“Biz, bir âyetin yerini (hükmünü) başka bir âyetle değiştirdiğimiz zaman Allah neyi indireceğini çok iyi bilirken onlar (Peygamber’e): “(Bunları) uyduran ancak sensin.” dediler. Hayır! (Öyle değil), onların çoğu (gerçeği ve nesihteki hikmeti) bilmezler.” Nahl S. 101
Nesh kelimesi, sözlükte “izale etmek, gidermek, yok etmek, değiştirmek, tebdîl etmek, tahvîl etmek, nakletmek” manalarına gelir. Terim olarak incelendiğinde, şer’î bir hükmün, kendisinden sonra gelen başka bir şer’î hükümle kaldırılmasına nesh (nesih) denir. Nesih söz konusu olduğunda önceki hüküm mensûh, onu yürürlükten kaldıran yeni hüküm veya delil de nâsih diye anılır.
Nesih konusunda başlıca üç mesele vardır.
Nesih uygulaması, prensip olarak akla uygun mudur? Bu soruya bütün Müslümanlar, ittifak ederek, olumlu cevap vermişlerdir. Tarihî süreç içinde insanlık çeşitli aşamalardan geçmiştir. Bu duruma paralel olarak, ilâhî hükümlerin amelî boyutunda da muhatabının içinde bulunduğu şartlara uygun olarak, bazı değişikliklerin yapılması tabiidir. Bunu Allah’ın ilminde değişiklik olarak algılamak ve dolayısıyla neshi reddetmek akla uygun değildir. Değişiklik Allah’ın ilminde değil, insanın içinde bulunduğu durumdadır.
Nesih, akla muvafık olmakla beraber, hayatın içinde uygulanmış mıdır? Bu sorunun cevabı da olumludur. Hz. Âdem’in kız ve erkek çocukları birbirleriyle evlenirken bunun Tevrat’ta haram kılınması[1], Hz. Nûh’un kavmine kanlı et dışında her canlının helâl kılındığı ifade edilmişken[2] Hz. Mûsâ’nın şeriatında bazı hayvan türlerinin haram sayılması[3], Yahudilik’te kişinin karısını boşaması mubah iken[4] Hristiyanlıkta kadının zina suçu işlemesi dışında bunun haram kılınması[5] neshin İslâmiyet öncesi ilâhî dinlerdeki örneklerini teşkil eder.[6] Kur’an da kendinden önceki kitapları neshetmiştir.
Üçüncüsü ise Kur’an’da nesih var mıdır, sorusudur. İslam âlimlerinin büyük bir çoğunluğu, Kur’an’da nesih olduğunu kabul eder; yeni kurulan bir nizamın, yerleşmesi ve olgunlaşması için, bunu çok tabii görürler. Zaten neshin konusu amelî uygulamalardır. Yani akaid ile ilgili temel konularda hiçbir zaman nesih olmamıştır. Çünkü akide değişmez. Amelî uygulamalar ise zaman ve şartlara göre değişiklik gösterebilir. Yeni bir toplum inşa edilirken, önce ihtiyaç duyulan bir hüküm, sonra kaldırılabilir ya da değiştirilebilir.
İslam âlimleri, Kur’an’daki nesih ile ilgili şu şartların olduğunu bildirmişlerdir:
1- Nesih, Hz. Peygamber (sav) hayatta iken gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü peygamberden sonra dînî hükümlerde değişiklik yapılması mümkün değildir.
2- Nâsih ve mensuh, şer‘î (Kur’an ve Sünnet’te bulunan) amelî hükümler olmalıdır.
3- Mensûh hüküm bir süre yürürlükte kalmış bulunmalıdır.
4- İki hüküm arasında (nâsih ve mensûh), her biriyle ayrı ayrı amel etmeye imkân vermeyecek derecede uzlaşmazlık tesbit edilmelidir.
5- Nâsih hükmün delili mensûhunki ile aynı güçte veya ondan daha güçlü olmalıdır. Sevap ve fayda açısından aynı kural geçerlidir. “Biz, herhangi bir âyeti nesh eder veya onu unutturursak ondan daha hayırlısını ya da onun benzerini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?”[7] ayet-i kerimesi de bu duruma işaret eder.
Kur’an’da bulunan nesih ile ilgili, farklı görüşler mevcuttur. Bazı âlimler, Kur’an’da bulunan bir hükmü, ancak başka bir Kur’an ayeti neshedebilir derken; bazıları (örn. İmam Şafii) mütevatir sünnetin de Kur’an ayetini neshedebileceğini kabul etmiştir. Bazıları da (örn. Mu‘tezile âlimi Ebû Müslim el-İsfahânî’) Kur’an’ın içinde hiçbir şekilde nesih olamayacağını ileri sürmüştür. Ancak şunu ifade etmekte fayda var. İslam’ın ilk asırlarında (Hicrî 4. yıla kadar) Kur’an’da neshin mevcudiyeti neredeyse herkes tarafından kabul edilmekteydi. Aksi yöndeki görüşler sonradan ortaya çıkmıştır.
İlgili eserlerde nesin üç türlü olduğu ifade edilmiştir:
1- Hükmü mensûh, metni bâkî olan ayetler. Neshin bu türü, ilgili eserlerin esas konusunu teşkil etmiştir. İlk dönemlerde yazılan eserlerde bu tür âyetlerin sayısı 300 civarında gösterilmektedir. Bunda, ilk dönem âlimlerinin nesih kelimesine daha sonraki dönem usûlcülerinin yüklediklerinden daha geniş bir anlam yüklemelerinin etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Mesela, Mekkî sureler içinde yer alan ve müşriklerin eziyetlerine sabretmeyi, onlara aldırmamayı ve ilişmemeyi emreden âyetlerin, müşriklerle savaşmayı emreden âyetle (et-Tevbe 9/5) mensuh sayılması gösterilebilir. Bu âyetle 114 veya 124 âyetin hükmünün neshedildiği söylenir. Ancak usul ve tefsir âlimleri, genelde bu âyet ve onunla mensuh sayılan âyetlerin farklı durumlarla ilgili olduğu görüşündedir.
2- Metni mensûh, hükmü geçerli olan ayetler. Neshin bu türüne “recm âyeti” diye meşhur olan, “Yaşlı (evli) erkek ve kadın zina ettiği zaman onları recmedin …”[8] anlamındaki rivayet örnek gösterilir. Übey b. Kâ‘b’ın bildirdiğine göre bu âyet lafzı neshedilmeden önce Ahzâb Sûresi içerisinde yer almaktaydı.
3- Metni ve hükmü mensûh olan ayetler. Selef’ten nakledilen rivayetlerde bazı âyetlerin veya surelerin daha sonra kaldırıldığı ya da unutturulduğu ileri sürülmüştür[9]. Hz. Âişe’den gelen bir rivayete göre süt kardeşliğine ve evlenme engeli oluşmasına sebep olan on emzirme hakkındaki âyet daha sonra beş emzirme hükmü ile neshedilmiştir[10]. Mushafta on emzirmeye dair âyetin nazmı bulunmadığı gibi hükmü de yürürlükten kalkmıştır.
Nesih konusu, bedâ ve tahsis ile karıştırılabilir. Ancak bunlar hükmü kaldırmaz; kısaca bedâ, gizlilikten sonra açıklık getirmeye, tahsis de umumi bir hükmü sınırlandırmaya verilen isimdir.
Ayetlerin tefsiri konusunda nesih konusu, önemli bir yer tutmaktadır. Hz. Ali (ra)’ın nesih konusunda bilgisi olmayan birine, “kendini de helak ettin, başkalarını da” diye sitem etmesi, bu ilmin önemine işaret eder.