İstediğini zengin eden, zenginlik veren.
Sözlükte, zengin olmak, ihtiyacı bulunmayıp müstağni olmak, gibi manalara gelen “gına” (gana) kökü, “ığna” şeklinde geçişli bir fiil yapısına dönüşünce, “zengin kılmak, ihtiyaçtan kurtarmak” manasını kazanmaktadır. Bu geçişli kökten türemiş bir kelime olan ve “Allah’ın dilediğini zengin kıldığını” bildiren “El- Muğni” meşhur esma-i hüsna hadisinde, Allah Teâlâ’ya ait güzel isimler arasında yer almıştır.
Mutlak gani olan Allah (cc), aynı zamanda muğnidir. Ancak, her zenginlik verenin mutlak gani olması düşünülemez. Zira zenginlik veren, zengin olma ihtiyacını duyar. İhtiyaç duyan ise zengin olamaz. Oysa Allah (cc), zengin olmaya ihtiyaç duymaz. Bu sebepten O, mutlak gani ve muğnidir. Gerçek zengin ve zengin eden, hiçbir kimseye ihtiyacı olmayan Allah’tır. Allah Teâlâ’nın dışında zengin ve zengin edenlerin zenginliği, ancak mecazi manadadır.
Kendini zengin sanan kul, ne kadar zengin olursa olsun, yine de varlığı ve zatı ile kendisini yaratan Rabbine muhtaçtır. Allah, kuluna bol nimet verir, ona merhamet eder ve ihsanını yağdırır. Açık ve gizli cömertlikte bulunur. Gerçekleri anlaması için göz, kulak ve kalp verir. Bilgilenmesini sağlar. Güç ve kuvvet verir. Tasarruflarda bulunmasını ve rahat hareket etmesini sağlar. Kendi cinsinden olan insanları istihdam etme gücü verir. Âlemde ne varsa emrine amade kılar. Kendisine faydalı ve yararlı olan şeyleri isteme, zararlı olanlarından kaçınma ve korunma hissi verir. Kul, geçici olarak bütün bu nimetlere sahip olduğunu görünce kendisin de bu kâinatta bir pay sahibi olduğunu iddia eder. Kendisine muhtaç bir gözle değil, zengin bir gözle bakar. Yoktan yaratıldığını, daha önce içinde bulunduğu muhtaçlık ve yoksulluk durumunu unutur. Sanki muhtaç ve fakir olan o değil başka biriymiş gibi davranır.
Allah Teâlâ, kullarından dilediğini zengin olarak yaşatır. Bazı kullarını da ömür boyu fakirlik içinde bırakır. Bazı kulunu zenginken fakir, bazılarını fakirken zengin yapar. Kulları ve servetleri üzerinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkıdır. Bu tasarruflarda bize acı gelen cihet bulunursa, bunda bilmediğimiz hikmetleri vardır. O’nun, hikmet ve kudret sahibi bir Rabb-i Rauf olduğunu öğrenmiş olanlar, bu hakikati bilirler de, Allah Teâlâ’nın icraatına gönül hoşluğu ile rıza gösterirler.
Bu icraat bir mihenk mahiyetindedir, her kulunun ayarını meydana kor. Kiminde teslimiyet ve sadakat, kiminde itiraz ve şekavet görülür. Bu dünya bir deneme yeridir. Herkes gelir, rengini, boyunun ölçüsünü ve ne olduğunu gösterir, geçer gider. Maksat zenginlikte, fakirlikte değil, maksat imtihanı kazanmaktadır. Bu da Allah Teâlâ’nın yaptığını ve münasip gördüğünü canla başla kabul etmekle olur. Allah (cc) bazı kullarını varlıkla imtihan eder, bazı kullarını yoklukla…
Muhakkak olan bir şey varsa o da, varlıklı olanların mutlaka Allah yanında seçkin oldukları, makbul oldukları manası anlaşılmaz. Allah’ın buyruklarına riayet derecesine bakılır. Yoksa yalnız zenginliğe kalırsa, varlık yüzünden Allah’ın hışmına uğrayan kapitalist çoktur. Fakirin de, mutlaka Allah yanında menfur ya da makbul olduğu anlaşılmaz. Fakir olduğu halde, Allah’a nazını geçiren nice kullar vardır.
Allah katında insanların en üstünü, Allah’a muhtaç olduğunun şuurunda olan kimsedir. O’nun karşısında kendisini zelil gören en üstün, zayıf gören en güçlü, bilgisiz ve cahil gören en bilgili, nefsine aykırı davranan, Allah’ın rızasına en yakın olandır. Allah’a muhtaçlık, zenginliğin bizzat kendisidir. Bu yüzden Allah’a muhtaç olma ile zengin olma birbirine bağlıdır. Biri diğerini gerektirir.
Gerek zât, gerekse sıfat bakımından her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan ve “ganiyi mutlak” olan yegâne varlık, önce de ifade edildiği üzere, Allah Teâlâ’dır. Kuşeyri de, Allah Teâlâ’nın, mal- mülk çoğaltmak suretiyle zenginleşen kullarının, sadece mecazi manada zengin olduklarını “kalp ve hal tasfiyesi” yoluyla gönüllerini zenginleştiren kulların ise “gerçekten zengin” olduklarını belirtir.
Dünyada, kullarından dilediğini çeşit çeşit nimetlerle zengin eder. Mal yönünden zengin eder. Sıhhat bakımından, soy bakımından, ruh ve düşünce yönünden zengin eder. Allah’a bağlılığın sağladığı zenginlik kadar güzel hiçbir zenginlik bulunmaz. Kullarından dilediğini de ahiret nimetleriyle zenginleştirir. Dünyada ve ahirette dilediği kullarına varlık ihsan eder.
Yeryüzünde insanların tabiatı farklı farklıdır. Meşrepleri, düşünceleri, değer verdikleri şeyler ayrıdır. Bu bir hakikattir. Ama bir başka hakikat daha var. Bu gerçek, bütün beşer gruplarını ihtiva eder. Farklı bütün âlemleri içine alır. İki çizgide, iki ayrı sancak altında ve iki safta toplar.
Kim canını ve malını verir, Allah’ın gazap ve azabından sakınır, bu akideye iman ederek, en güzel adına ve sıfatına sahip olursa… Kim de, malıyla ve canıyla cimrilik eder, Allah’ın hidayetinden kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa. İşte bu iki safta çeşitli arzular, çeşitli çabalar, çeşitli nizamlar ve çeşitli hedefler karşılaşmaktadır. Her birinin bu hayatta takip ettiği bir yol ve her birinin gittiği bu yolda bir başarısı vardır.
“Kim verir ve sakınırsa, en güzeli tasdik ederse, bizde onu en kolay yola hazırlarız.” Allah’ın tevfiki olmadan hiçbir şey olmaz. Bir insan hiçbir şeye güç yetiremez.
“Ama kim de cimrilik eder ve kendini müstağni sayarsa ve en güzeli yalanlarsa, bizde ona en şiddetli yolu hazırlarız. Düştüğü zaman malı o kimseye fayda vermez.” (92/ 5-11)
Gani malı- mülkü olan zengine derler. Zaten zengin olanın başkasının yardımına ihtiyacı yoktur. Allah Teâlâ, âlemlerden müstağnidir. Bağış ve ihsan zenginlikten olur. Dünya ve ahiret gerçeğinin içindekilerle birlikte, sahip ve maliki O’dur. Zira vahdaniyet O’nun mülküdür. Öyle ise kâinatta mülk namına ne varsa O’nun malı ve mülküdür. Yalnız, her bağış veya ihsan, O’nun bağış ve ihsanı ise, o zaman her veren O’na vermiş olur. Sadakaları alan da veren de O’ndan almış, O’na vermiş olur. Müminler kendilerine tahsis kılınan marifet nurlarından ve feyizlerinden Allah yolunda harcarlar. Salikin yapması gereken şey, sahip olduğu her ne ise, ister ilim, ister mal, isterse beden, sevdiği her türlü varlığından Allah yolunda infak etmesidir. Ki, bu sayede Allah’ın mükâfatına ve vuslatına erişebilsin. Hak yolu şaşılacak bir yoldur, peşin sıkıntı, veresiye rahat.
Şöyle anlatırlar: Bir fakir İbrahim Edhem’in (ks) yanında fakirliğinden şikâyet edince, İbrahim şöyle dedi: Git, artık sen zenginsin. Birkaç gün sonra o fakiri zengin olmuş gördü. Fakir: Ey Efendi! Ben senin nefesinin bereketiyle zengin oldum. Fakat sen benim zengin olacağımı nerden bildin? dedi. Edhem (ks) şöyle cevap verdi: Sen fakirliğinden şikâyet eder etmez, bu zenginliği senden alacaklarını anladım. Çünkü O (cc), fakirliğinden şikâyet edene fakirlik vermez. Ya Rabbi! Bizlere gönül zenginliği ihsan eyle!
Allah’ın lütfundan zengin ettiği kullar, şükre ait Kuran-ı Kerim’de ve hadislerde geçen esasları, şükür bahislerini bütün incelikleriyle okuyup öğrenmeli ve hayatına geçirmelidir. Bir memleketin zenginleri, zekâtı tam verseler, fukara içinde ağlayan göz, sızlayan yürek bir hayli azalmış olur. Alçak tabiatlı insanların zengin olması, cemiyet için tehlikeli bir beladır. Bir cemiyette bu çeşit zenginlerin belirmesi, Allah Teâlâ’nın o cemiyete gadabına işarettir.
Ayet ve Hadisler Işığında el-Esmaül Hüsna şerhi V. Cilt, Şahver Çelikoğlu.