Senedin ehemmiyeti ne ise hadîs ilimleri (ulûmu’l-hadîs) arasında rical ilmi’nin de ehemmiyeti odur. Hadîs hakkında son derece mühim ve zarurî olan sahîh, hasen, zayıf vs. şeklindeki değerlendirmelerin medârı seneddir, yani senedi teşkîl eden râvîler. Şu halde rical ilmi, hadis ilminin vazgeçilmez bölümlerinden birini ve hattâ birincisini teşkîl eder.
1- Râvi: Su tulumu, arkasında su taşıdıkları vâsıta, modern tabir ile arroröz; daima hadis ve şiir rivayet eden kimse; Rivâyetten ism-i fâildir. Râvi, lügat olarak bir haberi anlatan, nakleden, taşıyan, ileten, getiren kimseye denir. Hz. Peygamber’in söz, fiil, takrir, ahlak ve şemailine dair bilgi nakleden kimse. Mutlak olarak nakleden, hikaye eden anlamına gelen “ravi”, hadis usulündeki tarifine göre, “hadisi senedi ile usulüne uygun olarak nakleden kimse” demektir. Bir başka tarife göre hadisi öğrenip eda terimlerinden biriyle kendisinden sonrakilere nakleden hadisçi demektir. Çoğulu ruvat’tır. Bu mânâda râvi’ye müterâdif olarak müsnid, keza râviler manasında mutlaka cemi hâlinde ricâl kelimesi de kullanılır.
Ravinin rivayet ettiği nesne de mervî, yani kelime anlamıyla su veya söz ve şiirdir. Mervî, Resul-u Ekrem (s.a.s)’e nisbet olunan her şey olabileceği gibi Sahâbe, Tabiun ve başkalarına nisbet olunan şeyler de olabilir.[1]
İlk devir İslam âlimleri, son derece isabetli bir buluşla, kelimeleri bu lugat anlamlarından alarak, mecazi birer ıstılah haline getirmişlerdir: Hz. Peygamber pınar’a benzetilmiştir. Eski mervî yani “su”, onun sözleri olmuştur. Su taşıma; artık yerini Hadis rivayet etmeye, Hz. Peygamber’in söz ve fiillerini taşımaya bırakmıştır. Su taşıyanın adı da, hadis ravisine dönüşmüştür; artık onun kabında çeşme suyu değil, Peygamber pınarının suyu vardır. Eski edebiyat dilimizde “serçeşme” tabiri, Hz. Peygamber’in bir vasfı olarak kullanılırdı ki, “pınar başı, su başı” manâsına gelmektedir. Sistemin kelimelerinden de anlaşılacağı üzere; burada, Peygamber pınarının suyunu, o pınardan doğrudan doğruya içme imkânı olmayanlara ulaştırma sözkonusudur. Bu duruma göre, hadis ilmi’nin beş temel meselesi ile karşı karşıya bulunduğumuz ortaya çıkıyor. Bunlar, mecazi ifadesi ile, pınar, su, su taşıma işi, su taşıyıcılar ve su deposudur. Hadisçi diliyle ve hakiki manası ile:
1) Hz. Peygamber’in şahsiyeti,
2) Onun hadisleri,
3) Bu hadislerin gelecek nesillere intikali, rivayeti,
4) Hadislerin naklinde aracılık vazifesini üstlenen şahıslar, raviler,
5) Nihayet, bu hadislerin toplandığı kitaplar.
Dirayetul-hadis ilmi, sened ve metnin hallerini anlamaya imkan veren kurallardan oluşur. İbn Hacer’in tarifine göre, ravi ile mervinin hallerini anlatan kaidelerin bilinmesinden ibarettir. Bu nedenle ravi ile mervi, hadis ilminin üzerinde durduğu son derece önemli olan konuların başında gelmektedir. Hadis usulü konusunda yazılmış olan eserlerde bu ilmin esasları ve özellikleri anlatılmaktadır.
Rivayet olunmuş hadislerin sıhhati, her şeyden önce, hadisleri nakleden ravilerin güvenilir (sika) olmalarına bağlıdır. Çünkü sika olan ravi, kendisi gibi güvenilir, sahih hadisler nakledecektir. Sika olmayanlar da sahih olmayan, zayıf, vahi ve metruk hadisler naklederler. Bu nedenle hadis rivayet edenler, hangi tabakadan olursa olsun, bunların, hadisi kabul olunan kimselerden olması şartı söz konusudur. Ravinin, hadisi kabul edilen kimselerden olması da, bir takım şartları kendisinde taşımasına bağlıdır. Hadis alimleri bu şartları, rivayeti kabul olunan ve olunmayan ravinin sıfatları ismiyle açıklamışlardır. Açıklanan bu sıfatlardan herhangi birinin noksan olması, ravinin güvenilir olmaktan çıkmasına sebep teşkil eder. Bu durumda olan raviler hadis rivayet etseler ve hatta rivayet ettikleri hadisler aslında sahih olsalar dahi, bu hadisler kendilerinden alınmaz; o hadisleri rivayet eden başka güvenilir (sika) ravilerden alınır. Ravilerden hadis kabulü ve reddi ile ilgili bu son derece dakik ve tutarlı kaideler, hadis ilminin sağlam temeller üzerine bina edildiğini gösterir. Bu hassas kaidelerin geliştirilmesindeki asıl maksat; İslam dininin Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci kaynağı olan hadisleri sağlam yollardan elde etmek ve neşretmek gayretidir. [2]
2- Râvilerin Dereceleri: Bunlar aşağıdan yukarıya doğru yükselen derecelerdir. En alt derecesi Muhaddis; en yüksek derecesi de Hâkimdir.
I- Muhaddis: Hadis rivayet eden kimse; Hadis ilmiyle uğraşan ilim adamı; Hz. Peygamber (sas)’den rivayet edilen her şeyin senetlerini; Peygamberimizden sonra bu bilginin kendisine nasıl ulaştığını, senedindeki ravilerin güvenilir olup olmadıklarını bilen kimse. Tahdis (rivayet etmek)ten ism-i fail olan muhaddis, ravi ile eşanlamlıdır. Ancak usul-u hadiste Muhaddis “ravi” kelimesine oranla daha özel bir anlam taşır. Buna göre her muhaddis ravidir fakat her ravi muhaddis değildir. Muhaddisi raviden ayıran fark, onun, rivayet ve dirayet yönünden mahir, sahih olan hadisi sakiminden ayırdedebilecek bir melekeye sahip, hadise müteallik bütün ilimleri ve hadisçilerin ıstılahlarına vakıf hadis ravilerinden mü’telif ve muhtelif, müttefik ve müfterik olanları ve hadislerdeki garib lafızları iyi bilen bir kimse olmasıdır. Bu bilgilere sahip olan bir hadisci muhaddis ismine lâyık olur.
Muhaddis lâfzının, hadis ilminde hangi dereceye ulaşmış olana alem olacağı konusunda değişik görüşler vardır. Çünkü hadisle uğraşanlara, durumlarına göre çeşitli isimler verilmiştir. Cemalüddin el-Kasımi bu konuda şunları nakleder:
“Kitablarda hadisle meşgul olan kimselere, “müsnid”, “muhaddis” ve “hâfız” lâkablarının verildiği görülür. Hadisçilerin ıstılahlarına vâkıf olmayan kimseler, onların birbirine müradif olduklarını, mutlak olarak bunları herkese söylemenin caiz olacağını zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Çünkü “müsnid”, ister hadise ait bilgileri bilsin veya bilmesin, ister bilgisi sadece hadis rivayet etmekten ibaret olsun, isnâdı ile hadisi rivayet eden kimseye denir. “Muhaddis” ise müsnidden daha yüksek derecededir. Muhaddisin senedleri, illetleri, ricâlin isimlerini bilmesi, çok metin ezberlemesi, Kütüb-ü Sitteyi, Müsnedleri, Mu’cemleri ve hadise ait cüzleri dinlemesi şarttır. Selefe göre “hafız”, “muhaddis”le eşanlamlıdır.
Ayrıca muhaddis, ri’vayet ve dirâyet yönlerinden hadisle uğraşan, hadisin ravilerini ve bunlar arasındaki farkı bilen, kendi asrındaki ravilerin ve rivayet edilen şeylerin çoğundan haberden olan, bu konularda payının bulunduğu bilinen, hadisi iyi bilmesiyle meşhur olarak temayüz eden kimsedir. Eğer bu konuda, her tabakadan bildikleri bilmediklerinden daha fazla olacak şekilde, tabaka tabaka şeyhlerini bilecek kadar geniş bilgiye sahip olursa buna “hafız” denir. Mütekaddi’mun’dan bazıları: “Biz, yirmi bin hadisi imlâ suretiyle yazmamış olan kimseyi hadisçi saymazdık” şeklinde aktarılan sözleri kendi dönemlerindeki muhaddis tarifini yansıtmaktadır.
İmam Ebû Şâme de şöyle der: “Hadis ilimleri üç kısımdır:
-Birincisi ve en şereflisi; hadis metinlerini ezberlemek, garib lâfızlarını, fıkıha ait hükümlerini bilmektir.
-İkincisi; senedlerini ezberlemek, ricâlini tanımak, sahihini sakiminden ayırt etmektir.
-Üçüncüsü; hadisleri toplamak, yazmak, rivayet yollarını ve senedlerini bir araya getirmek ve bu konularda derinleşmeye çalışmaktır.”
Hâfız İbni Hacer ise şöyle der: “Bu üç esası kendisinde toplayan kimse fakih ve kâmil bir muhaddistir. Bunlardan sadece ikisini bilen kimsenin derecesi daha aşağıdır.” Tedribü’r-Ravi isimli eserde de bu şekilde ifade edilmiştir.[3]
Ulemanın “muhaddis” tarifinde değişiklikler olmasına rağmen hepsinde de muhaddise verilen derece yüksektir. Bunlara göre muhaddis, senedleri ezberlemekle beraber, senedlerdeki ricâlin ne dereceye kadar adaletli veya mecrûh (kusurlu) olduklarını da bilen kimsedir. Muhaddisler arasında yüksek rütbeye sahip olana “hâfız”, en yüksek dereceye sahip olana “huccet”, en üstün mertebeye ulaşana da “Hâkim” denir.
Meşhur görüşe göre, kendisine “Şeyh” ve “imam” da denilen muhaddis, hadis ilminde üstad-ı kâmil mertebesini bulan zattır. Muhaddis, yüz bin hadisi metinleriyle senedleriyle ezberlemiş olur ve senedlerdeki ricâli tercemeleriyle, cerh ve tadil noktasından halleriyle tanırsa “Hâfız” adını alır. “Hüccet” üçyüz bin hadisi böylece bilen muhaddisin ünvanıdır. “Hâkim” ise bütün sünneti kuşatmış olan İmama denir.
İmam Cezerî’nin tarîfine bakılırsa “Muhaddis” ünvanı genel olup şartları içerisinde rivayet etmek üzere erbabından, yine şartları içerisinde hadis alıp (ahz), taşıyan (tahammül) her zata verilebilir.
Zeynü’d-Din Irakî de; hadisleri kendi eliyle yazmış, erbabından dinlemiş, taliblere dinletmiş, hadis toplamak için diyar diyar dolaşmış, bine yakın Müsned, İlel ve Tarih kitablarının asıllarını elde etmiş, asıldan istinsah (kopya) edilmiş (feri) kitaplar üzerine talik (not)lar yazmış kimseye “muhaddis” denilebileceğini, söyler.[4]
II- Hafız: Hafız, muhaddisten daha yüksek bir derecedir.
el-Hâfız Cemaleddin el-Mizzî’nin: “Hafız, rical ve onların hal’ tercemeleri, çeşitli halleri ve memleketleri hakkında bildikleri bilmediklerinden daha çok olan kimsedir”, şeklindeki tarifi daha çok uygun bir tariftir.
Bazı kimseler hâfız’ı aded itibarı ile tesbit etmek cihetine giderek; “Hafız, sened, cerh, ta’dil ve diğer bakımlardan ricâl’a âid bilgilerle birlikte 100 bin hadisi ihata eden kimsedir”, dediler. Bilindiği gibi bu, en eskilerin örfünde carî idi. Sonraki hadisçilerin sözlerini araştırdığımız zaman bunun hilafını görürüz. O halde “Hafız” için en uygun tarif İbni Seyyidünnâs’ın tarifidir.
“Şeyh Fethuddin b. Seyyidünnâs şöyle der: Bizim asrımızda muhaddis rivayet ve dirayet yönlerinden hadisle iştigal eden, hadisin, ravîlerini ve bunlar arasındaki farkı bilen, kendi asrındaki râvîlerin ve mervîlerin çoğuna ittilâ kesbeden, bu konularda, nasibi maruf ve zabtı meşhur bir kimse olarak temayüz eden kimsedir. Eğer bu konuda, -her tabakadan bildikleri bilmediklerinden daha fazla olacak şekilde- tabaka tabaka şeyhlerini ve şeyhlerinin şeyhlerini bilecek kadar, geniş bilgiye sahip olursa işte bu dereceye varan kimseye “Hafız” denir.”
III- Hüccet: Hüccet, hafızdan daha yüksektir. Rical ve onların tarihleri ve lâkabları hakkında konuşan kimseye hüccet denilmesine bakarak şöyle bir tarif çıkarabiliriz:
Hüccet, hadisçilerden mütehassıslar ve diğer ilim adamlarından herkes nazarında hadis sahasındaki meharet ve ehliyeti müsellem olmakla beraber hıfz ve itkanda, ezberledikleri ile ihticac edilmeğe lâyık bir kimse olduğunu temin eden bir dereceye ulaşmış kimsedir. Bu vasıfları kazanmış bulunan kimse zabıtta, itkânda ve sünnet ilminde hafızların kaynak ve desteği olacak şekilde kemale ermiş kimsedir.
Adetle yapılan tarifine gelince, Hüccet, sened, cerh, ta’dil ve diğer “hususlarda ricâl’in hallerini bilmesiyle beraber sekiz yüz bin hadisi ihata etmiş olana denir. Bilindiği gibi bu yaygın bir örftür. Esasen bu sayı da itibarîdir.
IV- Hakim: Hâkim, sünnet ilminde en yüksek dereceye nâîl olan kimsedir. Hâkim, neşet, rihlet, ikamet, şuyûh, evsaf, kabul, red ve bunların gayrı hususlar bakımından ricâl’in tarihine âid her şeyin bilgisi ile beraber, cerh ve ta’dil bakımından her râvîyi, metin ve isnâd bakımından -ehadis-i merviyye’nin hepsini ihata eden kimsedir.
Diğer bir tarifte: “Bu sayılanların çoğunu ihata eden kimsedir”, denilmiştir.
Bazı kimseler de sayı itibarîle tarif ederek:
“Hâkim, hadis ilminde kabul ve reddi gerektiren ıstılahlar mucibince muteber olan evsafı ve hadisin senedleri ile birlikte 800 binin, üstünde pek çok hadisi bilen kimsedir” şeklinde ifade ettiler.[5]
[1] Subhi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, s. 301; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/227; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 77.
[2] Subhi es-Salih, a.g.e., s. 301; Sabahattin Yıldırım, Şamil İslam Ansiklopedisi: 5/227-228.
[3] Cemalüd-Din el-Kasımî, Kavaidü’t-Tahdis, s. 76-77-1961 (1380).
[4] Tecrid-i Sarih Tercümesi: 1/8-9; İsmail Kaya, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/239-240.
[5] Dr. Ali Özek, Hadis Ricali Hadis İlimleri Ve Kaynakları, Fatih Yayınevi: s. 140