17 Mart 2025 / 17 Ramazan 1446

Senin İçin Yapabileceğim Bir Şeyler Var

Bir insana dokunmanın sosyal yardım sonuçlarını bir sosyal çalışmacı kaleminden istifadenize sunuyoruz.

1.Dünya Savaşı bitmiş, savaşın bittiği bir dönem başlamıştı. Yeni bir devlet, doğduğu gibi ayağa kalkmaya çalışıyordu. Etrafta iniltilerin sustuğu bir sessizlik vardı. Çatışma sonrasında taburun arasında canlı asker tespiti yapan bir komutan gibi yürümeye ve kendimi bu sokaklara tanıtmaya başladım. “Dünyanın savaşları ve savaşların insanları arasında gezdim yıllarca” dedim. Ama baktım ki kaldırımların hiç umurunda değildi adımlarım ve anlattıklarım. Nasırlı bakışlarıyla bana “Ne ayaklar çiğnemiş, ne zulümler geçmiş üzerimden” diyordu… Hak verdim. Böyle böyle, insanlar ve duvarların aynılığı arasında dolaştım birkaç yıl. Hâlbuki bu topraklarda hep vardım. Şimdi devletin adı değişti, kaderi değişti ve değişimler devam etmekteydi. Benim de değişecekti ve fakat mücadelem aynı kalacaktı. Ama önce bu değişen toplumu yeniden ve devamlı analiz etmeli, yeni ihtiyaçları tespit etmeliydim. İl il, sokak sokak gezdim. Nihayet 1959’da meclise sunduğum kanunla çalışmaları hızlandırıp 1961’de ilk akademiyi kurduk. O erken Cumhuriyet yıllarında toplumda özellikle savaş mağduru, dul, yardıma muhtaç çocuklar, yetimler, işsizler, yoksullar çoğunluktaydı. İş verdim, aş verdim, ev verdim, evlat sahiplendirdim, tedavi ettirdim… Öyle yaşamlara şahit oldum ki. Bacaklarımın bağını söken bu hikâyeler, hikâyedeki insanların ihtiyaçlarına koşabilmek için ayakta tuttu beni. Tuttuğum ellerin hayatı değiştikçe ellerimi çoğalttım. Bazı hayatlar da ellerimden kayıp gitti, onlara bir şey yapamadım.

Şubat ayında bir akşamdı. 10’lu yaşlarda bir erkek çocuğunun bu dondurucu soğukta mevsimlik giyindiğini gördüm. Yoldan geçen ve kendisi yaşlarında bir kız çocukları olan aileye yaklaştı. Vücuduyla beraber sesi de titreyerek:

-İyi akşamlar, dedi. Ayakkabı satıyorum. Tam çocuğunuza göre. Almak ister misin ağabey?

-Nerede satıyorsun?

-İşte burada.

-Yok yani, yok mu bir standın falan?

-Ha! Yok ağabey. 1 tane satıyorum. Aha işte burada.

-Allah Allah. Eh peki göster bakalım ayakkabıyı. Ayağındaki mevsimlik ayakkabıyı çıkararak heyecanla:

-Bu var ya ağabey, ışıldaklıydı. Belki pil takarsan gene ışıldar. Ayakkabıyı elindeki naylon poşete koydu ve uzattı:

-Buyur ağabey. Kızınız kullansın.

-Ee sen ayakkabısız kaldın şimdi?

-Olsun. Bunu satıp karnımı doyuracam.

-İyi ama bu bile zaten incecik bir şey. Başka ayakkabın yok mu senin?

-Evim yok ki.

-Kimin kimsen de mi yok?

-Var. Ailem var.

-Ee onlar nerede?

-Beni reddettiler.

-Olur mu bu kışta kıyamette. Gel seni annene babana götüreyim, olmaz böyle.

-Yok ağabey. Onlar benim sahici anam babam değiller ki zaten. Ama gerçek anam babamlar. Yanlış anlama.

-Nasıl yani? Kimler öyleyse? Anan baban kim senin?

-Ağabey, sen alacan mı ayakkabıyı?

-Alacağım delikanlı. Ama önce gel seninle biraz konuşalım, dedi genç adam. Onu polise götüreceğinden şüphelenip kaçmaya yeltendi çocuk. Kıskıvrak yakaladı genç adam çocuğu ve bana getirdi. Oturttuk karnını doyurduk. Kaban ve bot giydirdik. Çay içip ısınırken muhabbet eder gibi öğrendik. Annesini babasını, nerede kaldığını, kim olduğunu…

-Sahici anamı babamı hiç bilmiyorum. Ben kimsesizler yurdunda kalırdım. Beni bi ailenin yanına verdiler. Hafta sonları evlerine alırlardı. Koruyucu ailemlermiş. Ama beni çok döverlerdi. Ses etmezdim. Yeter ki bir evim, ailem olsundu. Ama vücudumdaki izlerden anlaşılınca artık salmadılar beni onlara. Aradan birkaç yıl geçti başka bi aile aldı beni. Hafta sonları evlerinde kalırdım. İşte bu ailem. Onlar çok iyiydi. Çok alıştık birbirimize. Çok seviyorum ben onları. Suzan ana ve Necdet baba. Ama şimdi istemiyolar beni. Yurda haber etmişler. Almıyacaz artık demişler.

-Neden?

-Çok kötü bişey ettim.

-Ne yaptın?

-Hırsızlık… Ama yurttakilerle iddiaya girdiydik. Bana sen sütsün dediler, yapamazsın dediler. Dövüyolardı beni. Hemi de yere yatırıp tekme tokat. Yatağımda yatırmıyolardı. Ranzadan atıyolardı yerlerde yatıyodum sabaha kadar. Her yerim ağrıyodu. Bi de… bi de arada sırada yatağa işediğini Suzan anana söyleriz, tiksinip seni istemezler diye tehdit ettiler. Hem Suzan anaya söylemesinler diye hem de aralarına alsınlar beni diye yaptım.

(Ağlayarak): “Ne bileyim ailemin duyup beni terk edeceğini… Bilseydim yapar mıydım. Yerde değil yurdun avlusunda yatardım her gece. İşememek için uyumazdım”

Gözlerinden yaş sicim gibi dökülüyordu. Burnunu kollarına silecekken montunu fark edip kıyamadı. Peçete istedi.

-Valla billa bida yapmıycam dedim ama affetmediler beni. Başka hiç çalmadım. Onlara söz verdim. Zaten hırsız değilim ben. Dilenci de değilim. Varımı yoğumu satıp karnımı doyuruyorum. Masmavi çok güzel bi kocuğum vardı. Suzan ana aldıydı. Geçen hafta acıkınca sattım.

Dedikten sonra bir müddet yine ağladı.

-Para kazanınca yerine aynısından alacam ama… dedi mahsunca aşağı bükülen dudaklarıyla.

-Neden sokaktasın peki? Yurtta olman gerekmiyor mu?

-Yok. Dönmem daha oraya. Dalga geçerler benle hepten. N’olur siz de vermen beni oraya. Zaten aralarına almıyolar. Hele Suzan anagilin beni istemediğini duyunca kimse seni sevmiyo senin bi ailen yok diye şarkılar söyleyip inlettiler yurdu. Çok güldüler. Kaçtım yurttan. Dayanamadım. Bida dönmedim. Dönmem de. Buralarda ölürüm gene de güldürtmem kendime bida. Gün gelecek bulacam ailemi. Affettirecem. İspatlıyacam kendimi. Mektup da yazdım ama göndermemişler. Aha bak cebimde hep. Bir gün ailemi bulup verecem.

-Bakabilir miyim mektubuna?

Mektubu cebinden çıkardı. Bana doğru uzatıyorken sanki bir parçasını veriyor gibi baktı. Çarpık çörpük yazdığı mektubunu gözyaşlarımı saklayarak okudum.

“Suzan ana, Necdet baba. Beni affedin. Siz benim gerçek ailemsiniz. Yurttakiler ne derse desin. Siz beni sevdiniz biliyorum. Ben ailenin ne demek olduğunu ilk ve tek sizle yaşadım. Şimdi ise böyle bir hata yaparak anne ve babamı utandırdım. Bir daha asla böyle bişey yapmıyacam. Benim sizden başka ailem yok. Beni terk ederseniz ben yaşıyamam. Beni sizden ayırmayın. Ana babalar çocuklarının hatası olunca affediyolarmış. Hafta sonları artık gelirsiniz diye sana çiçekler topluyorum Suzan ana. Soluyo hep. Nolur beni bırakmayın. Söz veriyorum bida hiçbişey çalmıyacam. Ben hırsız değilim. Doğru söylediğimi, sizi çok sevdiğimi ispatlıyacam. Sizi çok seviyorum canım ailem”

Bu çocuğu başka bir yurda aldık. Çok mahsundu. Kimseyle pek sosyalleşemedi. Bir süre sonra yeni bir koruyucu aile bulduk. Ahlakı ve maalesef yüzü güzel olduğu için şanslıydı belki de… Maalesef, çünkü yetimhaneye gelen ailelerin karpuz seçer gibi yüzü güzel çocuklar seçmeleri bu çocuklar için travmaydı. Yüzü güzel olduğu için bir aile tarafından kabul görüyor, bu kıskançlığın hırsı nedeniyle de yurttaki arkadaşlarından dayak yiyip dışlanıyordu.

Hafta sonları koruyucu ailesine gidip geliyordu Mert. Yeni ailesini de sevdiyse de aklı hep Suzan anasında Necdet babasında kaldı. Onları bulmayı çok arzuladı, kendisini ispatlamayı…

Yeni ailesi Mert’in eğitimiyle de güzel ilgilendi. Zekiydi Mert. Büyüdü. Köye öğretmen oldu. Ne kadar çocuk varsa hepsine analık babalık etti. Öğretmenliğinin ikinci senesinde köyden bir öğrencisinin ablasıyla evlendi. 3 çocuğu oldu. Onun kendi kurduğu bu sahici ve yeni ailesine, çocuklarına olan düşkünlüğünü görseydiniz hayatını bilmeseniz bile içinde bir burukluk, bir korku ve çokça şükür olduğunu sezerdiniz.

Hayatına, kendisini bütün çocuklara adayarak devam etti Mert. Mektubu, olur da karşılaşırsam diye hep cebinde taşıdı. Aramaktan hiç vazgeçmeyip bıkmadıysa da, aklından çıkaramadığı Suzan anasını hiç bulamadı. O mektup hep cebinde kaldı…

Her gün böyle nice hayatları kucakladım. Nice Mert’leri. Zaman ve yaşam değiştikçe insanların sorunları da değişti. Toplum değişti. Ben de hep güncelledim kendimi.

Enstitüler kurduk, okullar açtık, öğrenciler yetiştirdik, kurumlarımızı ve gücümüzü artırdık. Bu günlere geldik.

Bugün tarih 2020. İçinde bulunduğumuz sosyal zamanda en kalabalık ihtiyaç gruplarını mülteciler oluşturuyor.

Hepsine hizmetim var. En kalabalığından en tek’ine.

Bireye, gruba,

Şiddet mağduru kadınlara,

Danışmanlık gerektiren ailelere,

Engelsiz bir yaşam için engellilere…

Bağımsız bir hayat için bağımlılara…

İhmal ve istismar edilmiş çocuklara…

Bilirkişi olarak adli vakalara, tıbbi vakalara…

Destek ihtiyacındakilere,

İnsan hakkına yaraşır bir hayat sürme olanağından mahrum olanlara,

Risk gruplarına,

Savunmasız gruplara…

Hepsini güçlendirmek, hayatlarına dokunmak için varım. Dün, bugün, yarın ve yarından sonra…

Toplumlar var oldukça ben de olacağım. Ben sosyal desteğim. Sosyal Hizmet’im.

Unutma ki her zaman senin için yapabileceğim bir şeyler var.

Sosyal Çalışmacı Büşra Çatalbaş Yaman