“Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır.” buyuruyor Allah’ın Rasulü.
Belayı hep başkalarından bekleriz, oysa Peygamber Efendimiz, belanın bir sebebinin dilimiz olduğunu yani kendimiz olduğunu söylüyor. Etrafta suçlu aramaya gerek yok. “Tut dilini, korun beladan”
Dil belasına duçar olmayan yoktur. Yaşayarak da pek çok kez tecrübe etmişizdir fakat yine de dil belasına çokça düşüyoruz. Neden dilimizi tutmak bu kadar zor geliyor? Altı üstü ağzımızı kapatıp az konuşsak, pek çok beladan korunacağız. Ya da güzel sözler söyleyerek pek çok güzelliğe vesile olacağız.
Dilimizi tutamıyoruz zira dil düşüncenin emrindedir. Dil sadece düşünceyi aktaran basit bir organdır. Dili tutmak için düşünceyi kontrol etmek lazım. Dilin tatlı olması için düşüncelerin güzel olması lazım. Dilin güzelleşmesi için düşüncenin terbiye olması lazım.
Düşüncenin terbiye olması için de gözümüzü etraftan çekip kendi içimize dönmemiz, nefsimizi terbiye etmemiz lazım. Kendi hatalarımızı görmemiz gerek. Kendi günahlarımızı görmeyip başkalarının günahlarını görürsek, dilimizden de onları kınayan sözler dökülür. İçimizde ne varsa dil onu dışarı döker.
Evlilik hayatında ortaya çıkan sıkıntılarda da en büyük etken, kişilerin kendi kusurlarını görmeyip eşinin kusurlarına odaklanmasıdır. Zira nefis, kendine kusur bulmaktansa suçu başkasına atıp kendini temize çıkarmaya uğraşır.
Kendi hatasını görmeyen, kendini mükemmel eş zanneden kişi; eşini hatalı, kusurlu taraf olarak görür, öfke besler. Bu da muhakkak kişinin dilinden dökülür. İstemese de dökülür. Dilimi tutayım dese de saklayamaz bir şekilde içinde biriktirdiklerini ifşa eder. Hz. Ali efendimiz:
“Kişi hiçbir şeyi saklayamaz ki o dilinin sürçmesinden ve yüzünden belli olmasın.” buyurmuş.
Kendi kusurlarını gören kişi ise eşinin kusurlarını gözünde çok büyütmez, kendi hatalarını düzeltmeye çalışır. Kendi ile uğraşan kişi eşine pek öfkelenmez. Öfkelenmediği için de dilinden öfke akmaz. Eşi ile iyi geçinmeyi isteyen önce eşi ile ilgili iyi şeyler düşünmelidir.
Kendi eksiklerini görebilen, eşinin iyi yanlarını görmeye meyyal olur. “Benim bunca hatama karşın eşim beni idare ediyor.” diye düşünüp eşine minnet duyar. Eşine minnet duyan kişi, eşini takdir eder, ona teşekkür eder, güzel sözler söyler.
O halde evlilik problemlerini düzeltmeye kişi kendinden başlamalı. Zira kişinin kendini değiştirmeye gücü zor yeterken, nerde kaldı ki söyleyerek, zorlayarak eşini değiştirebilsin.
Ayrıca buradaki en tehlikeli nokta ise kişinin kendi kusurlarını görmemesidir ki, bu kibir alametidir.
“Ben iyiyim, ben mükemmel eşim, ben yaptım mı her şeyin iyisini yaparım…”
“Ah şu günahkâr eşim, ah şu düşüncesiz eşim, ah beceriksiz eşim…” diye düşünüyorsa kişi kibir belasına düşmüş demektir.
Kibir insanın gözünü kör eder de kişi kendi nasıl bir eş olduğunu bilmez. İnsanı rahmetten uzaklaştıran en büyük günahtır kibir.
Şeytanın kibir sebebi ile Allah’ın rahmetinden uzaklaşması gibi kibir, hem insana manevi olarak zarar verir hem de yuvada rahmeti azaltır. Oysa yuvanın yakıtı rahmet olmalı; merhametle bakmalı karı-koca birbirine ki sevgi ile yaşasınlar. Bunun da formülü; kişinin kendi eksiklerini, eşinin ise iyi taraflarını görmesidir.
Kafa dolmazsa dil boşaltmaz. Kafada zehir varsa dilden zehir akar, gül bahçesi varsa bülbül şakır.
Yaşanan her şeyin imtihanın bir parçası olduğu hatırda tutulursa, zihin daha temiz kalır. Ve merhametle bakmak alışkanlık edinilirse dilden de tatlı sözler dökülür. Muhabbet bağının gülleri de o zaman derlenir.