Seçilmiş ayda, bir övülmüş isim, MUHAMMED (S.A.V)
Bu ay ağızlarımız Efendimiz’in adını daha çok anmakla, gönüllerimiz de O’nu anabilmenin mutluluğu ile tat bulacak. O; el-Beşir, es-Sadık, es-Seyyid. Efendimiz, şefaat edicimiz. Bize hayâyı ve hikmeti öğreten, kanaatin tükenmez bir hazine olduğunu ifade eden, şükretmeyi tavsiye eden el-Muallim. Vefayı, şefkat ve merhameti de öğreten Rahmet Peygamberi. Öğrenilmesi gereken her şeyi bizlere yaşayarak öğretti.
Bizler Efendimiz(sav)’i göremedik!
Efendimiz zamanında çocuk, genç veya yaşlı olmak…
Ya da O’nun zamanında olamamak… Ancak bu mahrumiyete karşılık O’na kardeş olmak… Tabiî ki bunun şartı da; koşulsuz sevgi ve itaattir.1434 yıldır O’nu anlatan diler, O’nun için gönüllerden satırlara dökülen cümleler hala devam etmekte. Çünkü biz biliyoruz ki sevmenin de ilk şartı bilmektir. Bilmek ve tanımak istiyoruz! Bilal-i Habeşi ezan okuyunca Efendimiz geldi zannı ile sesi duyan herkes nasıl da evinden dışarıya koşuşturmuştu! İşte biz de o hissi yakalamayı, gönüllerimizde Efendimiz’i bulmayı, yaşatmayı ve O’nunla yaşamayı istiyoruz. Ümit ediyoruz ki bu dosya yeni ufuklar açmaya, muhabbet-i Resul’e vesile olsun.
O’nun ümmeti gönlünden hiç eksik olmadı, ümmetinin gönlünden de O hiçbir zaman eksik olmadı, olmayacak. Ecdadımızın bu konudaki hassasiyeti muhteşem… Osmanlı, devlet haline geldikten hemen sonra kurduğu askeri birliğini, “Peygamber Ocağı” payesiyle onurlandırmış; askerine de “Mehmetçik” adıyla hitap etmiştir. Ordusuna verdiği isimlerden bir diğeri de, “Asakir-i Mansûre-i Muhammediye”dir. (Hz. Muhammed’in (sav) askerleri) Devletin başka bir adını ise, “Devlet-i Aliye-i Muhammediye” koymuştur. Şöyle bir bakalım:
II. Murat’ın bir sabah namazı sonrasında Kur’an okurken bir oğlu olduğu müjdesini alınca “Murat bahçesinde bir gül-i Muhammed açtı.” sözleri çok anlamlı.
Yine on dört yaşında, on dördüncü padişah olarak on dört sene padişahlık yapan Sultan Ahmet’in Efendimiz’e aşk derecesinde muhabbeti vardır. Öyle ki her ismini duyuşunda ayağa kalkarmış. Efendimiz’in ayak izinin resmi içine şu dörtlüğü yazdığını ve kavuğu içinde taşıdığını düşünürsek duyduğu aşkı bir nebze olsun anlayabiliriz.
Nola tacım gibi başımda götürsem daim
Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusûlün
Gül-i gülzâr-ı Nübüvvet o kadem sahibidir
Ahmeda durma yüzün sür kademine o gülün
(Keşke tacım gibi peygamberlerin sultanının ayak izini başımda taşısam, o kadem sahibi peygamberlik bahçesinin gülüdür. Ey Ahmed, durma yüzünü o gülün ayak izine sür)
Bütün zamanlar boyunca günümüze dek gelen bir güzellikten bahsediyoruz. Öyle ki, ilkelerin, sembollerin bozulduğu günümüzde bir, Gül’e bir şey olmadı. Gül, kokudur, tazeliktir güzelliktir, zarafettir, hasrettir. Gül, hayatımıza öylesine girmiştir ki birbirimize veda ederken Güle Güle deriz. Meğer bu “Muhammed’e Muhammed’e” git demekmiş. Nereye gidersen git, Gül’e git, nereye yürürsen yürü Gül’e giden yola yürü.
Gittiğiniz her yol, sizi O’na götürsün.
Yeni bültenimizde farklı bir konu ile buluşmak üzere…