Hicretin altıncı yılında Resulullah Efendimiz gördüğü bir rüya üzerine Umre ziyareti için hazırlıklarını tamamlamıştı. 70 kurbanlık deve, 1400 ila 1700 arasında olduğu rivayet edilen kalabalık bir gurupla birlikte Hz. Osman umre için yola çıktı.[1] Kurbanlık develerin büyük kısmını yine Hz. Osman hazırlamıştı. [2]
Kafile sevinç ve sükûnet içinde yol almaya başlamıştı. Müslümanlar Kâbe’yi tavaf edebilecekleri hayali ile tutuşuyordu. Ancak Hudeybiye mevkiine gelip konakladıklarında, müşrikler gönderdikleri elçiler ile onlara Mekkelilerin buna müsaade etmeyecekleri haberini verdiler. Anlaşılan Müslümanların Mekke’yi fethe geldiklerini sanmışlardı. Uzun görüşmeler olmasına rağmen konu yeterince anlaşılamadı. Resulullah Efendimiz(sas) de Mekkelilere durumu açıklasın, izah etsin diye bir elçi göndermeye karar verdi. Hz. Ömer’in bu görev için uygun olduğunu düşünüyordu.
Ancak Hz. Ömer, onlara karşı katı ve sert duruşundan dolayı müşriklerin kendisini dinlemeyeceklerini ve Mekke’de de onu koruyacak birinin bulunmadığını açıkladı. Hem kendisinden daha nüfuzlu hem de Mekke’de koruyucusu olan Hz. Osman’ın bu işe daha layık olduğunu söyledi. Hz. Osman, kendisi teklif edilir edilmez görevi kabul etti.
Peygamberimiz ona: “Kureyşilere git! Onlara haber ver ki; biz buraya çarpışmak için gelmedik. Biz ancak şu Beytullah’ı ziyaret ve onun haremliğine riayet ve tazim edici olarak gelmiş bulunuyoruz. ‘Yanımdaki kurbanlık develeri kesecek ve gideceğiz’ de. Sonra da onları İslamiyet’e davet et!”[3] dedi.
Peygamber Efendimiz(sas)’in Hz. Osman’a yüklediği görev bununla bitmiyordu. Ona müşrik kadın ve erkeklerle de görüşmesini, Mekke’nin yakında fethedileceğini kendilerine bildirmesini, Yüce Allah’ın dinine yardımcı olduğunu, Mekke’de imanın gizlenmeyip açığa vurulacağı günün yakın olduğunu haber vermesini de emir buyurdu. [4] Tabi bunlar imanını gizleyenler için birer müjde mahiyetinde olsa da müşrikler için apaçık bir tehdit ve gözdağıydı. Bu sözleri müşriklere hele bir de lider ve komutanlarına söylemek doğrudan ölüme talip olmak demekti.
Hz. Osman, yoluna çıkan müşriklere bu mesajları anlatıp olumsuz cevaplar alarak yoluna devam etti. Resulullah Efendimiz(sas)’in buyurduğu gibi Mekke’nin ileri gelenleri ile buluştu, onlara Resulullah(sas)’ın beyanını ulaştırdı. Hepsi de bunları şiddetle reddettiler.
Bunun üzerine savunmasız müminlerin yanına giderek onlara Resulullah’ın mesajını iletti. Mümin kadın ve erkekler: “Resulullah Aleyhisselam’a bizden selam söyle! Onu Hudeybiye’ye indiren Allah Mekke’nin içine girdirmeye de kadirdir” dediler.
Hz. Osman Mekke’de kalmış, eziyet ve can korkusundan imanını açıklayamamış Müslümanların halini şöyle anlatır: “Mekke’de görüştüğüm müminlerden bir kadın ve bir erkeğe Resulullah(sas)’ın müjdesini haber verdiğim zaman, onlar sevinçlerinden hüngür hüngür ağlamaya başladılar. O kadar ağladılar ki ağlamaktan ölecekler sandım”.[5] Bu büyük sevinçle kendini kaybeden fakir Müslümanlara Hz. Osman kendisinden beklenildiği üzere yanında bulunan bütün parasını hibe etmiş, onlarla biraz daha zaman geçirerek dayanma güçlerini toplamaları için destek vermeye çalışmıştır.
Müşrikler Hz. Osman’ın halk arasında dolaşarak onlara bir şeyler fısıldadığını anlamışlardı. Bir an önce gitmesini istiyorlardı. Ancak o Resulullah’ın kendisine verdiği görevi hakkıyla yerine getirmeden şehri terk etmeye niyetli değildi. Müşrikler onun gidişini hızlandırabilmek için:
“İstersen Beytullah’ı da tavaf edebilirsin” dediler. Hz. Osman bu cazip ve gönül alıcı teklifi:
“Resulullah onu tavaf etmedikçe, ben tavaf etmem” diyerek geri çevirdi.
Bir lütuf olarak kendisine sunulan imkânı Hz. Osman’ın geri çevirişi müşrikler tarafından kibirli bir tavır olarak görüldü. Cevabına öfkelendikleri için onu şehirde üç gün alıkoydular. Bu sırada Müslümanlar da Hz. Osman’a özeniyor, onun kendilerinden önce tavaf edeceğini düşünerek iç geçiriyorlardı. Hz. Osman’ı herkesten çok daha iyi tanıyan Peygamber Efendimiz:
“Bizler tavaftan alıkonulmuş halde iken sanmam ki Osman Beytullah’ı bizsiz tavaf etsin. Biz Beytullah’ı tavaf etmedikçe Osman da etmez” buyurdu. [6] Hz. Osman tam da Allah Resulü(sas)’nün bildiği gibiydi, kardeşlerinin mahrum olduğu şeyi kendisi için hoş görmemişti.
Hudeybiye’de bekleşen Müslümanlar, Hz. Osman’ı veya kendisinden gelecek bir haberi bekliyorlardı. Aradan üç gün geçmesine rağmen ne bir haber ne de kendisi gelmişti. Bu sıkıntılı bekleyiş sırasında bir haberci Hz. Osman’ın şehit edildiği haberini getirdi.
Peygamberimiz: “Hal böyleyse bu kavimle çarpışmadıkça buradan ayrılmayacağız” dedi. Kalkıp Müslümanların yanına gitti ve: “Yüce Allah bana biat etmenizi size emretti” buyurdu. Müşriklere karşı savaşmak üzere Müslümanlardan yemin aldı. Kılıcını kuşanmış halde semure ağacının altında oturuyor Müslümanlar da müşriklere karşı yapılacak savaş için yanında bulunacaklarına dair kendisine biat ediyorlardı. Biat ederken Müslümanlar:
“Ya Resulallah gönlünde ne varsa onun üzerine sana beyat ediyorum” diyorlardı. Bazıları da “Senin önünde ölünceye kadar çarpışmaktan geri durmayacağız” sözünü veriyordu.[7] Peygamber Efendimiz(sas) elçi olarak gönderdiği ve şehit edildiğini düşündüğü Hz. Osman için de beyat ettiğini söylemiştir. Sağ elini sol eliyle tutup:
“Bu Osman’ın eli yerindedir. Bu beyat Osman içindir. Osman Allah’ın işi, Allah Resulü(sas)’nün işi için gitmiştir”[8] buyurdular.
Beyat bittiği sırada müşrikler Hz. Osman’ı serbest bırakmış o da doğruca Hudeybiye’ye gelmişti. Resulullah(sas)’a tekrar beyat etti. Müslümanlar onu görünce etrafına toplanmış, başına ne geldiğini sormadan evvel hürmetine bu kadar yol tepip geldikleri Beytullah’ı tavaf edip etmediğini sormaya başlamışlardı. Hz. Osman: “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki Mekke’de bir yıl kalsaydım ve Resulullah Aleyhisselam da Hudeybiye’de oturur olsaydı, Resulullah onu tavaf etmedikçe Beytullah’ı tavaf etmezdim.” dedi.
Hz. Osman Peygamberi ve önderi için, onun mahrum bırakıldığına ulaşabilecek iken kendi ihtiyarı ile mahrumiyeti seçmiştir. Peygamber Efendimiz(sas)’in ve diğer Müslümanların mahrum olduğu şeye kavuşmayı ki; bu Beytullah bile olsa edep, vefa, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik dışı kabul etmiş, nefsini bu duruma düşmekten korumuştur. Müslümanlarda bulunmayanı reddetme meziyeti, bulunamayacak bir erdem ve haysiyetli bir davranıştır.
Kardeşler arasında çatışma, sürtüşme, anlaşmazlık ya da ayrılık olabilir. Ancak kardeşlik bütün bu badirelerin hepsinin üstesinden gelen, asla zedelenmeyen ve bozulmayan bir bağdır. Belki de bugün Müslümanlar, “kardeşlik” bu anlamını yitirdiği için saflarını sıkılaştıramıyorlar, belki de bu yüzden en küçük esintiler kardeşlik duvarını yıkacak kuvvete erişiyor. Belki anlaşmazlıklar veya fikir ayrılıkları yahut çatışmalar küçücükler de “kardeşlik” anlamından sıyrıldığı için bu denli büyüyüp yıkıcı olabiliyorlar… Şüphesiz Saadet Asrı’nın kardeşlik tanımını yeniden düşünmeye ve anlamaya ihtiyacımız var. Bu etüdü tamamladıktan sonra, onlarda bulunan samimiyet ve iyi niyeti de elde ettik mi tamamdır bu iş.
Araştırmacı Yazar Serpil Özcan
[1] M. A.Köksal, age. V, s. 250
[2] M. A.Köksal, age. V, s. 251
[3] M. A. Köksal, age. s.285
[4] M. A. Köksal, age. s.285
[5] M. A. Köksali age, s. 287
[6] M. A. Köksali age, s. 288
[7] M. A. Köksali age, s. 290
[8] M. A. Köksali age, s. 292