İnsanlar yalnız kalmaktan çekinirler. Yalnızlık ölümü çağrıştırır. İnsanların en çok kaçındığı ama yadsıyamadığı gerçek ölümdür. Diğer tüm küçük kaygıların kökeninde ölüm kaygısı vardır. Karanlık korkusunun, hastalanma korkusunun ya da benzer diğer korkuların altında ölüm korkusu vardır.
Ölüm farkındalığını artırmak aslında diğer korku ve kaygıların üstesinden gelmek için oldukça faydalıdır. Ölümü düşünmek, ölüm anını ve sonrasını zihinde canlandırmak, böylece ölümü hatırlamak diğer korkuların yenilmesinde, fobilerin ve kaygı bozukluklarının tedavisinde etkindir. Başlangıçta yüzleşmek insanı korkutsa da zamanla bunun ne kadar işe yaradığını kişi fark eder.
Müslüman için yalnızlık görecelidir; mutlak değildir. İhsan makamında kişi asla yalnız değildir. “Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir” gerçeğine gönülden inanan kişi yalnızlık çekmez. Diliyle gönlü bir olan, sözü de ameline uygun olan yalnız olmadığını bilir.
Yalnızlık kavramını hayatın tanımıyla birlikte düşündüğümüzde daha doğru irdeleyebiliriz. Canlı kimdir ve hayat nedir sorusuna Yusuf Hemedani hazretlerinin (ks) verdiği cevap ne kadar da evrenseldir:
Canlı, avunup teselli olan kişidir. Hayat, avunmak ve teselli olmaktır. Ancak avunma ve teselli olma yerleri farklı farklıdır. Yemek, içmek, giyinmek gibi dünya hayatının maddi yüzü ile avunan insanlar, hayvanların teselli olma yerlerini kendilerine mesken edinmişlerdir ve bu durum birçok sıkıntıya/huzursuzluğa sebep olmaktadır. Diğer taraftan din ile teselli olan, Allah-u Teâlâ’nın zikri ile avunan kişinin, yedi kat gök ve yerle muhalefeti kalmaz, her şeyle barışık olur. Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
Bu iç huzur olgunluğuna ulaşmış insan yalnızlık çekmez. Yine Yusuf Hemedani Hazretlerine göre İslam’ın tezahür ettiği yer beden; imanın tezahür ettiği yer kalp; ihsanın tezahür ettiği yer ise ruhtur.
Benliği ayrıştırabildiğimiz oranda yalnızlıktan uzaklaşabiliriz. İnsanın yaradılış gayesi, Allah’ı bulmak, onu tanımak, sevmek ve ona layıkıyla kulluk etmek; bunun için de kat kat örtülü ruhu kendi içinden bulup çıkarmak… Bunun için fenâ kavramını düşünebiliriz. Fenâ bir tür identification-özdeşim kurma gibidir. Birisiyle özdeşleşmek, benliğini onunla bütünleştirmek ve özdeşim kurmak, gelişimin doğal bir ihtiyacıdır. Fakat kişinin doğru özdeşim modelleri bulması son derece önemli. Şeyh Efendi’de, Resulullah’ta (sav) ve Allah’ta (cc) fâni olmak, kendini onda kaybedip, kendi benliğinden vazgeçip, ona teslim olmak bu konuyla ilgili bir süreç.
Robert Frager’e göre Varlık karşısında iki temel ve aynı zamanda birbirine zıt hareket vardır: Ayrılığa yönelik hareket ve tevhide yönelik hareket. Ayrılma sürecinde ben gelişir ve bu şekilde dünyada müstakil bir fert olduğumuz duygusunu derinleştiririz. Dolayısıyla ego, içimizde bulunup bizi tevhid duygusu geliştirmekten alıkoyabilmek için çalışan bir kuvvettir. Her zaman iki tercihimiz vardır: ayrılığa doğru veya tevhide doğru hareket etmek. Ayrılığa doğru harekete başladığımızda Hakikat’ten gittikçe daha çok uzaklaşırız. Buna zıt işleyen süreç ise bizi muhabbet-aşk temelinde tevhide doğru taşıyan harekettir. İnsan, ruhunun tekâmülüyle sevebilme kapasitesini artırır.
Frager, Sufi Terapistin Sohbet Günlüğü kitabında bu konuyu çok güzel açıklar. O, tasavvufun, kendi benlik duygumuzun, yani tasavvufta ‘kişisel ruh’ diyebileceğimiz şeyin, kendimizi somutlaştırma ve kendimizi adeta dışarıdan bakıyormuşçasına nesneler olarak görme kabiliyetimizin tabii bir neticesi olduğunu ifade eder. Frager şöyle der: “Bunu yapabilme kapasitemiz bize bir şeyler yapma ve planlama gücü verir. Bize etrafımızdaki dünyayı muazzam bir şekilde kontrol etmenin kapılarını açar. Ama sorun şu ki, “işte ben burada somut bir nesne olarak varım” dediğimizde, tanım itibariyle kendimizi dünyadan ayırmış da oluyoruz. “Ben” dediğimizde bir ikilik ortaya koymuş oluyoruz. “Ben” varsa başka bir şey de olmak zorunda. Fakat tasavvufi açıdan baktığımızda, bizler tevhid yolunun yolcularıyız ve vahdete ermenin önündeki en büyük engellerden biri de kuvvetli bir düalite-ikilik duygusudur.”
“Ben”in olduğu yerde yalnızlık vardır. Ben’den ayrıştığımız zaman yalnızlıktan kurtulmuş oluruz. En’am süresinin 162. ayeti ve Bakara süresinin 156. ayetinden “ben”in nasıl ortadan kalktığını ve Yüce Yaratıcı ile yalnızlığımızın nasıl giderildiğini kavrayabiliriz. Fıtrattaki tevhid, insanlık için tek çözümdür.