21 Mart 2023 / 28 Şaban 1444

Yeni Medyanın Hızına Yetişmek Mümkün mü?

Selvanur Yazıcı Sezgin – 

Radyonun dünya çapında 50 milyon kullanıcıya ulaşması tam 38 yılı buldu, TV ise 13 yılda tüm dünyada 50 milyon kullanıcıya erişti. Yıllar geçtikçe ve teknoloji çığır aştıkça yeni teknolojilerin insanlara erişme süresi de gitgide kısaldı. Cep telefonu 12 yılda, internet 4 yılda, Facebook 2 yılda, Youtube ise sadece 1 yılda 50 milyon kullanıcıya ulaştı.

Dünya çapında büyük yankı uyandıran bir zamanların en popüler oyunu Angry Birds’ün milyonlara erişim süresi sadece 35 gündü. O dönem bizler için bu hızı tarif etmenin dahi imkânı yoktu. Oysa bundan birkaç sene sonra yeni çıkan bir teknolojik ürünün veya yeni medya ürününün milyonlarca kullanıcıya erişmesi için birkaç saatin yeterli olacağını uzmanlar daha o günden söylüyordu.

Yeni medya teknolojilerine ve bize sunulan ürünlere hem çok daha hızlı hem de ücretsiz veya karşılanabilir sembolik ücretlerle ulaşabiliyoruz. Web 2.0 teknolojisinin ilk yıllarında evlerimizden ve ofislerimizden, kablolu internet bağlantılarımızla ve masaüstü bilgisayarlarımız aracılığıyla eriştiğimiz yeni medya ürünlerine 2010’lu yıllarda telefon ve tabletlerimizden ulaşabilmemiz bir milat oldu. Türkiye’ye 2009 yılında gelen 3G teknolojisiyle artık internet bir derya deniz olarak avucumuzun içindeydi. Bu sırada yine 2000’li yıllarda hayatımıza giren ancak 2010’lu yıllarda kullanım politikalarını, kullanım şekillerini ve ara yüzlerini güncelleyen sosyal medya kanalları gündelik hayatımızın büyük bir kısmını ele geçirmeyi başardı. 2010’lu yıllarda Instagram, Vine, Tiktok, Snapchat gibi görsel sunum kültürünün ve tüketim endüstrisinin bir numaralı sahneleri olan sosyal medya kanalları kullanımımıza açıldı. Böylece bireyler ve toplumlar olarak tüm bu gelişmeleri bizden beklenenden çok daha hızlı ve kolay şekilde benimsedik.

Teknolojik gelişmeler sayesinde internetteki kullanıcı deneyimi tek yönlü bir ileti aktarımından çok yönlü ve karşılıklı bir iletişime dönüştükçe hepimiz sosyal medyada tüketici konumundan üretici konumuna terfi etmiş olduk.

Dolayısıyla bugün 7’den 70’e hepimiz büyük bir iştahla dijitali tüketiyor ve dijitalde üretiyoruz. Üretilen içeriklerin kalitesi, manası ve etkinliği sorgulanabilir olsa da birçok araştırmanın da söylediği gibi bugün gün içindeki zamanımızın çoğunu sosyal medyada harcıyoruz. Yeni çıkan bir oyunu, filmi veya dijital içeriği tüketme hızımız kendimizi bile korkutan bir hâl almaya başladı. Kişiselleştirilmiş kullanıcı deneyimi konusunda yaşanan gelişmeler, kişisel verilerimizin işlenmesi yoluyla karşımıza çıkan ilgi alanımıza yönelik içerikler, karşımıza çıkan seçeneklerin bolluğu ve daha pek çok sebep bizi yeni medya kültürüne güçlü bağlarla bağlıyor.

Sosyal medya kanalları, online izleme platformları, sanal oyunlar ve yeni medya kültürünün daha pek çok ürünü, modern insanın en büyük sorunlarından birini her gün biraz daha büyütmeye devam ediyor. Sosyal medyada yanlış bilgilerin doğru bilgilerden çok daha hızlı yayılması ve bu durumun toplumsal infiallere yol açması bugün sosyal medya kültürünün üzerimizdeki en olumsuz etkisi olarak karşımızda duruyor. Kaynağını ve sahihliğini teyit etmeden, sadece kendi görüşümüzle örtüşüyor diye yaygınlaştırdığımız dezenformasyonun yarınlara yapacağı olumsuz etkinin, son yıllarda savaştığımız pandeminin olumsuz etkilerinden bile fazla olacağı uzmanlarca söyleniyor. Toplumsal konuların sosyal medyada tartışılması ve linç/iptal kültürünün yaygınlaşmasıyla birlikte toplumda kutuplaşma ve nefret söylemi gibi eğilimlerin arttığı gözleniyor. Öte taraftan selfie kültürünün etkisiyle Instagram, Tiktok gibi görsel odaklı sosyal medya kanallarında sergilenen yaşam tarzı paylaşımlarının bireyleri yoğun şekilde tüketime teşvik ettiği hepimizin malumu. Neye ihtiyacımız olduğunu, neyi satın alma davranışı sergileyeceğimizi bilen algoritmalarla el ele hareket eden influencerlık kurumunun da etkisiyle en temel eylemi tüketmek olan insanlara dönüşüyoruz.

Yeni medya kültürünün etkisinde girdiğimiz bu hengamenin ana sebebini “sindirim sorunu” olarak nitelendirebiliriz. Nasıl ki tadı ne kadar leziz olursa olsun bir yemeği hızlı, çok veya dengesizce yediğimizde sindiremeyiz, o yemek lezzetten ziyade bize rahatsızlık verir; işte yeni medya teknolojileri ve ürünlerine olan sağlıksız adaptasyonumuz da bugün ve yakın gelecekte bize çeşitli arazlar çıkarmaya devam edecek gibi görünüyor. Teknolojik gelişmeler ve yeni medya kültürünün yükselişi çağımızın gerçeği. Bundan kaçmak veya görmezden gelmek sorunları daha da büyütecektir. Çözüm ise bu yeni kültüre sağlıklı ve bilinçli bir adaptasyondan geçiyor. Bu noktada Cal Newport’u anmakta fayda var. Dijital Minimalizm adlı kitabında ekran bağımlığı ve teknoloji yorgunluğa karşı bir yol haritası sunmaya gayret eden yazar teknolojiyi ihtiyacımız olduğu kadarıyla kullanabilmenin mümkün olduğuna inanıyor.

Dijital detoks veya dijital temizlik adını verdiği 30 günlük bir durma ve arınma sürecinden bahseden Newport, 30 gün boyunca -zorunlu işlerimiz dışında- tüm teknolojik alet ve uygulamalardan uzak kalmayı, bu sürenin sonunda bizim için neyin vazgeçilir neyin vazgeçilemez olduğunu kavrayıp, kendimize belli sınırlar ve hedefler koyarak, sadece gerçekten vazgeçmek istemediklerimizle yola devam etmemizi tavsiye ediyor.

30 günlük dijital detoks önerisi bana Türk-İslam kültüründeki “bir alışkanlık kazanmak veya bir alışkanlığı terk etmek için 40 gün uygulama” geleneğini/tavsiyesini anımsatıyor. Namaza başlamak, sigarayı bırakmak gibi pek çok alışkanlık için tavsiye edilen bu yöntemi 30-40 gün süreyle dijital dünyayla kurduğumuz ilişkiyi düzenlemek için de denemenin yararı olacağına inanıyorum.

Üstelik ekranla ilişkisini düzenlemeye çalıştığımız evlatlarımız üzerinde etki edebilmek için de böyle bir dijital arınmaya ihtiyacımız var. Tıpkı bal yeme diye tavsiyede bulunacağı çocuğa sözleri tesir edebilsin diye çocuğu 40 gün bekletip balı önce kendisi kesen İmam-ı Azam Ebu Hanefi Hazretleri gibi…

Yeni medya kültürü ve ürünleriyle kurduğumuz bağın ipleri bizim elimizde olduğunda, ekranda neye ne kadar bakacağımızı belirleyip kendi koyduğumuz sınırlara riayet ettiğimizde, sosyal medyanın ve algoritmaların oyuncağı olmadığımızda yeni medyayı bilinçli tüketme noktasında anlamlı bir adım atmış olacağız.