Öğrenilebilen bir yeti olan farkındalık, benliğimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi, hislerimizi, davranışlarımızı, yeteneklerimizi ve sınırlarımızı tam anlamıyla idrak etmektir. Ancak tüm bunları yaparken “an”ın farkında olabilmektir. Farkındalık ile birlikte bilinçlilik de artar.
Bir işi ne kadar bilinçli yaparsak o kadar iyi algılamış oluruz. Yani farkındalık ile algımız da artmış olur. Farkındalık, düşünme yetimizin kendi kontrolümüzde olmasıdır aslında. Bu yüzden insan psikolojisi açısından da çok önemli bir kavramdır. Örneğin ruh sağlığı alanında yapılan tedavilere başlanmadan önce kişilerin farkındalık seviyeleri değerlendirilir. Ruh sağlığı ciddi derecede bozuk olan bireylerin şimdiki zamana dair farkındalıklarının çok az olduğu görülmektedir. Klinik psikoloji alanında özellikle psikoanalitik terapilerde hedef, danışana içgörü kazandırmaktır. Bu yüzden terapi boyunca kişinin kullandığı savunma mekanizmalarına ve bilinçdışında yaşadığı çatışmalara farkındalık kazanması amaçlanır.
Sağlıklı bireyler olarak bizlerin yaradılışımızın gereğine uygun yaşayıp yaşamadığımızın tesbitini yapmamız ve bu hedefe ne kadar yakın olduğumuzu idrak etmemiz şarttır. Allah bunu başarabilmemiz ve kendimizi olumlu yönde değiştirebilmemiz için farkındalık amacına hizmet eden çeşitli ibadetleri bize emir ve tavsiye etmiştir. Her gün beş vakit namaz ile dünyanın meşguliyetlerine ara verir, Allah ile baş başa kalırız. Her yıl ramazan ayı boyunca oruç tutarak Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetinin farkına varır ve bu nimetleri bulamayanları düşünerek daha çok şükrederiz. Aynı şekilde yaşamımız boyunca karşılaştığımız sıkıntılar, üzüntüler, problemler hep farkındalığımızı artırmamız için önemli vesilelerdir. Dünyaya ve nefsin arzularına fazla kapılınca, ömrün nasıl geçtiğini anlamamız, etrafta olup bitenlerin farkında olmamız zorlaşır. Böyle durumlarda Allah çeşitli musibetlerle bizi durup düşünmeye sevkeder ve gaflet uykusundan uyandırır. Elbette bu uyanış tüm bu sorunların başımıza neden geldigini sorgulayarak bu nedenleri doğru bir şekilde algılayabilmemizle mümkündür.
Farkındalığın önündeki en büyük engel gaflettir. Gaflet gerçek görevlerimizi unutmamıza neden olur ve bu ihmalin sonucuyla yüzleşince de büyük bir pişmanlık hissettirir. Kendimizi gafletin ellerine ne kadar çok bırakırsak farkındalığımız bir o kadar azalır. Allah-u Teala bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: ” Fakat! (Ey gafiller!) Siz, (geçici) dünya hayatını üstün tutuyorsunuz. Âhiret ise, hem daha hayırlı hem de devamlı (ve sonsuz)dur.”[1] Ayetten de anlaşılacağı gibi sadece dünya hayatında mutlu olmayı asıl amaç haline getirdiğimizde Allah bizi gaflete düşenlerden saymaktadır. Gaflet halinde olduğumuzda, maruz kaldığımız manipülasyonlara ve tüm olumsuz etkilere karşı savunmasız kalır, kötü niyetli insanların galeyanına kolaylıkla gelebiliriz. Halbuki kendimize ve çevremize karşı farkındalığımız ne kadar yüksek ise yönlendirmelere ve toplumsal baskılara uğramamız o kadar azalır. Karşımıza çıkan herşeyi kritik ve analitik düşünme süzgecimizden geçirebilirsek doğru karar verme ihtimalimiz de artar. Böylelikle başkalarının belirlediği gündemlerle oyalanmadan kendi gündemimizin belirleyicisi olabilir ve bizi yönlendirmeye çalışan sistemlerin amaçlarını doğru analiz edebiliriz. Ayrıca doğru yöne odaklanma yeteneğimiz de gelişir. Çünkü yanlış bir hedefe odaklanma bakış açımızı daraltarak farkındalığımızı azaltır, etrafımıza at gözlüğüyle bakmamıza ve hayatımızdaki önemli şeyleri ihmal etmemize neden olur. Oysa farkındalığa sahip bir zihin huzurlu olmamızı ve rahatlamamızı sağlar. Böylelikle etrafımızda olanları sindire sindire, önemli noktaları atlamadan eksiksiz bir şekilde algılayabiliriz.
Gafletten kurtulmak ve farkındalığı artırmak için tefekkür ve feraset gereklidir. Kendi başına bir ibadet olan tefekkür bir konu üzerinde derin düşünmeye, zihni o konu üzerinde çalıştırmaya denir. Yaşamın akışında karşılaştığımız olaylar üzerinde düşünüp tefekkür etmedikçe farkındalıktan da söz edemeyiz. Tüm içsel ve çevresel oluşum süreçlerinin üzerine kafa yormak ve analizler yapmak bu süreçleri daha iyi yönetmemize yardımcı olur. Bilindiği gibi yüksek algılayış ve farkındalık kabiliyetine feraset denmektedir. Olayların arkasındaki maksatları ancak feraset ile anlar, tedbirler alırız ve daha az hatayla hayatımıza devam edebiliriz. Efendimiz (S.A.V.) “Müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” buyurmuştur. Bunu nasıl elde edecegimizi ise Allah şu âyet-i kerimede bildirmektedir: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a saygı duyup emrine uygun yaşarsanız, size, iyiyi kötüden ayırt eden bir anlayış/bir nur verir.”[2] Buradan anlıyoruz ki yüksek bir anlayış kabiliyeti için öncelikle Allah’ın emir ve yasaklarının neler olduğunu öğrenmemiz ve öğrendiklerimizi hayatımıza tatbik etmemiz gereklidir.
Psikolog Şerife Zehra Yiğit
[1] A’la 16-17, Feyzu’l Furkan[2] Enfal- 29, Feyzu’l Furkan