Yaratılmış olan her şey, ilahi fıtrat üzeredir, yani kabiliyet üzeredir. Sesin fıtratını bilmeden, müzik yapamayız.
Müziğin sahip olduğu (bireysel ve toplumsal anlamda) bilinç değiştirici yeteneğini anlamak için tüm müziğin, hatta belki de sesin doğasına dönmemiz gerekir.
Musiki, evrendeki ses ile sanatçının kalbinden gelen sesin ruhta buluşmasıdır. İnsanlığa kalıcı ve evrensel eserler sunan hakiki müzisyenler, insanın evrenle bütünleşmesini anlayabilen ve bunu yaşayabilen insanlardan çıkmaktadır. Çünkü musiki, evrende sürekli olan, fakat ancak sezme duyarlılığına sahip insanların algılayabileceği nice sesler ile sanatçının sesinin buluşmasından veya bu seslerin sanatçının kalbindeki tezahüründen başka bir şey değildir.
“Sonra ona biçim verdi, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve kalpler yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde, 9). Bu ayet-i kerimede, ruhun üflenmesinden sonra kulakların yaratıldığına işaret ediliyor. Niçin kulaklar? Ayrıca dikkat edilmelidir ki kulaklar gözlerden önce vurgulanmaktadır. Duymamak, evrenin doğal seslerinden uzak yaşamak, musiki deryasından bir katre bile olsa nasiplenememek, insan için görmemekten daha büyük bir azap olsa gerektir!
Müzik, eski zamanlardan beri insanlar üzerinde önemli bir yer işgal etmiştir. İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini, kahramanlıklarını, heyecanlarını, sevgilerini, çoğunlukla müzik sanatını kullanarak ifade etmeye çalışmışlardır. Müzik, insanları bir hipnoz hali oluşturarak etkilemiş ve kitlelere zaman zaman yön vermiştir. Duyguları yoğunlaştıran bir özelliğe sahip olduğundan pek çok medeniyetlerde dini duyguların güçlenmesinde, hastalıkların tedavisinde oldukça yaygın bir yöntem olarak kullanılmıştır. İslam Medeniyeti tarihinde özelikle tasavvuf ekolü mensupları(sufiler) müzikle uğraşmış, kullanmış ve savunmuşlardır. Sufiler, akli ve asabi hastalıkların müzik ile tedavi edildiğinden bahsetmişlerdir.
Ruhlarının hakikatine varmış ve alıcı frekanslara sahip üstün insan için, yani insan-ı kâmil için her sesin, ilâhî anlamda bir musiki değeri vardır. Gerçek bir sûfi, her sesin ona sevdiğinden müjde getirdiğini duyar; her sözcük onun için adeta Allah’ın bir vahyidir.
Misak ayetinde anlatıldığı üzere(A”râf, 172), Hakk, ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye nida buyurdu. Sonradan tecessüm edecek bütün ruhlar, “Belâ (evet)” diye cevap verdiler. İşte bu hitabın manevî hazzının hiçbir zaman yok olmadığını, baki kaldığını söyleyen Hz. Mevlâna, cisimlenen ruh sahiplerinin dünyaya indirildikten sonra, ne zaman güzel bir ses işitseler, o ezeldeki Yaratan ile buluşmada geçen konuşmanın lezzetini hatırladıklarını bildirir. Hakikatte musikiden zevk almanın sırrı da ezeldeki ilk vuslatta aranmalıdır. Bu güzel, bu hoş sesleri dinleyişte, buluşma, kavuşma hayali vardır. Yani ezeldeki ilâhî huzuru ve o tatlı hitabı hatırlama zevki mevcuttur.
Kısaca musiki insanı kendinden alır. Bir zikir anlamıyla dinlendiği zaman musiki, isyan etme eğilimi daha fazla olan nefsi aşarak aradaki engelleri kaldırır ve insanı işte o zaman Allah’a yaklaştırabilir. Musiki, insana bir nevi kendinden geçme hali verir. İnanan bir insan için musiki, onu özlemini duyduğu şeye doğru götürür. Özlemini duyduğu şeye, “Mutlak” olana doğru yolculuğa çıkarır.
Yirminci yüzyılın materyalist bakış açısına göre müzik, pratikte fazla bir önemi olmayan, görülemez veya dokunulamaz özelliğiyle soyut bir sanat biçimidir. Fakat antik çağlarda yaşamış bilge ve filozofların müziğe bakış açıları çok farklıydı. Bu kadim düşünürlere göre müzik, tüm sanatsal vasıtaların en güçlüsüdür ve sanatçının bilinci bu vasıtayla başkalarının düşüncelerine ve karakterlerine ulaşarak onları etkileyebilir.
Eski insanlar müziğin bireysel psişeyi evrimleştirme ya da mutlak bir şekilde seviye düşürme kudretine sahip olduğu inancındaydılar. Birey, bir toplumun temel yapı taşı olduğu için onun dinlediği müzik, bütün bir uygarlığı inşa edebilir veya parçalanmasına yol açabilirdi. Müziğin etkisi o kadar büyüktü ki kötü niyetli veya bilgisiz kişilerin elinde bir uygarlığın yok olmasına yol açabileceğine inanılıyordu.
İyi müzik, kürelerin müziğinin mükemmel veya mükemmele yakın duyulabilir tezahürü olarak tanımlanmaktaydı. Lu Bu Ve’nin İlkbahar ve Sonbaharı adlı kadim Çin metninde şu ifadeler yer alır: “Müziğin kökeni, çok eski zamanlarda yatar. Orantıdan doğar ve kökü Büyük Varlık’tadır… Büyük Varlık odur ki tüm varlıklar ondan doğmuştur ve kökenleri ondadır…”
Diğer taraftan antik çağda kötü müzik, eksik ve ölümlü zekânın ve duyguların ifadesi olarak tanımlanmaktaydı. Kötü müzik, kaçınılmaz olarak bireyin ve toplumun hayatına, makbul olmayan bilinç alışkanlıkları ve eğilimleri aşılayabilirdi ve dolayısıyla sakınılmalıydı. Düşük ahlaklı, benmerkezci, gururlu, disiplinden geçmemiş, isyankâr müzisyenler o dönemdeki inanca göre, onları dinleyen kişilerin zihninde kendilerininkine benzer karakter özellikleri üretir ve sonuçta bu istenmeyen özellikler yavaş yavaş tüm topluma yayılırdı.
Günümüzde birçok modern araştırmacı; müziğin, zihin sağlığına ve zihin durumuna, duygulara ve fiziki bedene güçlü bir etki yaptığını göstermiştir. Müzik, metabolizmayı değiştirebilmekte, kasların gücünü etkileyebilmekte, kan basıncını artırabilmekte veya düşürebilmekte ve sindirime tesir etmektedir. Farklı müzik türleri; sinirleri yatıştırabilir veya bozabilir, kalp atışlarını hızlandırabilir veya yavaşlatabilir. Rochester Üniversitesi bünyesindeki Eastman Müzik Okulu’nun yöneticisi Dr. Howard Hanson’ın belirttiği gibi, “Müzik yatıştırıcı veya canlandırıcı; yüceltici veya bayağılaştırıcı; felsefi veya dünyasal olabilir. Müziğin, iyi olduğu kadar kötü güçleri de vardır.”
Bununla ilgili olarak, yakın tarihimizde dramatik bir şekilde ortaya çıkan ve atmışlı yıllarda süratle toplumu değiştirdiği görülen devrimci rock müzik örneğine sahibiz. Rock müzik ve etkileri devasa ve karmaşık bir konudur. Gerek müzik endüstrisinin içinde gerekse dışında birçok otorite, altmışların devriminin o çağdaki müziği yaratmadığını, tam tersine bu devrime büyük çapta müziğin yol açtığını savunmaktadır. Yani özgürlükçülüğü, uyuşturucu kullanımını, topluma karşı çıkışı, hedonizmi ve kendi siyasi anlayışı ile birlikte altmışların devrimi, büyük ölçüde müziğin eseridir.
Rolling Stones grubunun solisti Mick Jagger’ın şu sözleri manidardır: “ Müzik, toplumu değiştiren şeylerden birisidir. 1920’lerde caz müziğinin Avrupa’da ne kadar çok şeyi değiştirdiğini hatırlayın. Kişiler daha fazla çılgınlaşmıştı ve toplumda derin değişimleri ortaya çıkarmıştı. Biz ve diğer gruplar, zihinleri tahrik ediyoruz.”
Bugün de metal müziklerin altında gayr-i ahlaki dediğimiz, var oluşun yapısına, fıtratına uymayan, onu bozan mesajlara rastlıyoruz. “Şeytan sen bizim tanrımızsın”, “Ey gençlik! Haydi, bakalım artık çıplaklık vaktidir, soyun!”, “Paranı bize ver…” gibi.
Ahlak dediğimiz şey yaratılışın formatıdır. Gayr-ı ahlaki mesajlarla doldurulan müzik yoluyla fıtrat tahrip edilebilmektedir.
Konuyu, Şeyh Sadi’nin “Bostan” isimli eserindeki şu sözleriyle bağlayalım:
‘Sema nedir?’ diye soracak olursan ‘Dinleyene göre değişir.’ derim.
Müziği içli sesiyle dinler, ruhu mana burçlarında uçarsa, meleklerin de üzerine çıkabilir insan.
Eğer oyun ve eğlenceyle, maskaralık amacıyla kulak verilirse müzik de sema da hayırlı değildir.
Allah dostları böylesi müziğe müzik demezler.
İnsanı yüceliğe değil, alçaklığa sevk eden ses haramdır.
Tıpkı hayvanlar gibi, sadece arzularına bağlanan insan sema eri olamaz.
Ona sema yasaktır.
Güzel seslerle uyuyan kimse uyanır da kör kütük sarhoş olan uyanamaz.
Seher yeli külleri açar, odunu açamaz.
Kâinat güzel seslerle, aşkla ve çalgı aletleriyle doludur.
Bunu duymaz her kulak.
Körün aynasında ne görünür ki…
Görmüyor musun, develer, kervancıların güzel şarkılarıyla aşka ve şevke gelirler.
Musikiyle develer bile şenlenirken, insanın neşelenmemesi beklenebilir mi?”