Araştırma isteği, olay ve olguları anlama, açıklama, buluşlar arasındaki ilişkiyi yorumlama vb. durumlar sadece insana mahsustur.
Ayırt edici vasfı olan insanın varoluşu ile evrene yöneliş süreci başlamıştır. Bu süreçteki çaba tarihin her döneminde aynı nitelik, düzey ve sistemde olmamıştır. Elde edilen bilgiler bir müddet sonra sisteme oturtulup bilimsel bilgi olma vasfına ulaştırılmıştır. Bilimin bir güç olarak ele alınması ve teknolojiyle ilişkisi sonunda, canlıların ortak yaşam alanı da değişim sürecine girmiştir.
Bilime fonksiyonel açıdan bakıldığında;
- Bireyin kişiliğinin geliştirilmesi için yapılan bilimsel çalışmalar
- Evrendeki ilahi düzeni kavrama ve bu yolla kurtuluşa ermek için sürdürülen çalışmalar
- İnsanın, toplumun ve tabiatın bilinmesi ve bunlar üzerinde egemen olma amaçlı sürdürülen bilimsel çalışmalar
olarak dikkati çeker.
İlk iki bilimsel çalışma geçmiş dönemin faaliyetlerinin bir özelliği iken üçüncüsü günümüz bilimsel çalışmalarının temel özelliğini oluşturmaktadır.
Bilimde uyanışın iki dönemi vardır:
1. Dönem; 11. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 13. yüzyılda doruğa ulaşan İslam dünyasındaki bilimsel gelişmelerdir. İnsanlığı olumlu yönde etkilemiştir.
2. dönem ise 16. yüzyılda başlayıp günümüze kadar gelen en temel özelliği deney, gözlem ve matematiğe dayanan modern bilim dönemidir. Kopernik’le birlikte evrenin yapısına mekanik bir bakış açısı getirildi. Nicelikçi bir yaklaşım geliştirildi. Evrende olup biten her olay mesela bir taşın düşmesiyle bir gezegenin dönmesi aynı yasaya bağlandı. Doğa bir matematik yapı olarak görüldü. Evrene duygu ve sezgiyle yaklaşma anlayışı terk edildi.
Yeni bilimsel bakış açısında, her olayın bir nedeni-sonucu vardır. Bir olay başka bir olayla açıklanabilir. Burada bir ilahi müdahalenin, yani Allah’ın, aradan çıkarılmasıyla her şeyi insanın kendi aklıyla anlayabileceği görüşü hâkim oldu.
16. ve 17. yüzyılda yeni dünya görüşü ve değerler sistemi formülleştirildi. Yeni bir kozmos, yeni bir zihniyet anlayışı ve bilimin özellikleri de yaygınlaştı.
15. yüzyıldan önce Avrupa’da dünya görüşü organikti. Yani insanları, olayları maddi ve manevi yönleriyle ele alırlardı. Bireyin ihtiyacının toplumun ihtiyacına tâbi olduğunu bilerek doğayla uyumlu yaşarlardı.
Modern dünyada, insanın bütün faaliyetlerine akıl hâkim olunca, matematiksel olmayanlar bilim dışı ilan edildi. Ruhsal alan ihmal edildi. Nicelik yüceltildikçe ekonomi ve teknoloji, toplumlara ve çağa hâkimiyet kurdu. Ateizm, Auguste Comte’un pozitivizmi ile 19. yüzyılda yaygınlaştı. “Neden”, “Niçin” soruları yerine “Nasıl” sorusu ikame edildi (yerine koyuldu).
“Allah inancı” ve “din” konuları dışarıda bırakıldı. İnsanlığın en büyük gerçeği olan din dışlandı. Dine göre de gözlem, deney, akıl çok önemli araçlardır. Bununla birlikte imanla ilgili konular çok önemli, mutlak doğru ve inkârı olmayan gerçeklerdir. Tek gerçek, duyuların elde ettiği bilgi değildir. Vahiy, en önemli kaynaktır. Her şey pozitif metot ile açıklanamaz.
Anlamak için bilimden, yönetmek için bilime geçiş; hikmet anlayışını dışarıda bırakmıştır.
Hikmet arayışının terk edilmesiyle insan egosunu sıradanlaştırdı. Kendisiyle ilgili “benlik” ve “öz” bilimine tutundu. Şu an, insan atölyede, fabrikada herhangi bir alet konumundadır. Bilimin ve teknolojinin uygulanışındaki yanlışlıklar, insanı ve toplumu ruhsuz ve maneviyatsızlaştırmıştır.
Her şey görünür âleme indirgenmiş, insan ulvi, aşkın (üstün) ve ilahi alandan koparılınca bir kriz geçirme aşamasına gelmiştir. İnsan algısı aşkın ve ulvi ilkeye dayanırsa bulunduğu mekânı kutsal algılar, bu amaca göre eylemde bulunur.
Modern dünyada insanın günlük yaşamında pragmatizm (yararcılık) ve din dışı bir zihniyet hâkimdir. Hakikat kavramının yerine yarar ve rahatlık düşüncesi geçmiştir. Yaşamı, dünyayı yorumlama ve anlama gibi konulardan ziyade pratik ihtiyaçlara cevap vermeye çalışmıştır bilim. Bu durumda insan yabancılaşmış yaşamını anlamsız görmeye başlamıştır. 19. yüzyılın sonlarında sosyal bilimlerde birtakım fikirler geliştirildi. Ancak bunlarda evrim, sınıf kavgalarından ibaret olup, relativizm (görecilik) ve pozitivizmi barındırmaktaydı. Evrenin atomların rastgele bir araya gelmesiyle oluştuğu düşüncesi insanı ulvi alandan koparmış dar bir konuma hapsetmiştir.
İnsan, yaşamını bu dünyaya bitişik duyular âlemiyle örtüştürmüştür. Gurbette olduğu düşüncesi, öteleri hissetme ya da düşünme bir kenara bırakılmıştır.
Yaşamını çalkantılı bir şekilde devam ettirirken mutluluğu yakalayamaz olmuştur. Modern dünyada yapay ihtiyaçlar oluşturulmakla insan çok şey ister hale gelmiştir. Çok istedikçe de birçok şeyden mahrum kalır. Oysa insan, birçok şey yokken onlarsız yaşamasını biliyordu. Yeni şeyler olmadan, onlarsız yaşayamayacağı saplantısına kapılarak her şeyi göze aldı, bütün gücünü maddi doyumunu sağlayacak para kazanma ve bununla doyum sağlamaya yöneltti.
Nefsin hoşuna giden nesne ve olaylarla yaşantısını donatmış ve kanaat etme duygusunu yitirmiştir. Teslimiyetçi olmaktan uzak, itirazcı, reddedici olmayı kendisinin yeni değerleri olarak belirlemiştir. Doymazlık psikolojisi ve teknizm dini ortaya çıkmıştır.
İslam’ın bilim anlayışında, anlamak için bilim ve hayatı kolaylaştırıcı teknoloji her daim olmuştur. Kendi öğretileriyle uyuşmayan gelişmeleri reddeden İslam, “Değişimin en üst değer olarak görülüp, insanlığın ilerlemesi için gerekirse eski olan her şeyi terk etmek” fikrini desteklemez.
İslam, vahiy ve akıl arasındaki ilişkiyi önemser. Bilim ve teknoloji insan yüzlü olmalı, insan hayatında uysallaştırılmalı. Bilim ve teknoloji insanın gerçek ihtiyaçlarına yönelik işlev görmeli. Büyüklük ve devlik hayranlığı kendi kendini tahriptir. İnsan küçüktür ve küçük güzeldir.