlüklerle doludur. Her düşüş yaralar açar, iyileşmek için sebeplere sarılır, şifa ararız. Yolda nice yöntemler çıkar karşımıza, bize bizi vaadeden. Maalesef ki çoğu zaman kalp, nefs, ruh, zihin bütünlüğünü kuşatamayan yöntem ve yollardan eli boş döneriz.
Bir yolculuk vardır ki insanın hakikatine işaret eder. Ölmeden önce ömrümüzü nasıl geçirdiğimizi kontrol etme imkanı sunar. Sembol ve ritüelleriyle hayatımızın her evresine gönderme yapan muhteşem bir yolculuktur Hacc…
Hacc adeta dünya hayatının bir oyun, dünyanın bir sahne olduğunun idrakine çağrıdır. Hayat yolculuğunun kısa ama çarpıcı bir provasıdır. Alışageldiğin, bağlandığın mekândan, insanlardan, maddi manevi bağlılıklardan koparken başka bir mekânda kendinle başbaşa kalışın, kendi merkezine yolculuğun imkânını verir sana.
Kendi hakikatini arayan insan, güvende olduğunu hissetmek için karar kılmak ister, yolunu bulmak, bilmek ister…Soğuğa, karanlığa, acıya, yokluğa karşı elinde bir kalkan tutmaya ihtiyaç duyar. Rüzgarın önündeki bir yaprak gibi oradan oraya savrulmak istemez. Toz toprak içinde savrulduğu yolda bir elin onu tutup kaldırmasını, güvenli bir şekilde yolculuğa devam etmeyi umar. Sağa sola savrulmaktan korkar, rüzgârın şarkısından ürker…oysa ki tek samimi yoldaş bizi daima varoluş amacımıza doğru sürüklemeye çalışan hayat rüzgârımızdır.
Ey yolcu! Savrulmaktan, soğuktan, karanlıktan, acıdan korkma! Savrulmamak için tutunduğun şeylerin(dünya metâının) seni yolundan alıkoymasından kork. Sahte aynalarda gördüğün geçici güzelliklere aldanma. Nefsin afetlerinden, kalbin hastalıklarından, dünyanın geçici zevklerinin aldatıcılığından haberdar olup pas ve kirlerinden arınmayan bir kalp, selîm bir istikâmet vaadedemez sana. Kendi kalp aynanı parlatmadıkça, puslu aynaların yalanlarında kaybolmaya mahkum olursun.
Bize miras kalan yol ve yolculuk hikâyelerinden anladığımız kadarıyla; yolculuğun tüm yol kesenlerine rağmen niyeti, saf ve katışıksız tutabilenler mütebessim ayrılmışlar dünyadan. Umarız ki, yolculuğunda soruların yoldaşın, ümit azığın olsun. Yolculuğun sonunda, hikâyeni tamamlayıp bırakıp giderken dünyayı, dudaklarındaki tebessüm geride kalanlara ümit vadeden mirasın olsun.
İçini kazmazsan, oymazsan içini
Bir iç’in olmaz;
Bir iç’in olmazsa,
Bir kendin olmaz;
Kulağı kapıda
Bir kendin yoksa içerde,
Kapını çalacak,
Bir tanrın da olmaz.
Bir tanrın yoksa
İçinde başlayıp sonsuza giden,
Bir yolun da olmaz,
Yol arkadaşın da.
Bir yolun yoksa, sonsuza giden
Bir öykün de olmaz,
Ülkün de olmaz,
Türkün de olmaz.[3]
Elif İlay Hüsmen
[1] Mülk Suresi / 22 – Diyanet İşleri BaşKanlığı Kur’an-ı Kerîm Meâl ve Tefsiri.
[2] Teoman Duralı,Çağdaş Küresel Medeniyet, 2. baskı s.47.
[3] Cahit Koytak, Kuyu şiiri.