18 Şubat 2025 / 19 Şaban 1446

Tasavvufun İnsan Davranışlarına Kattığı Estetik: Zarafet (2)

Bir önceki yazımızda bakışta zarafet kapsamında kusuru görmeme hususunu ele almış, sevgili Peygamberimizin hata yapan kişiyi incitmeksizin kendisine galat-ı rü’yet (yanlış görme) izafe ederek uyardığını ifade etmiştik. Hz. Peygamberimizin hata yapan muhatabını ikazındaki zarif örnekliği bize aynı zamanda “söz”de zarafet meselesini hatırlatmıştı. Bu nedenle “Tasavvufun İnsan Davranışlarına Kattığı Estetik: Zarafet” başlıklı yazımızın ikinci kısmında “söz”de zarafet konusuna yer vereceğiz.

“Söz” de Zarafet

Güzel söz söylemek, sözün güzelini söylemek muhtelif ayet-i kerimelerde emredilmiştir.[1] Hatta İsrâ Suresi’nin 53. âyet-i kerimesinde güzel sözün şeytanın desisesini engellediği, adeta onun planını bozduğu ima edilmektedir. Bu durumda şeytana hayatımızda hiç yer açmamak ve en önemlisi yüce Allah’ın emrine amade olmak için sözün güzelini söylemek, söze zarafet katmak icap ediyor.

Peki, söze zarafet nasıl katılır?

Fahr-i kâinat Efendimizin hayatına baktığımızda onun hakkında, sözü ondan daha yumuşak birinin bulunmadığı, sanki mübarek ağızlarından nur saçıldığı rivayet edilmektedir. Demek ki söze zarafet katan unsurlardan biri, yumuşak ifadeler kullanmaktır. Bunu yine Kur’ân-ı Kerim’de geçen karşılıklarıyla ifade edersek “kavl-i leyyin”, “kavl-i ma‘rûf”, “kavl-i hasen” yani yumuşak, yapıcı, gönül alıcı ve faydalı sözlerin sarf edilmesinin sözü güzelleştiren, onu zarif hale getiren unsurlardan olduğu anlaşılmaktadır. Her zaman ve zeminde dilden zarifane sözlerin dökülmesi gerektiği ortadadır. Tasavvufî düşünce ile mayalanan Anadolu topraklarının halkına bakıldığında, öfkelendiklerinde dahi ağızlarından zarifane sözlerin döküldüğüne ilişkin örneklere sıkça rastlanır. “Hay Allah iyiliğini versin”, “Ya Sabır!”, “La havle”, “Allahu mea’s-sâbirîn” “La havle ve la kuvvete illa billâh”, “Hasbünallahu ve ni’mel vekî1”, “Allah Allah” vb. ifadeler ecdadımızın sinirli hallerinde dahi dillerinden dökülen zarifane cümleler arasındadır.

Aynı şekilde imtihan dünyasında yaşadığımızı sürekli hatırlatmak adına başta dergâhlar olmak üzere hanelerin duvarlarını süsleyen ve ecdadımızın dilinde sürekli tekrarlanan “Bu da geçer Ya Hû”, “Hoşgör Ya Hû”, “Edeb Ya Hû” gibi ifadeler de sözün zarafete bürünmüş hallerindendir.

Tarihi süreçte İslam düşünce geleneklerine bakıldığında özellikle tasavvufun söze zarafet katmaya bir hayli önem verdiğini gösteren örneklerle karşılaşılır. Dervişlerin birbirlerine “iki gözüm”, “nazarım”, “nazarlarım”, “cânım efendim”, “can” gibi muhabbeti artıran ve karşıdakine kıymet verdiğini hissettiren ifadelerle hitap ettikleri görülür. Buna ilaveten tasavvuf ehli, söze zarafet katmaya, ondan olumsuzluğu ve olumsuz manayı hatırlatacak hususları gidermeye o kadar özen göstermişlerdir ki günümüzde gelişigüzel kullandığımız ifadelerin bazıları onların dikkatle kaçındıkları söz grubunda yer almıştır. Söz gelimi “lambayı/ışığı yak!” cümlesinde geçen “yak” fiili olumsuzluğu çağrıştırdığı için bunun yerine “ışığı uyandır” ifadesini kullanmışlardır. Keza “ışığı söndürmek” cümlesinin “ocağın sönsün” bedduasını hatıra getirmesini engellemek adına bunu “ışığı dinlendirmek” tabiriyle ifade etmişlerdir. Benzer mantıkla kapıyı kapatmak yerine “kapıyı sırlamak”, bir şeyin bittiğini/tükendiğini haber verirken de “Hak vere” veya “Hakta” tabirlerini ortaya koymuşlardır. Ayrıca teklif edilen herhangi bir şeyi reddetmek için muhataba “istemem” demek yerine “ganisiyim” sözüyle karşılık vermişlerdir.

Olumluluğu çağrıştıran, olumsuzluğu öteleyen bu zarifane tabirler haricinde söze zarafet katan diğer bir unsur ise ses tonudur. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Lokman’ın oğluna sesini alçaltarak konuşması nasihatinde bulunduğunu haber verir.[2] Dolayısıyla ses tonuna dikkat ederek sesi alçaltmak, ses tonuyla muhatabı ezmemeye özen göstermek de önemli tasavvufî zarafet örnekleri arasındadır. Bu bağlamda verilecek bir örnek de mevlevihanelerde dervişler uyandırılacağı zaman ürkütmeden yavaşça yatağına gidilmesi, yastığına hafifçe vurulması ve yine hafif bir ses tonuyla “Agâh ol erenler” denilmesidir. Söze zarafet katan bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak bunlarla yetinelim ve Seyyid-i kâinat Efendimizin güzel sözün sadaka olduğunu bildirdiğini hatırlatarak yazımıza nihayet verelim.

Dr. Ayşegül METE

[1] Meselâ el-Bakara, 2/83; İsrâ 17/53.

[2] Lokman, 31/19.