Fazilet türlerinin hepsine sahip, keremi bol ve bağışı sonsuz. Her türlü şeref ve fazileti zatında toplayan.
Sözlükte “cömert olmak, iyi, ahlaklı, asil ve değerli olmak” anlamındaki (keramet) kökünden sıfat olan kerim, yaradılıştan cömert olan, insanın şerefiyle bağdaşmayan her türlü şeyden arınmış bulunan, demektir. Kerem kavramı Allah Teâlâ’ya nispet edildiğinde lütuf ve ihsanda bulunma manası ağır basar.
Gazzali’nin Kerim ismiyle ilgili olarak kaydettiği manalar bu mevzuda söylenenlerin en kapsamlısıdır: Kerim, muktedirken affeden. Vaadini yerine getiren. Lütfunu umulanın ötesinde gerçekleştiren. Kime ne kadar lütufta bulunduğunun hesabını yapmayan, kendisinden başkasına başvurulmasına rıza göstermeyen. Vefasızlığa sitemiyle mukabelede bulunup, dostluğu bozacak bir karşılık vermeyen. Kendisine sığınanı yüz üstü bırakmayan. Aracı ve şefaatçilere muhtaç kılmayandır.
Kerim ismi hem İbn Mâce, hem Tirmizi’nin esmâ-i hüsna listesinde yer almış, diğer hadis rivayetlerinde de zât-ı ilâhiyeye izâfe edilmiştir. Hadis literatüründe çeşitli fiil kalıplarıyla Allah’a (cc) nispet edilen kerim kavramlarının sayısı oldukça çoktur.
“…Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük eden de bilsin ki, Rabbin müstağnidir, çok kerem sahibidir”(Neml 40 ). Bu sure Rasûlullah’ın (sav) kıyamete kadar devam edecek olan en büyük mucizesi ve güçlü delilidir.
Mekke-i Mükerreme’de nazil olan diğer surelerde olduğu gibi, bu surenin ana mevzuu da akidedir. Allah’a iman, yalnız O’na ibadet, ahirete inanmak ve ahiretteki sevap ve azap mevzuu, vahye inanmak, gaybın bütünüyle Allaha itaat olduğunu ve O’ndan başka kimsenin gayba muttali olamayacağını kabul etmek, Allah-u Teâlâ’nın hem yaratıcı, hem rızık verici olduğuna, nimetleri O’nun ihsan ettiğine inanmak, gönülleri, Allah’ın (cc) insanlığa verdiği nimetler karşısında şükre teşvik etmek ve her şeyi yürütüp değiştirme gücünün Allah’a has olduğuna, buna Allah’tan başka kimsenin gücü yetmeyeceğine iman etmek. İşte bu surenin ana mevzularıdır.
“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur.” Çünkü şükür, mevcut nimete sahip olmak ve kaybolan nimeti yakalamaktır. “ Nankörlük eden de” yani nimetin değerini idrak edemeyerek şükretmeyen ve o nimetin hakkını yerine getiremeyen de ki, nankörlüğün zararı ona aittir. “ Bilsin ki, Rabbim müstağnidir.” O şahsın şükretmesine ihtiyacı yoktur. “Çok kerem sahibidir.” Şükredenden lütfunu esirgemez ve azabını tehir eder. Şükür, şükredene fayda verir.
Kurtubî diyor ki: “ Kim şükrederse kendi lehinedir.” Bunun faydası sadece kendisine döner. Zira o şükretmekle üzerindeki nimetin tamamlanmasına, devam etmesine ve o nimetin daha da artmasına hak kazanmış olur. Çünkü şükür sayesinde mevcut nimet sağlama bağlanmış olur. Elde bulunmayan nimetlere de bu yolla nail olunur.
Allah Teâlâ, hâkimlerin hâkimi, her şeyden müstağni, fazilet türlerinin hepsine en çok layık, dilediğine dilediği kadar; dilediği şekilde, hiçbir sorguya tabi tutulmaksızın, istenildiği zaman bol bol ihsanda bulunur. Kerim olmak için, ihsanın tezahür etmesi şarttır. Allah (cc), kerem sahibi olduğu içindir ki, hak sahibi olmayan mahlûkatına doğrudan doğruya nimet verir. Bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur. Günahı örter. Kötülük yapanı affeder.
Kerim ismi, aynı zamanda cömert manasında da kullanılır. O toplumun en cömertidir denilir. Bir Müslüman bu sıfatla güzelleşir ve selametle vasıflanır. Rasûlullah (sav) “Cennet, cömertler yurdudur” buyurmuştur.
Kerem mevzûunda şunu da söylemiştir Nebi (sav): “ Haseb(şeref) mal iledir. Kerem takva iledir.” Hamd olsun Kerîm olan Allah’a (cc) salat ve selam olsun O’nun Kerîm olan Nebi-i muhteremi (sav)’ne. Hadis bölümünü O’nun(sav) şu duasıyla noktalayalım: “ İlahi rahmetten kovulmuş bulunan şeytandan, yüce Allah’ın, O’nun kerim olan zatına ve kadim olan hükümranlığına sığınırım.”
Sûfîlere göre El-Kerîm, kulun rızasını elde etmek için, herhangi bir vesileye muhtaç olmayan kimse, Allah(cc) demektir. El- Kerim olan Allah(cc), cömertçe verir ve verdiği için de karşılık beklemez.
Allah(cc) yolunda infakın, cömertliğin keremin ve zekâtın sûfî nazarında yeri: “Her şeyin bir zekâtı vardır” denilmiştir. Meşayıh bu sözü çok güzel bir tarzda taksimata tabi tutmuşlardır. Şöyle ki: Zenginlerin zekâtı; mallarından bir miktar fakirlere vermeleridir. Fakirlerin zekâtı; kalplerindeki, zenginlere karşı olan mal beklentisi yönündeki itimadı söküp atmalarıdır. Âşıkların zekâtı; ruhlarını Allah’ın muhabbetiyle süslemeleridir. Ariflerin zekâtı; sahip oldukları güzel hallerinden, ihtiyacı olan kimselere, irşad nev’inden tasaddukta bulunmalarıdır. Hikmet infak etmek de, aynen zekât gibidir, diyor Muhyiddin İbn Arabî ks. zekâtın ehli olduğu gibi, hikmetin ve bilginin de ehli vardır. Hikmet, ehli olmayan kimseye verildiğinde, zayi edilmiş olur. Tıpkı, malın ehil olan kimseye verilmediği zaman zayi olması gibi.
Mülk, ehline verilmelidir. Bu şekilde davranmak her Müslümanın üzerine vaciptir. İşin en evla olanı ise, ilmin ehline verilmesidir. Çünkü ilim ve irfan, her halükarda, dünya malından daha evladır. İlmini saçan ve infak eden, malını ve parasını saçarak infak edenden mertebe olarak daha yüksek ve cömertlikte daha faziletlidir. Zira dünya malı gelip geçicidir. İnfak, infak edenin malını eksiltir. İlim ise infak ettikçe artar ve bâkidir.(kalıcıdır)
Râgıp ve Beyzavî (ra), Bakara suresi 3.ayeti şöyle tefsir etmişlerdir: “Kendilerine tahsis kıldığımız marifet nurlarından ve feyzlerinden, Allah yolunda harcarlar.” Hak Teâlâ’nın halkına ilk ikramı, ilk olarak onları yaratması, onların bekalarına yardımda bulunmasıdır. Ana – baba ve dedesini tanıması, kendi kemal ve olgunluğunu yaratıklarına da vermiş olmasıdır. Ve Âdemoğullarını her bakımdan üstün tutarak, onlara rızıkların en güzellerini vermiş olmasıdır. Sonra, bunlardan bazılarına iman ikram ederek, onları birbirlerinden gerek sülûkta, gerek irfanda üstün basamaklara yükseltmiştir.
Nimetlerin ve ihsanın tamamı O’nun rahmetinin, cömertliğinin ve kereminin eseridir. Dünya ve ahretteki bütün hayırlar, O’nun rahmetinin eserlerindendir. Bu huylarla kul da süslenebilir. Ancak, Kerem-i Mutlak’a nispetle o, hiç mesabesinde kalır.
Bu güzel evsafa haiz olanlar, ferde veya cemiyete karşı, iyi bir iş yapamadıkları gün, ferah ve rahat olamazlar. Bilindiği gibi iyilik yapanlar çok taciz edilir, katlanmak büyüklüktür. Bilinmelidir ki, bu, Allah Teâlâ’nın o kuluna büyük bir iltifatıdır. Teşekkür etmek gerekir. Acizlik göstermemelidir. Bir de katiyen gurura kapılmamalı, bu çok tehlikelidir.
Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremine karşı, kişinin ümitsizliğe kapılması da tehlikelidir. Ne kadar büyük günahı irtikâp ederse etsin, asla ümitsizlik yoktur. Allah Teâlâ, Gafûru’r- Rahîm, Kerîmü’l-Ekremîn’dir.