Klinik Psikolog Betül Nesibe Özkars –
Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazı depremi bizzat yaşamış, yakınlarını veya yuvasını kaybetmiş olanlar için değildir. Şu an onların bir psikologtan kallavi sözler duymaya ihtiyaçlarının olduğunu sanmıyorum. Güvenli bir çatı, sıcak bir yemek, dostluk, tutarlı ve uzun süreli bir dayanışmaya daha çok ihtiyaçları olduğuna inanıyorum. Kaleme alınan yazı, bu devasa acıya şahit olan bizler için yazılmıştır. Çünkü acıdan payımızı aldık ve canı daha çok yananlara olabildiğince destek olmak için bu acıyla nasıl kalabiliriz, bunu hatırlamaya ihtiyacımız olabilir.
Ne yaşıyor olabiliriz şu an, belki oradan başlamak iyi bir fikir olabilir. Maddi ve manevi olarak sarsıntıya uğradığımız zor bir sürecin içinden geçiyoruz. Yurdumuzun birçok şehri etkilendi. Bir kısmımız yakınlarımızı kaybettik, bir kısmımız yakınlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldık, sağlıklarından ve güvenliklerinden endişe ettik. Kan bağı veya tanıdıklık ilişkisi olmasa dahi aslında hepsi yakınımız, hepsi bizden biri. Canımız çok yanıyor. Canımızın çok yanıyor olması normal.
Ruh sağlığı uzmanlarının evrensel tanı kriterleri üzerinde buluşması için geliştirilen DSM’nin (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) travmatik olay tanımı aslında süreç açısından oldukça açıklayıcıdır :
- Kişi gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşamış, böyle bir olaya tanık olmuş ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmiştir.
- Kişinin tepkileri arasında aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme vardır.
Evet, bizzat depremi yaşamamış olabiliriz. Fakat özellikle sosyal medyanın oldukça erişilebilir olması birinci elden tanıklık etmemize vesile oldu. Birileri gerçek yaşam tehdidinin, ölümün, ızdırabın içinden geçerken biz şahit olduk. Şahitliğimizle ilgili korktuk, çaresiz hissettik, dehşete kapıldık. Dolayısıyla DSM’nin tanımına göre bu travmatik olaydan kendi payımıza düşeni almış olduk.
Ayrıca travma beden bütünlüğümüz ve ruh sağlığımızın yanında bir de inanç sistemimizi sarsarak tehdit eder. Dini inancımızdan bahsetmiyorum. İnsana, kendimize, ilişkilerimize olan temel inançlarımızdan bahsediyorum. Örneğin adil dünya inancı denilen bir pozitif yanlılık içinde olur çoğunlukla insanlar. İyi insanların başına iyi şeyler geleceğine ve kötü insanların başına ancak kötü şeylerin geldiğine inanma eğilimindedirler. Kötü şeyler yapmadıkça başımıza kötü şeyler gelmeyeceğine inanmak da bunun bir parçasıdır. Travma en başta bunu sarsar. Dünyanın güvenli veya adil bir yer olduğuna dair inancımız sarsılabilir. Travmanın bu etkisi için onu birinci elden yaşamaya da gerek yoktur. Tanıklık ederek de inanç sisteminiz sarsılabilir.
Peki, bu tanıklıktan kaynaklanan travmatik tepkiler neler olabilir? Dalgınlık, dikkatte dalgalanmalar, gündelik işleri yaparken zorlanma, umutsuzluk ve çaresizlik hisleri, yaşamın anlamsızlığına dair inancın artması, bulunduğumuz bedene, çevreye, hayata yabancılaşma, yaşadığımız yerin güvenli olup olmadığına dair endişe, çabuk öfkelenme, öfke, hayal kırıklığı gibi zorlayıcı duygulanımların uzun sürmesi yine bu travmatik olaya şahitliğin getirdiği normal olan belirtilerdendir. Bunlar biraz daha savaş veya kaç tepkilerine yakın. Bazı insanlar için travmatik tepkiler donma tepkileridir; örneğin hissizleşme, acıyı veya diğer duyguları hissedememe, donukluk bu tepkilerdendir. Bunların da birer travma tepkisi olduğunu bilmek insanın kendisini olanlar karşısında duygusuz veya “yeterince hassas değil” olarak etiketlemesinin önüne geçebilir.
Birçok insan sosyal medyada utanç hissettiğini yazdı. Yediğim sıcak yemekten, gidebildiğim tuvaletten, yattığım sıcak yataktan utanç duyuyorum dedi insanlar. Aslında bu hayatta kalanın suçluluğu dediğimiz bir kavram ruh sağlığı literatüründe. İnsanların sıradan bir nasılsın sorusuna sıradan bir iyiyim demekten suçluluk duymak, insanlar çocuklarını kaybetmişken çocukları örneğin soğuk almasın diye endişe etmek ve hatta bazen çocuklarını sevmeye çekinmek, günlük işleri yaparken aklı yaşanan olaylardan uzaklaştığı için kötü hissetmek, oraya gidemediği için ve yardım edemediği için suçluluk hissetmek, “Ben de olaylardan etkilendim.” demekle ilgili suçluluk hissetmek gibi. Aslında bir parçamızın bu başımıza gelmediği için rahatlama hissederken diğer parçamızın bu rahatlamadan dolayı dahi suçluluk hissetmesi. Bunların tamamı insanî. Bunların tamamı normal. Hepimizin bir miktar paylaştığı hisler.
Yine DSM travmatik olay sonrasında görülen belirtileri iki zaman dilimine ayırarak değerlendirir. 30 güne kadar olan tepkiler akut stres tepkileriyken 30 gün sonrasında devam eden belirtiler travmatik strese dair belirtilerdir. Yani travmatik olaylar karşısında görülen stres belirtileri normal demek. Esasında sağlıklı olan demek.
Bu sıralar çok gözümüze çarpan bir söz var, travma tepkileri, normal olmayan bir olaya verilen normal tepkidir. Neticede travmatik bir olaya tanıklık eden kişiler olarak biz de kendi payımıza düşeni alıyoruz ve verdiğimiz tepkiler her neyse bu tanıklığın bir parçası olarak oldukça normal karşılıyoruz.
Müthiş bir acının içinden geçiyoruz. Kendimizi desteklemek ve korumak önemli.
Bununla birlikte modern insanın ölesiye korktuğu bir şey var: Acı çekmek. Acı çekmekten korkuyoruz, mutsuz olduğumuz zaman dilimlerinden rahatsızız ve devamlı hazzın peşindeyiz. Şimdi acı kaçamayacağımız şekilde karşımızda. Hepimiz işlevsel olan ve olmayan yollarla onunla baş etmeye çalışıyoruz.
Halbuki acı bu dünyanın, insan olmanın parçası. Acıyla barışmadan insan oluşumuzu idrak edemeyiz. Empati kuramayız. Acı çekmeden büyüyemeyiz. Acıyı hemen geçirmeye çalışmadan, her gün biraz sindirerek onunla kalmayı öğrenmek zorundayız. Şefkat tam olarak bu demek, acıyla kalabilmek. Acıyla kalabilmek insanı bununla ilgili sorumluluk almaya da yöneltir. Duyguların tamamını hissetmek böyledir.
Diyelim ki kaygılanıyorsunuz, kaygının kendisinden korktuğunuzda, bastırdığınızda veya yok etmeye çalıştığınızda yalnızca hissetmemek için onunla boğuşmuş olursunuz, enerjinizi buna harcarsınız. Kaygıyı kabul ettiğinizde, onun verdiği acıyı ve rahatsızlığı gördüğünüzde sorumluluk almanız gerekir.
Duyguları hissedin ve bırakın sizi harekete geçirsin. Diyelim ki şimdi depremle ilgili kaygılanıyorsunuz. Kaygıya izin verin ve o duyguyla ilgili sorumluluk alın, oturduğunuz bölgeyi, binayı kontrol ettirin, afetlerle ilgili eğitimlere katılın, almanız gereken önlemleri büyük küçük demeden alın.
Travmatik stres belirtilerini bu süreçte hissetmek oldukça normal. Fakat 4 haftadan sonra yoğun belirtiler hissediyorsak ruhsal destek almak bir seçenek olabilir. Sosyal desteklerimizi harekete geçirmek önemli.
Günlük hayata dönmek suçluluk hissettiriyor olabilir, buna rağmen günlük hayata her gün bir miktar daha fazla dönebilmek koruyucu olacaktır.
Şu anda bu afeti yaşayanlara yeterince yardım edemiyor gibi hissediyor olabiliriz fakat önümüzde uzun bir süreç bizi bekliyor. Sarılacak çok yara var. Hepimize önemli bir rol düşecek. Size düşen rolü küçümsemeyin, elinizden geleni az görmeyin. Her neyi iyi yaptığınızı düşünüyorsanız önce kendiniz sonrasında bütün insanlık için onu yapmaya devam edin. Çünkü deprem bu dünyanın bir parçası, insanı bu afette öldüren yine insan.
Bilim adamlarının dediği gibi depremi engelleyemeyiz fakat eğitimcilerin dediği gibi depreme dayanıklı yapılar inşa edecek liyakatte insanlar yetiştirebiliriz ve kendimiz de öyle insanlar olabiliriz.
Kalemine kuvvet
Depremzede olan bana çok iyi geldi
Çok teşeklür ederiz, güzel ve anlamlı bir yazıydı.
Depremzedeyiz, iliklerime kadar yaşadım. Canım doslarım, çekirdek aile olmasada yakınlarımızı fazlasıyla kaybettik. İlk günler kim varsa toplayıp bağ evine götürdüm. Zor oldu tabi. Elektrik, su yok. Benim değil msafirlerimin daha çok gücüne gidiyor, çünkü şehirde çok rahata alışmıştık. Travma derseniz; Düşünmeye bile fırsatım olmadı. Çünkü bizde bir söz vardır; “çivi çiviyi söker” denir. Düşünmek istemedim diyelim. İlk günlerden itibaren alandaydım. Depremzedelere yardım için. Gelen geçenden paparayı yemek, ayrı bir konu. Dalgalı duygular olmadı değil!
Deprem öncesi; Küçük yaşta, çok sevdiğim babamı kaybettim, benim için bir anda büyümekti. 38 yaşımda, önce annemi kaybettim, ardından dört küçük yavruyu büyütmeye çalışırken, ilik kanseri teşhisiyle tedavi aldım. Bilen bilir, hâlâ hastalığın izleri var, yani sistemik kalıcı bir hastalık.Yaşanan sıkıntılar insanı olgunlaştırır. Ve şuna inanıyorum, en ufak bir acı bile Allah katında karşılığını bulur. Şükür ki Rabbim var inanıyorum. Toprakla uğraşıyorum, üretiyorum, benim derdim,kendimi meşgul etmek. Tabi, etrafımda beni anlamayan, anlamak istemeyenler olmasa, işim daha kolay olacak. Biz makam’ın yükseğine talibiz, tabi bunun da bir karşılığı olacak. İmtihan! Allah! imandan ayırmasın, isyan ettirmesin!