Sevgili Peygamberimize ilk vahiy hicretten 12-13 yıl kadar önce Ramazan ayında geldi. Yani yaklaşık hicrî 1453/ milâdî 1409 yıldır Ramazan ayı, Kur’an ayı!
Ramazan orucu, hicretten bir buçuk sene sonra Şaban ayında farz kılındı. Yani yaklaşık hicrî 1439/ milâdî 1396 yıldır Ramazan ayı, oruç ayı!
Ey şehr-i Ramazan! Asırlardır Kur’an ve oruçla müşerref oluşun sana mübarek olsun!
****
Orucun şartları nedir, kimlere farzdır, orucu neler bozar, sahurda iftarda ne yenmeli, sakız çiğnemek orucu bozar mı… şeklinde pek çok soru sorulur her yıl Ramazan ayı yaklaşırken. Ay biterken hala bu sorularla meşgul olan pek çok kişi görmüşlüğümüz de vardır. Oysa günümüz insanı için bilgiye ulaşmaktan daha kolay bir şey yoktur, sadece doğru bilgiye ulaşmak çok da yorucu olmayan ek bir çaba gerektirir. Buna rağmen her sene aynı durumu yaşıyor olmamızı farklı şekillerde yorumlamak mümkündür ki bunun size de bize de bir faydası olmaz diye düşünüyoruz. Öyleyse biz asıl konumuza dönelim.
Asıl konu, ulaşılan doğru bilgiyi hayata geçirmek! Her işte olduğu gibi bunda da önce sağlam bir niyet gerekiyor. Bu sene Ramazan ayını, her yıl sorulan soruların çok ötesinde, Rasûlullah (sav) Efendimizle oruç tutulan ilk Ramazan ve belki de bizim son Ramazanımız gibi yaşamaya niyetli miyiz?
Gerçekten de gönlü titreten bir niyet, bilinenlerin hissedilerek yaşanmasında ilk adımdır. Yaşamakla hissederek yaşamak arasında da fark vardır. Hissiz, duygusuz, gönülsüz yaşanan bir Ramazan, yirminci günden sonra yorgunluk vermeye başlar. Halbuki Sevgili Peygamberimiz, bu ayın son on gününde diğer günlerine göre daha çok ibadet eder, kelimenin tam anlamıyla kulluğa soyunurdu.[1]
Sağlam bir niyet ve doğru bilgi konumuzun en kolay basamakları gibi görünse de bu ikisini tam anlamıyla yapabilirsek; sahuru, iftarı, teravihi, sadakası, mukabelesi, sıla-i rahimi ile bizim Ramazanımız asırlardır yaşanan Ramazanlardan makbul olanların arasında yer alacaktır. Peygamber Efendimiz’in, ashâb-ı kiramın, kıymetli ilim ehlinin, Allah dostlarının Ramazan ayları arasında bir ay; bizim Ramazanımız…
Öyleyse sadece imsak vaktinde başlayıp iftar vaktinde son bulan bir açlık ve susuzluk olmamalıdır bizim orucumuz. Dilimizden çıkanlarla, gözümüzün gördükleriyle, elimizin tuttuklarıyla… hatta gönlümüzden geçenlerle zedelenmemiş bir oruç olmalı bizim tuttuğumuz.[2]
****
Ramazan heyecanının sineleri iyice sarmaya başladığı şu günlerde gelin birlikte bir bekleme, yaşama ve uğurlama provası yapalım.
Receb ve Şaban ayları kendi içlerinde pek çok fazileti barındırıyor olsa da en büyük özellikleri Ramazan’a komşuluk olsa gerek. Ramazan’a hazırlık için iki ay! Ramazanlaşacak bir yılın temsilcisi, inşallah habercisi gibi.
Öyleyse işe buradan başlamak gerekiyor: Allah’ım, Receb ve Şaban aylarında bizi mübarek eyle, bu iki ayda niyetimize, ilmimize, gayretimize, zamanımıza, güç ve kuvvetimize bereket ver. Bizi bu hal içinde Ramazan’a ulaştır.
Ramazan geldi!
Kendimiz için olan bütün amellerimizden çok başka, Rabbimizin “Benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim”[3] buyurduğu oruç ayı geldi…
Hayır dışında bir şeye teşvik edildiğimizde kalkan gibi[4] bizi koruyacak Ramazan ayı geldi…
Cennet kapılarının açılıp, cehennem kapılarının kapandığı; şeytanların bağlandığı[5] belki de bu sebeple zaaflarımızı fark edeceğimiz, kendimizi tanıyacağımız, değişip olgunlaşmaya niyet edeceğimiz mübarek günler geldi…
Açlık, susuzluk ve uykusuzluğun tesiri ile kendimizi halsiz ve yorgun hissettiğimizde bir yandan iftar anını öte yandan orucumuzun sevabıyla Rabbimize kavuşacağımız anı hayal ederek tarifsiz bir sevinç duyacağımız[6] oruç günleri geldi…
Melekler bizim için istiğfar edecek. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olacak…
Ramazan geldi!
Ramazan, ihlasla kılındığında günahların affına vesile olabilecek teravih namazı ile başlıyor.[7] İlk teravihimizi “Ramazan geldi, hamd olsun imanımıza, sağlığımıza, varlığımıza, sevdiklerimize” neşesine eşlik eden “Son Ramazanımız belki de” endişesi ile kılıyoruz. Kah yüzümüzde bir tebessüm, kah gözümüzde yaşlar… Receb ve Şaban aylarında dolmaya alışmış olan camiler bu gece çok daha mutludur herhalde. Mutluluğa ortak olup, cemaatin üzerine inecek rahmet ve sekînetten istifade etmek de, evimizin en kuytu köşesinde mübarek ayın ilk anlarında iç muhasebe yapıp son hazırlıkları gözden geçirmek de pek güzel!
Sahur için ruhumuz hazır, bedenimizi de hazırlamak için istirahat ediyoruz. Sahura kalkış teheccüde alışma fırsatı olsun diye biraz erkence uyanıyoruz. Özenle, muhabbetle, Sevgili Peygamberimiz’in işaret ettiği berekete[8] nail olmak niyetiyle hazırladığımız sahur sofrasına, her zaman zor uyandıkları için şikayetlendiklerimizi sabırla, şefkatle uyandırıyoruz. İhtiyaç hissedilmese de, bir bardak su içerek de olsa, Peygamberimiz yaptı diye sahur yapmak ne güzel! İyi ki Ramazan geldi!
Rasûlullah (sav) Efendimiz ile Cebrail (as) Kur’an’ı bir kere daha karşılıklı okur gibiler… Bu defa sanki biz ilk muhatapları oluyoruz vahyin… Bazen kendi başımıza derin tefekkürle, bazen gönüllerin huzur bulduğu mukabele meclislerinde… Ama hep ilk kez okur gibi heyecanla, merakla, anlamaya çalışarak, “kabul ettim” diyerek…
Bedir Savaşı’nın Ramazan ayında yapıldığını unutmayarak, ihsan şuuru ile ne için yaratılmışsak onu yaptığımızı umarak nasibimize düşmüş vazifelerimizi yapmaya devam ediyoruz Ramazan’da. Uyku ayı değil Ramazan, gezme ayı değil, eğlenme ayı değil, beslenme ayı değil, açlık ve susuzluğun tesiri ile çoluk çocuğu, eşi dostu, karşılaştığımız insanları incitme ayı hiç değil… Öyle bir ay ki çocuklarımız bile farkında evde bir bayram havası olduğunun, onlar bile Ramazan bitmesin istiyorlar…
İsrafa kaçmadan hazırlanmış iftar sofralarımız eş, dost, akrabalarla olduğu kadar yalnızlarla da paylaştıkça lezzet kazanıyor. Zedelenmeden tutulan oruçlarla açlık ve susuzluğumuz aydınlanmamıza vesile oluyor. Rıza-yı Bârî’ye varan yolda güzel mesafeler kat ediyoruz Ramazan’da bazen yalnız başımıza, çoğunlukla bir bina gibi olmayı umduğumuz Müslüman kardeşlerimizle… İftar vakti yaklaşırken dualarımız, İslam aleminden yükselen dualarla buluşup güçleniyor. Kimi hüzünlü, kimi neşeli, kimi yalnız, kimi balığın karnındaki Hz. Yunus gibi çaresiz dualar… Hepsi de sanki bizzat bizim gönlümüzden çıkmış gibi, öyle bir birlik duygusuyla; tam da Peygamber Efendimiz’in istediği gibi.
Günden güne değiştiğimizi fark ediyoruz, hamd olsun nasip edene. Ama zaman daha da hızlı geçiyor sanki Ramazan’da. “Elveda ey şehr-i ramazan” sesleri yükselmeye başlıyor gönüllerde, camilerde, mukabelelerde. Elveda ey şehr-i Ramazan! Yine gel gönlüme, ömrüme, evime, memleketime, Muhammed ümmetine! Her gelişinde daha iyi gör bizi, daha olgun, daha çok yol kat etmiş… Bağrında tuttuğumuz oruçlar, kıldığımız namazlar, verdiğimiz sadakalar ve ikramlar, Kur’an ile tanışıklığımızı artırmamız, çevremizdeki herkese nur ve mutluluk vesilesi oluşumuz, birlik ve beraberliğimiz daim olsun, artarak devam etsin ki kabul olmuş Ramazanlar arasında yer aldığını bilelim bizim Ramazanımızın da…
Elveda ey şehr-i Ramazan! Seni bekliyor olacağız. Rabbim tekrar tekrar nasip eyle…
Betül Bozali
- [1] Buhârî, Leyletü’l–kadr 5; Müslim, İ’tikâf 7, 8.
- [2] İbn-i Mâce, Sıyâm, 21; Buhârî, Savm 8, Edeb 51; Nesâî; Sıyâm, 43.
- [3] Buhârî, Savm 9
- [4] Müslim, Sıyâm 163
- [5] Buhârî, Savm 5, Bed’ul–halk 11; Müslim, Sıyâm 1, 2, 4, 5
- [6] Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163
- [7] Buhârî, Îmân 37 ; Müslim, Müsâfirîn 173, 174.
- [8] Buhârî, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45.