14 Ekim 2024 / 10 Rebiül Ahir 1446

Fakirliğin En Acıklısı

İnsan, sahip olabilen, sahip oldukları üzerinde tasarruf hakkı olan bir varlıktır. Aynı zamanda insan, sahip olmaktan haz alır, dolayısıyla sahiplenmek için elinden gelen gayreti gösterir.  Peki, insan neden bir şeye/şeylere sahip olmak ister? Farklı cevaplar mümkündür. Ancak verilebilecek cevaplar, sahip olunan şey sayesinde elde edilecek imkânlar ile ilgilidir.

Mesela, insan sağlıklı olmak ister. Çünkü sağlıksızlığın/ hastalığın getireceği meşakkatleri yaşamak istemez. Bilir ki sağlıklı olduğunda, diğer nimetlerin tadına varabilir, konforlu bir hayat sürebilir.

Mesela, insan mal mülk sahibi olmak ister. Çünkü kendisinin ve ailesinin yaşam standartları, zenginliği ile orantılı olacaktır. Hoşuna giden başka şeyleri kolaylıkla elde etme imkânı bulacaktır.

Daha birçok örnek sıralanabilir. Çünkü insanoğlu bu dünyada sayılamayacak kadar çok nimete mazhar olmaktadır. Helal dairesinde her birine sahip olmayı arzu edebilir. Maksadın hâsıl olduğunu düşünerek ya da okuyucunun neyi neden istediği ile ilgili bir düşünme egzersizi yapacağını varsayarak asıl konumuza gelelim. Bunca sayısız nimetler içinde bir tanesi vardır ki yeryüzünün en değerli hazinesidir. Sahip olunması en çok arzu edilecek şey odur.

“Allah, hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir.”[1] buyurmuştur Efendimiz (sas). İnsan için en değerli varlık, sahip olunacak şeylerin en hayırlısı ilimdir. Rütbelerin en üstünü ilim rütbesidir. Bu hadis-i şeriften de anlıyoruz ki, ilim her hayrı içinde barındırır.

İnsan, istek listesinin en başına kendisinden fayda sağlanacak ilmi koymalıdır. Çünkü âlemlerin efendisi (sas) “İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadan ve onun içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”[2] diye bildirmiştir. Zira faydalı ilim, her kapıyı açar; her maksûda ulaştırır.

Müslüman bir kimsenin en önemli hedefi, ebedi mutluluğu elde etmektir. Ebedi mutluluk, dünya hayatındaki dosdoğru yolun sonundadır. Dünyadaki yaşantı biçimini dosdoğru şekillendirebilmek, hakkı batıldan ayırt edebilmek için ise ilme ihtiyaç vardır. Doğru bilgi, ahiret saadetinin anahtarıdır; insana gerçek manada kul olmayı öğretir. Bu niteliğinden dolayıdır ki “Kim ilim tahsil etmek için bir yola girerse, Allah o kişiye cennetin yolunu kolaylaştırır.”[3]

İlim, sadece sahibine fayda vermez. Gerçek ilim sahibi, öğrendiğini uygular ve aynı zamanda başkalarına öğretir. Ve bu vasfı ile ilim sahibine özenilmesi uygun görülmüştür.

İlimden yoksun olmak, bir diğer ifade ile ilmin zıddı cehalettir. Cehalet, basit bir düşünme biçimiyle, okuma yazma ile ilişkilendirilir. Ancak asıl cehalet, inkâr ve isyan üzere olmaktır. Bu sebeple İslam tarihinde, asr-ı saadetten önceki döneme, cahiliye dönemi denilmiştir.

Aynı zamanda cahillik sebebiyle, kişinin bu dünyanın nimetlerinden de istifade etme imkânı azalır. Hatta sahip olduklarını doğru değerlendirme yetisini kazanamadığı için, cahil her şeyden mahrum kabul edilebilir. Öyle ki görünürde ilim sahibi olan, fakat ilminden faydalanamayan kişi bile bu sebeple, cahil kabul edilebilir. Ne garip bir tezat!

Cehaletin hiçbir çeşidi hoş görülemez. Çünkü ilim, kulu gerçek itaate götürdüğü gibi, bilgisizlik de inkâr ve isyan bataklığına yaklaştırmaktadır. Yüce Rabbimiz’in “…Bilenlerle bilmeyenler, hiçbir olur mu?…”[4] buyruğu bu duruma işaret etmektedir.

Bu dünyanın en kıymetli hazinesinden mahrum kalmak, fakirliğin en acınılacak halidir. İşte bu yüzden Yüce Rabbimizin, kıymetli elçisi (sas)’in arttırılması için dua etmesini emrettiği tek şey ilimdir.

“…Rabbim ilmimi arttır.”[5] (رب زدني علما)

“…Allahım! Faydasız ilimden… sana sığınırım.”[6] (اللهم إني أعوذ بك من علمٍ لا ينفع)

Âmin…

Zeynep Yaren Çelikbilek

Yararlanılan Kaynaklar

Riyazu’s-Sâlihîn Şerhi, Erkam Yay.

[1] Buhârî, İlim 10, Humus 7, İ’tisam 10; Müslim, İmare 175, Zekât 98, 100; Tirmizî, İlim 4; ibn Mâce, Mukaddime 17

[2] Taberânî, Ebû Zer (ra) rivayeti.

[3] Müslim, Zikir 39; Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvud, İlim 1; Tirmizî, Kur’an 10, İim 19; İbn Mâce, Mukaddime 17

[4] Zümer Sûresi, 9

[5] Tâ-Hâ Sûresi, 114

[6] Müslim, Zikir 73; Nesâî, İstiâze 13, 65