Değişim insanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan doğal bir süreç ve ihtiyaçtır. Yaşam değişim-dönüşüm döngüsüyle devam eder.
Doğumdan itibaren yaşamın tüm aşamalarında davranışlarımız olumlu veya olumsuz yönde bir değişim içerisindedir. İlk çocukluk döneminde bu değişimin bir kısmını ebeveynlerimiz bizim adımıza gerçekleştirir. Yaş ilerledikçe ise ana-babamızın yerini toplumsal baskılar, beklentiler ve manipülasyonlar alır. Tüm bunlar bazen biz farkında olmadan veya isteğimiz dışında davranış ve kanaat değiştirmemize neden olur. Bu yüzden en doğru değişimi sağlayabilmek için öncelikle yüksek bir farkındalığa ihtiyaç vardır. Kritik ve analitik düşünme yetisi bu farkındalığa sahip olabilmek için şarttır. Zira özellikle günümüzde düşüncelerimizi ve bakış açımızı yönlendiren medya, kötü amaçlarla kullanıldığında insanları manipüle ederek, onlara yanlış düşünce ve önyargıları empoze edebilmektedir. Bunun önüne geçebilmek için medyayı yüzeysel değil, bilinçli ve eleştirel bir bakış açısıyla takip etmek gerekir. Değişim hem fiziksel hem psikolojik anlamda düşünüldüğünde aşama aşamadır. Bir aşamadaki değişim yaşanmadan bir sonraki aşamaya geçmek sağlıklı olmaz. Kişinin amacı bu değişim-dönüşüm aşamalarını geçerek insanın fıtratına en uygun olan olgunluğa kavuşmayı, Allah’ın rızasına ulaşmayı başarabilmek olmalıdır. Eğer yanlış bir değişim söz konusu olursa kişi öz benliğinden uzaklaşıp kendine yabancılaşır. Bu yabancılaşmanın gerçekleşmesi halinde Allah’ın bu yanlış değişime müdahale edeceği şu âyet-i kerimede bildirilmiştir: “… Muhakkak ki bir toplum özlerini (iç dünyalarını ve güzel ahlaklarını) değiştirip bozmadıkça, Allah da onların durumunu değiştirip bozmaz…”[1] Bu ayetten anlıyoruz ki en büyük iradenin sahibi olan Allah insanlara kendi değişimlerini sağlama özgürlüğü tanıyarak seçimi onlara bırakmıştır. Davranışlarının sonucuna göre de karşılık takdir etmiştir. Bizi yöneten idarecilerimiz de bizim içimizden çıktığından Peygamber Efendimiz’in “Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz” şeklindeki sözünü idrak ederek öncelikle toplum fertleri olarak kendimizi değiştirmeli ve geliştirmeliyiz. Böylelikle Allah’ın insanı saygıdeğer bir varlık olarak yaratmasının hakkını teslim etmiş oluruz. Tüm bunlar ışığında şunu söyleyebiliriz: İslam değişimden yanadır ve Allah-u Teala bu değişim gücünü her kuluna vermiştir. Ancak bu değişimi gerçekleştirebilmek için önce buna niyet etmek ve inanmak gereklidir.
Olumlu değişim için gerekli olan en önemli unsurlardan biri sağlam bir iradedir. Gerçek anlamda değişebileceğine inanan kişi sağlam bir iradeyle amacına ulaşabilir. İrade, değişimi niyetimize koyduktan sonraki aşamadır ve tüm engellere karşı mücadele etmemizi sağlar. Her birey kendi içinde, ruhunda bu irade gücünü barındırır ama ne yazık ki çoğu zaman bu gücü ortaya çıkaramaz. Bunu başarabilmek için bilinçaltıyla uyumlu çalışmak, yani bilinçaltının kapsadığı hayaller, inançlar ve kalıpları hedefler doğrultusunda değiştirmek gereklidir. Çünkü hayaller her zaman iradenin önüne geçer. Mesela bir öğrenci çalışmaya karar verdiğinde bunu devam ettiremiyorsa, bunun nedeni öğrencinin bu değişimini içselleştirmeden sadece iradesiyle sağlamaya çalışması, ders çalışırken bile arkadaşlarıyla eğlenmeyi, TV seyretmeyi veya oyun oynamayı hayal etmesidir. Bilinçaltındaki bu hayalleri değiştirmeden sadece iradesiyle yola çıktığı için başarısız olması olağandır. Oysa önce hayalinde çalışma arzusunu var edebilse, değişimi uzun vadeli olabilir. Bu örnekten anlaşılacağı gibi değişim ancak hayal ve sağlam iradenin işbirliğiyle gerçekleşebilir.
Değişimin önündeki en büyük engel insanın kendi egosudur. Güç ve iktidar, makam ve para hırsı, enaniyet ve kibir gibi nefsani duygular kişinin değişime direnç göstermesine neden olur. Bu dirence en güzel örnek Arap toplumunun önde gelenlerinin Hz. Muhammed’in İslam davetine, başka bir deyişle değişim çağrısına kulak tıkamaları ve karşı çıkmalarıdır. Bu değişim çağrısını kabul edenler ise yukarıda belirtilen nefsani duygulardan arınmış, hayatlarındaki aksaklıkları farketmiş, düşünerek adım atan kişilerdir. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi güce, nüfuza, makama düşkün, kibir sahipleri ise insan yaradılışına en uygun olan İslami değişime şiddetle karşı çıkmış, üzerinde düşünmeye bile gerek duymadan bu uğurda acımasızca mücadele etmişlerdir. İslamı kabul etmeye direnen bu insanların vazgeçmek istemedikleri bir diğer şey olan gelenekleri ise olumlu değişimin önündeki engellerden biridir. Geleneklere sorgulamadan, körü körüne bağlılık insanın aklını kullanmasını engeller. Aklın devre dışı bırakılması ise toplumların sürü psikolojisiyle hareket etmeleri sonucunu doğurur. Bu sorgusuz kabul ediş Kur’an’ın öngördüğü değişimin gerçekleşmesini imkansız kılar. Bu yüzden bizler son derece uyanık olmalı, kimin neyi ne için istediğini tespit etmeli, fıtratımıza en uygun olan Efendimiz (s.a.v.)’ in Rabbimizden getirdiği değişime kulak vermeli ve onun hayalini kurmalıyız ki dünya ve ahirette mutlu olabilelim.
Psikolog Şerife Zehra Yiğit
[1] Ra’d Suresi 11. Ayet – Feyzu’l Furkan