Serpil Özcan-
Kültürel kimlik, bir milletin “öz benliği, canı ve manevi hayatı”dır. Bu kimlik, geçmişten gelen değerler, inançlar, yaşam biçimleri ve ortak hafıza üzerine inşa edilir.
İslam inancıyla yoğrulmuş milli kültürümüz, tarih ve medeniyetimizden güç alan ve atalarımız tarafından taşınan değerler bütünüdür. Müslüman Anadolu kimliği İslam inancıyla yoğrulmuş, Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz’in sünnetiseniyyesi ile birleşmiştir. Bu iki muazzam hazine toplumumuzun davranışsal birliğini sağlamış, kültürel kimliğimizi dejenerasyondan ve yabancı kültürlerin içinde erimekten koruyan ana kaynaklar hâline gelmiştir.
Kültürel Kimlik Nedir? Aidiyetin Gizemi
Kültürel kimlik, basitçe söylemek gerekirse kim olduğumuzun haritası gibidir. Bu harita üzerinde dilimiz, inançlarımız, geleneklerimiz, değerlerimiz ve yaşam tarzımız yer alır. Ama bu haritanın en önemli özelliği, sadece bireysel değil aynı zamanda kolektif olmasıdır. Giyim kuşam, ticari hayat, komşuluk ilişkileri, aile hayatı kısacası gündelik yaşamdaki tüm davranış ve tutumlar bir toplumsal icra ürünü olan kültürel kimliğin somut göstergesidir. Dil, irfan ve sanat anlayışı da kültürel kimliğin önemli bileşenlerindendir. Kendi öz diline ve kelimelere önem vermek kültürel hassasiyetin bir parçasıdır.
Aidiyet ise bu kimliğin duygusal boyutudur. “Ben bu topluluğun bir parçasıyım.” deme hâlidir. Kültürel kimlik haritayı çizerse aidiyet o haritada ev bulma hissidir. İkisi birbirini besler, güçlendirir. Kültürel kimlik ne kadar zengin olursa aidiyet o kadar derin olur. Aidiyet ne kadar güçlüyse kültürel kimliği koruma isteği de o kadar artar. Böylece döngü devam eder, nesiller boyu aktarılır.
Kendini Tanımada Pusula: Kültürel Aidiyet
Peki kültürel aidiyetimiz, kendimizi tanımamızda neden bu kadar önemli? Çünkü insan sosyal bir varlık ve kimliğini büyük ölçüde ait olduğu gruplarla tanımlar. Güçlü bir kültürel kimliğe sahip olanlar, “etkin, saygın kişilikli, soylu ve asaletli, dinamik ve güçlü olurlar.” “Ben kimim, neye inanırım, nasıl davranırım?” sorularına cevap bulmayı sağlayan aidiyet, bireyin kendini güvende ve topluma faydalı hissetmesini sağlar. Aidiyet duygusu eksik olan insanlar ise genellikle kimlik krizleri geçirir. Kendi öz kültüründen kopmak; bireyin “öz benliğinden koparılmasına, boş ve batıl, sakat ve yabancı fikirlere bulaşmasına” sebebiyet verir. Bu da “kültür bunalımı, değerler anarşisi, dejenerasyon ve mahvoluş” gibi sonuçlar doğurur.
Kültürel aidiyet; bireyin kendini tanıması, kim olduğunu anlaması, değerlerini belirlemesi, ahlaki duruşunu inşa etmesi ve yaşamına yön vermesi için vazgeçilmez bir unsurdur. Bu aidiyetin kaybedilmesi, bireysel ve toplumsal çöküşe yol açarken ona sahip çıkmak bireylerin ve milletlerin güçlenmesini, refaha erişmesini ve aydınlık bir geleceğe yürümesini sağlar.
Kültürel Kimlik Nasıl İnşa Edilir?
Aileden Gelen Miras
Kültürel kimliğin ilk mühendisleri ailelerimizdir: annelerimizin ninni söylemesi, babalarımızın hikâye anlatması, büyükannelerimizin yemek tariflerini öğretmesi… Bunların hepsi, kültürel kodların aktarımıdır. Aile, toplumsal yaşamın ilk ve en temel halkası olup çocukların İslami yönden iyi yetiştirilmesi, dinî, ahlaki ve sosyal becerilerle donatılması, kültürel kimliğin gelecek nesillere aktarılmasında kritik role sahiptir.
Mesela çay kültürümüzü düşünün: nasıl demlendiği, nasıl ikram edildiği, hangi zamanlarda içildiği… Bunları kimse ders olarak öğretmez bize. Gözleyerek, yaşayarak öğreniriz. İşte bu “yaşayarak öğrenme” kültürel kimliğin en doğal inşa yöntemidir. Her davranış ve duygu, bu öğretilmeyen ancak yaşanılarak aktarılan iklim içinde nesillerden nesillere nakledilir. Ailenin gücü ve sıhhati, kültürel aktarımın sıhhatini de etkiler ve kesintisiz sürdürülmesini sağlar. Aile kurumundaki zafiyetin ölçüsüne göre kültürel aktarım da kesintiye veya bozulmaya uğrar.
Sosyal Çevrenin Büyüsü
Kültürel aktarımın gerçekleştiği yer toplumdur. Yani insan, sosyal bir varlık olarak çevresi tarafından beslenir ve gelişir. Sağlıklı bir sosyal çevre huzur, mutluluk ve başarı getirirken bozuk veya yetersiz bir çevre sorunlara ve mutsuzluğa yol açacaktır. Bu çevrenin niteliği; kültürel kimliğin sağlamlığını, sağlığını ve gelecek nesillere aktarımını doğrudan etkilemektedir. Sosyal çevre; bilinçli bir tercihle yönetilirse kültürel kimliğimizi zenginleştiren, değerlerimizi güçlendiren ve bizi geliştiren bir güce dönüşür. Yönetilemezse kimliğimizi aşındıran, değerlerimizi sarsan ve bizi köksüzleştiren bir tehdit hâline gelir.
Dijital Çağın Yeni Oyuncusu: Sosyal Medya
Günümüzde bu geleneksel sosyal çevrelere yeni ve güçlü bir oyuncu katıldı: dijital dünya. Sosyal medya, artık mahallemizdeki komşular kadar hatta bazen onlardan daha fazla etkili olmaya başladı. Instagramda takip ettiğimiz hesaplar, tiktokta beğendiğimiz videolar, youtubeda izlediğimiz içerikler ve whatsapp gruplarında paylaştığımız mesajlar artık kültürel kimliğimizin şekillenmesinde önemli rol oynuyor. Bu sanal sosyal çevre, geleneksel çevrelerden farklı olarak sınırsız, anlık ve sürekli erişilebilir olması nedeniyle daha da etkili hâle geliyor.
Bu durum hem fırsat hem de tehdit oluşturuyor. Bir yandan farklı kültürlerle tanışma, küresel perspektif kazanma fırsatı sunarken diğer yandan kendi kültürel değerlerimizi unutma riski taşıyor. Ailenin ve sosyal çevrenin kontrolü ve tercihli olarak geliştirilmesi sosyal medya için de geçerli. Sosyal medyada karşımıza çıkan içerikler, algoritmalar tarafından belirlenir ve çoğu zaman kendi kültürel değerlerimizle çelişen yaşam tarzları, düşünce kalıpları ve davranış modelleri sunar. Sürekli bombardıman altında kalan birey, zamanla kendi kimliğini sorgulamaya başlar.
Bu nedenle dijital okuryazarlık ve bilinçli sosyal medya kullanımı, çağımızın en önemli becerilerinden biri hâline gelmiştir. Tıpkı gerçek hayattaki arkadaş çevremizi seçtiğimiz gibi dijital dünyada da hangi hesapları takip edeceğimiz, hangi içerikleri tüketeceğimiz konusunda seçici olmak zorundayız. Medeni ve kültürlü insan herhangi bir içeriğe pasif olarak maruz kalmaz, aktif tercihler yaparak kendini yönlendirir. Teknolojik gelişmeler ve sosyal çevre değişimleri karşısında da bilinçli tercihlerini koruyarak ilerleme yolunu çizer.
Kültürel Kimliği Korumak: Geleceğe Aktarma Sanatı
Kültürel kimliği korumak ve gelecek nesillere aktarmak, aslında çok boyutlu bir süreçtir ve hayatımızın her alanında kendini gösterir. Bu süreç ailede başlar; eğitim sistemi bu temeli güçlendirir; okullarda tarih ve edebiyat derslerinin değerini kavramak, geleneksel sanatları öğrenmek ve değerler eğitimine önem vermek bu sürecin sistematik hâlidir. Dil ise -kültürün en güçlü taşıyıcısı olduğu için- doğru kullanmak, edebiyatımızı okumak ve atasözlerimizi yaşatmakla korunur. Sanatta halk oyunlarından geleneksel müziğe, el sanatlarından modern sanatla geleneğin buluşturulmasına kadar uzanan geniş bir yelpaze bulunur. Son olarak yaşlılarla gençleri buluşturacak toplumsal etkinlikler, kültürel kimliğimizi canlı tutmanın en etkili yoludır. Sosyal medya çağında kültürümüze dair en küçük değeri dahi koruma ve yaşatma amacı kutsal bir emanet gibi görülmelidir. Böylece evde başlayan bu süreç, toplumun her katmanında yankılanarak geleceğe uzanan sağlam bir köprü inşa eder.
Sonuç: Geleceğe Uzanan Köprü
Güçlü bir kültürel kimliğe sahip olanlar, etkin ve saygın kişilikli, soylu, dinamik ve güçlü olurlar. Güçlü bir kültürel kimlik, manipülasyonlara ve “kültür emperyalizmine” karşı direnç mekanizması sağlar. Kültürel kimlik, bir milletin ruhu ve manevi temeli olup onun kaybedilmesi varoluşsal bir tehdit anlamına gelir. Korunması ve geliştirilmesi ise her alanda başarı, huzur ve bekânın anahtarıdır.
Kültürel kimlik, geçmişimizle geleceğimiz arasında kurduğumuz köprüdür. Bu köprüyü güçlü tutmak, kimliğimizi korumak ve aktarmak hepimizin sorumluluğudur.
Ama unutmayalım, kültürel kimliği korumak onun donup kalması anlamına gelmez. Aksine, sağlıklı bir kültürel kimlik dinamiktir, zamanla gelişir, yenilenir ama özünü kaybetmez.
Tıpkı nehir gibi… Akan suyun kendisi değişir ama nehrin yatağı, akış yönü aynı kalır. İşte sağlıklı kültürel kimlik de böyledir. Değişen dünyaya uyum sağlar ama kökleri sağlam kalır.
Çünkü kim olduğumuzu bilmeden nereye gittiğimizi bilemeyiz.