İslâm eğitim tarihinde önemli derecede rolü bulunan “edebî salonlar”ı hatırlatan “Huzur Dersleri”, Osmanlı dönemi saray Ramazan’ının, kanunla gelenekleşmiş ve gelişmiş bir uygulaması olarak görünmektedir.
Bilindiği gibi, ilmiye sınıfı, Osmanlı devleti kültür ve medeniyeti tarihinde bulunan önemli tarik (meslek)lerden biridir. Toplum hayatının belli bir noktaya kanalize edilmesi için çalışmalar özellikle Ramazan gibi hususiyet arz eden gün ve aylarda daha belirgin bir şekil almaktadır. İşte bu faaliyetlerden biri de “Huzur Dersleri” adı verilen ve devrin padişahı ile saray erkânı tarafından takip edilen derslerdir.
Osmanlı devletinde, Ramazan ayının ilk günü başlamak ve umumiyetle sekiz derste sona ermek üzere, sarayda padişah huzurunda “Mukarrir” adı verilen, zamanın tanınmış âlimleri tarafından takrir olunan derslere “Huzur Dersleri” denmektedir. Zamanla sayılarında değişiklik olan (7-15) ve “Muhatab” adı verilen, yine devrin âlimlerinden müteşekkil bir heyetin de münazarasında bulunduğu bu derslere, padişah huzurunda icra edilmelerinden dolayı “Huzur-u Hümâyun Dersleri” de denilmektedir.
Hemen hemen bütün devlet başkanlarında olduğu gibi, Osmanlı sultanları da herhangi bir konuda bilgi edinmek istedikleri zaman, devrin âlimlerinden bir veya birkaçını saraya davet eder ve onlardan, istedikleri bilgileri alırlardı. Bunun Ramazan’da olmayışı ve mukarrir ile muhatablar arasında münazaralı bir şekilde devam etmemesinden dolayı bunlara huzur dersleri denemez.
Tarihçilerden bir kısmı, tefsirden ibâret olan bu dersin başlangıcını Osman Gazi (1299-1326)’ye kadar çıkarmak isteseler de, bu derslerin bir kanuna bağlanması, Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından olmuştur.
Ramazan’a mahsus olan bu güzel gelenek, padişah, şehzâde, harem halkı ve diğer devlet erkânının, özellikle dînî ilimlerde birçok şeyi öğrenmelerine sebep oluyordu. Bu derslerde, Kur’an-ı Kerîm’den zamana uygun bir ayet okunarak mukarrir tarafından tefsir ve izahı yapılırdı. Bundan sonra muhataplar tarafından gelebilecek soru ve itirazlara cevap verilirdi. Böylece ilmî bir münakaşa açılmış olurdu. Mukarrir ve muhataplar bu ilmî tartışmada, fikirlerini açıkça ve serbestçe söylerlerdi.
Başlangıçta Kur’an’dan zamana uygun bir ayet seçilirken, hicrî 1200 senesi Ramazan’ında, Fatiha suresinden başlamak üzere sıra ile Kur’an’ın baştan sona tefsir edilmesine başlandı.
Saray Ramazan’ının, başlıca hususiyetlerinden biri olan Huzur Dersleri, her gün değişen bir mukarrir ile muhataplardan müteşekkil ulemadan bir zümre tarafından icra edilirdi. Her ders için, önceden Meşîhat (Şeyhülislamlık) makamınca Ramazan’dan üç-dört ay önce tespit ve tayin edilmiş olan mukarrir ile muhatapların icra ettikleri bu derslerin kadrosuna girebilmek bazı vasıfları taşımakla mümkündü.
Sultan III. Mustafa tarafından 1172 (1758) senesi Ramazan’ında icra edilen ilk derste, Fetva Emini Ebubekir Efendi mukarrir, Nebil Muhammed Efendi, Saray Hocası Hamidî Muhammed Efendi, Şeyhülislam Müfettişi İdris Efendi, Müzellef Muhammed Efendi muhatap olarak seçilmişlerdi. İcra edilen bu ilk derste, Nisa suresinin 135. ayeti takrir edilmişti. Bu ayet-i kerimede “Ey iman edenler! Kendi nefsiniz, ana babanız veya yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için, şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin ister fakir olsun. Çünkü Allah onlara sizden daha yakındır. Hevanıza uyup adaletten sapmayın. Eğer dilinizi değiştirir veya şahitlikten yüz çevirirseniz günaha girersiniz. Çünkü Allah işlediğiniz şeylerden haberdardır.” denilmektedir.
Huzur dersleri Ramazan’ın ilk on gününde tedris edilirdi. İlk on gündeki cuma günleri ders okutulmazdı. Mukarrirler rütbelerine göre ders okuturlardı. Bu yüzden, rütbesi büyük olanın takaddum hakkı vardı. Keza, muhataplar da rütbelerine göre taksim olunurlardı. Dersler, saray salonlarından birinde ve öğle ile ikindi arasında takrir olunurdu. Salonda biri mukarrir efendiye, on beşi de (veya daha az) muhataplara mahsus olmak üzere on altı rahle ve her bir rahleye birer de minder konurdu. Mukarririn rahlesi sedef işlemeli, muhataplarınkiler ise ceviz boyalı idi. Salonda bu suretle tertibat alındıktan ve davetli olan zevat da birer birer geldikten sonra, hünkâr salona teşrif buyururdu. Sonunda ulemâ-ı kirâm da salona gelirdi. Padişah ile maiyetindekiler o sırada ayakta bulunurlardı. Padişahın oturması üzerine mukarrir ve muhataplar da yerlerine otururlardı. Mukarririn takriri kemal-ı huşu ile dinlenirdi. Ders bir iki saat sürerdi. Dersin sonunda mukarrir, muhataplara soruları olup olmadığını sorardı. Rütbe itibarıyla yer almış olan ve muhataplardan rütbesi en yüksek olan başta oturan zattan başlanarak her biri sırasıyla sualini sorar, mukarrir de bunlara gereken cevabı verirdi. Dersin sonunda mukarrir dua ederdi. Dersin sonunda padişah tarafından mukarrirlere birer miktar atiyye ile birer bohça, muhataplara da yalnız atiyye verilirdi.
Derslerde, padişah ve diğer davetliler birer dinleyici olarak bulunurlardı. Dolayısıyla münakaşacılara katılamazlardı.
Hakkında kısaca malumat vermeye çalıştığımız Huzur Dersleri, Osmanlı devletinin başında bulunan sultan ile şehzadegân, hükümet erkânı ve sair ileri gelen zevatın kendisinden istifade ettiği önemli derslerdir. Bu dersler padişahlığın sona ermesinden sonra da bir müddet devam etmiştir. Son halife Abdülmecid Efendi’nin huzurunda devam eden bu derslerde, en son okunan ve tefsiri yapılan âyet en-Nahl suresinin 26. ayetidir.
Sultan III. Mustafa tarafından bir kanuna bağlanan huzur dersleri, bu zamandan itibaren herhangi bir kesintiye uğramadan 169 sene devam emişti. Buna göre 1172 senesi Ramazan’ında başlayan resmî tatbikat, 1341 senesi Ramazan’ında sona ermiş olmaktadır.
Ziya KAZICI
Kadın ve Aile Dergisi, 15 Mayıs-15 Haziran 1988.