Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
“Boş ve faydasız işleri terk etmek kişinin dininin güzelliğindendir” [1] hadisi gereğince hareket eden her mü’min doğal olarak vaktini en güzel ve faydalı şekilde değerlendirecek ve yaptığı her işin başına koyduğu niyetle o işi ibadet vasfına bürüyecektir. Aksi halde canlı ve cansız her şey Allah’ı zikretmekte iken bizim zikirden uzak kaldığımız her an gaflette olduğumuzun acı göstergesi olacaktır. Ayrıca israf edilen şeylerin üzerinden bereketin kaldırıldığını biliriz. İsraf edilen zaman ise, bir gün içindeki 24 saat bize yetmeyecektir. Üstelik herkes için bir gün aynı iken ömrünü değerlendirip 800 ciltlik eserler verenler varken…
Zamana farkındalığı yakalamak için ölümü ve ölüm sonrası hesabı hatırda tutmak bir yol olabilir. Lokman Hekim’in oğluna nasihatı şöyledir: “Yavrum! Kendilerine vaad edilen şey (ölüm ve ahiret) insanlara nasıl da uzak geliyor. Ancak vaad edildikleri şeye doğru sürekli şekilde gitmektedirler.” Bu durumu fark edebilmek maneviyatın maddeye üstünlüğünü kabul etmek demektir.
Bir diğer yol ise inancımıza uygun şekilde ibadetlerimizi yapmamıza fayda sağlayan Hicri Takvimin hayatımızda ne kadar önemli bir yeri olduğunu idrak etmek. Zira dinimizdeki farz, vacip, nafile ibadetler zamana göre planlanmış olup, her birinin zaman içinde belli bir yeri vardır. Hatta bundan sonra doğacak olan evlatlarımızın doğum tarihlerini de Hicri Takvime göre yazıp buna göre anılmalarını sağlamak daha anlamlı olacaktır.
İslam; zamanın değerlendirilmesinde günlük plana ağırlık verir. Vaktin boş geçirilmemesinde ısrarlıdır. Çalışmalar dışında kalan vakitleri, zikir, tefekkür, faydalı şeyler öğrenme, aile fertleriyle sohbet ve terbiye gibi meşguliyetlerle geçirmeyi emreder.
İlimle meşgul olanın farkındalığı da artacak ve gaflet ağını yırtma gücünü kazanacaktır. İmam Ebû Yûsuf hayatının son deminde, nefesini verip dünyasını değiştirirken bile kendisini ziyarete gelenlerle fıkhî bir meseleyi, bir kimsenin istifade etmesi veya öğrenmesi gayesiyle müzakere etmişti. Çünkü onlar “İlim talep etmek beşikten mezara kadardır” diyorlardı. Âlimlerin uygulamalarına baktığımızda geceyi 3’e ayırdıklarını görüyoruz. İstirahat, ibadet, ilmî çalışma. Bazı âlimler “İlim için geceleyin uyanık kalmak nafile namaz için uyanık kalmak yerine geçer” hükmüne varmışlardır. İmam Ebu’l Vefâ şöyle diyor: “Ömrümden bir saati bile boşa zayi etmem helal olmaz. Dilim müzakere ve münazara, gözüm mütalaa yapmadığı durumlarda yani uzanıp rahat ederken bile tefekkür ederim. Kalkarken yazacağım şeyleri düşünmüş olarak kalkarım. Şu 80 yaşımda ilme karşı olan hırsımı 20 yaşımdaki hırsımdan daha çok buluyorum.”
Gece, insan hayatının yarısını teşkil ettiği için tamamının gafletle geçirilmemesi hususunda azamî gayret gösterilmiştir. İsa (as) da buyurmuş ki: “Geceler ve gündüzler hazine sandıklarıdır. Bunlara ne koyduğunuza bir bakın”
Müslüman güneşi üzerine doğurmaz. Bilir ki, güneşi üzerine doğuranın o günü ölmüştür. Gecesi güzel olanın gündüzü de güzel olacaktır. Özellikle seher vakitlerinin kıymeti bilinmeli.
Fikri çalışmalar için, aynı saatlerde devamlı ve tertipli bir surette, günde iki üç saat bile yeterlidir. Büyük İslam Filozofu İbni Sina dünyaca ünlü olan Kitabüşşifa kitabını her gün, sabah namazından sonra Bağdat’taki bir caminin büyük kandili altında oturarak, kuşluk vaktine kadar, yani yaklaşık iki saat çalışmak suretiyle meydana getirmiştir.[2] Ruh ve beden sağlığı için öğle uykusunun( kaylûle) önemi de unutulmamalıdır. Bilimsel araştırmalarla yarım saatlik bir uykunun gecenin iki saatlik uykusuna bedel olduğu ortaya konmuştur.
Nisa Suresi 103. ayet mealinde: “…Çünkü namaz, mü’minlere vakitleri belli bir farzdır.”[3]
buyrulmakta iken Efendimiz (sav) de “Allah’ın en sevdiği amel vaktinde kılınan namazdır.”[4]demiştir. Burada büyük bir hikmet ortaya çıkmaktadır. İlk önce Allah Teâlâ ardından da Nebi (sav) tarafından vakitleri belirlenmiş olan diğer pek çok ibadet arasında neden namaz özel olarak zikredilmiştir? Çünkü namaz günde beş kez tekrarlanmaktadır. Böylece peş peşe gelen kısa süreler içinde namazlarını eda eden kimse vakitlere karşı hassas olur, sürelere dikkat eder ve her ibadeti belirlenen vakitte en güzel şekilde yapma alışkanlığı kazanır.[5]
Prof.Dr. M. Es’ad Coşan (Rha) da “Günde beş vakit namazın; saniyesiyle, dakikasıyla namaz vakitlerinin, bizde bir zamana hürmet duygusu meydana getirmesi lazımdır. Zamanın kıymetini bilme şuuru, bizde en yüksek derece olmalıdır” demişlerdir. Böyle kılınan namazlar kişinin gafletten kurtulmuş olduğunun da işareti olsa gerek. Aksi halde Maun Suresi’ndeki; “Vay o namaz kılanların haline…” diye ifade edilen kimselerden olunur, Allah muhafaza. Namaz dâhil tüm ibadetler zamanın geçtiğine dair bir farkındalık oluşturuyorsa nasiplilerdenizdir. Hz. İbrahim’in Allah’ın Halili olmasındaki üç sebepten birinin, karşısına çıkan iki işten hangisinde Allah’ın rızası öncelikli ise onu tercih etmesi olduğu da unutulmamalıdır.
Bu arada zaman adına bizi gaflete düşüren çok uyuma, erteleme, yapılacakları unutmak (akıl defteri tutmamak), çalışırken lüzumsuz ayrıntılara dalmak, çalışma ortamında olumsuz uyarıcıların bulunması, yoğunlaşamamak, düzensiz ve dağınık çalışmak, randevulara zamanında gelmemek, plansız çalışma, öncelikleri sıraya koyamama, televizyon ve telefonu ihtiyaç harici kullanmak, hayır diyememek, trafik, öncelikleri belirleyememek gibi keşkelere sebep davranışlardan kurtulmalıyız. Hepimizin yolu açık olsun.
Ya Rabbi, bizi gözümüzü açıp yumuncaya kadar hatta ondan daha kısa bir zaman için dahi nefsimizin eline bırakma. Seni zikretmekte, Sana şükretmekte ve güzel kulluk etmekte bize yardım eyle, sàlih, muhlis, âbid, zâhid, âşık, sàdık bir kul olma yolunda zamanı bizden şikâyetçi etme, gafletten uyanışımıza şahit eyle!
Tülay Toros
[1]Tirmizi, İbnMace[2]Gençlerle Başbaşa, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil.
[3]Feyzü’l Furkan
[4]Tergip ve Terhip 7. cild, s264
[5]AbdulfettahEbû Gudde, İslam ÂlimlerininGözüyle Zamanın Kıymeti.