9 Aralık 2024 / 7 Cemaziye Ahir 1446

Ali Fuad Başgil’in Karakter Eğitimi Konusundaki Görüşlerinin Sûfî Gelenek Açısından Değerlendirilmesi *

Karakter, ahlâki özellikleri anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Son devrin önemli şahsiyetlerinden Ali Fuad Başgil ‘Gençlerle Başbaşa’ adlı eserinde karakter kavramı üzerine de durmuş ve karakteri/huyu ‘bir ferdi diğer bütün fertlerden ayıran ruhî ve mânevî hususiyetler’ olarak tanımlamıştır. Ona göre, her ferdin karakteri muayyen bir hayat görüşü oluşturur ve belirli bir ruhî benlik ve mânevî fizyonomi meydana getirir. Her insan kendine mahsus bedenî yapısı ve organik farklılıklarıyla kendi başına bir âlem ve biyolojik bir tip oluşturur. Bu çerçeveden bakıldığında müellifimize göre karakter,  bir ferdi diğerinden ayıran ruhî ve mânevî özellikleri içerir. Her ferdin ruhî hususiyetleri onda muayyen bir zihniyet ve hayat görüşü meydana getirir ki olaylar karşısında muayyen reaksiyon gösterme şeklinde tezahür eder. Kısaca ifade edilirse, herkesin ruhî ve mânevî özellikleri muayyen bir ruhî benlik ve mânevî fizyonomi meydana getirir ki, karakter kavramı genel olarak bu benliği ve fizyonomiyi ifade eder. Ona göre karakter kavramı ırk ve millet gibi belirli insan grupları hakkında da kullanılır ve grubun bütün fertlerine müşterek olarak ait bir takım ruhî ve mânevî vasıfları ifade eder (bk. Başgil, 1974: 36).

Bu tarifler çerçevesinde düşünürümüze göre karakter, teşekkül etmiş şahsiyet, terbiye görmüş irade, uyanık bir şuur, fikir ve hareketlere sahip olma ve prensip adamlığı anlamına gelir. Buna göre karakterli adam, prensip ve şahsiyet sahibi, düşünceli ve iradeli insan demektir. Buna karşın karaktersiz adam, şahsiyetsiz, sözüne ve işine güvenilmez ve akıl ermez müşevveş insan demektir. Bu çerçeveden bakıldığında karakterli/seciyeli insan hayvanî insiyak ve temayüllerin esaretinden kurtulup bu kuvvetleri hayat için birer hizmet aracı haline dönüştürmüş olan bireydir. Karaktersiz insan da hayvanî insiyak ve ihtirasların boyunduruğu altında kalmış bireydir. Bu manasıyla karakter terbiye ve ahlakın en yüksek gayesini ve ideal hedefini teşkil eder. Buna göre terbiye ve ahlakın gayesi, karakterli ve sağlam seciyeli insan meydana getirmektir (bk. Başgil, 1974: 37).

Karakter değişir mi? Ali Fuad Başgil bu soruyu sorar ve bireyin sahip olduğu belirli ruhî özelliklerin tamamen veya kısmen değiştirilip değiştirilemeyeceğini, kötü huylarından vazgeçip iyi huylarla bezenmesinin mümkün olup olmayacağını veya da hiç olmazsa huylarını tadil etmek ve bu sayede ruhî kuvvetleri arasında bir muvazene meydana getirmenin imkân dahilinde olup olmadığı konusunu gündeme getirir. Bu çerçevede düşünürümüz karakterin değişmesi konusunda iki görüşün olduğunu ifade eder ve bunların menfi/kötümser ve müspet/iyimser olduğunu belirtir. Menfi görüşe göre huylarımız fıtrîdir, insan iyi ve kötü huyları ile beraber doğar, bunların iyilerinden faydalanır ve kötülerini de sırtında taşımak zorunda kalır. Her insanın mizacı ve tabiatı bedenî yaradılışının ve özelliklerinin nasıl değişmez bir ifadesi ise, huyları da ruhî bünyesinin ve manevî yapısının değişmez ve tadil kabul etmez bir ifadesidir. Bu nedenle, terbiyenin ruh ve karakter üzerinde hakiki bir rolü yoktur ve kötü tabiatlı insanların kötü huylarını din, ilim, terbiye ve ahlak değiştirmekten aciz kalmıştır.

Müspet/olumlu telakkiye göre ise karakterimizi oluşturan huylarımız fıtrî değil mükteseptir yani kazanılarak elde edilir. İnsan her türlü fikir, his ve huydan uzak fakat her çeşit huy edinmeye müsait olarak doğar. Birey muayyen bir muhit, iklim ve şartlar içinde doğar ve yaşar. Bu şartlar uyarınca aldığı terbiyeye göre de ruhî fizyonomisini kazanır. Bu fizyonominin değişmesi ve değiştirilmesi daima mümkündür. Çünkü insan normal şartlarda, serbest bir iradeye sahip ve bu kudretle kendini sevk ve idareye muktedir. Terbiye ve ahlak gibi disiplinlerin de olması bunu göstermektedir.

Bu çerçeveden bakıldığında Ali Fuad Başgil’e göre huylarımızın bazısını değiştirmek elimizde, diğer bazılarını değiştirmek de elimizde değildir. Huylarımızın bir kısmını değiştirmeye ilmin, terbiye ve ahlakın gücünün yetmemesi, söz konusu huyların canımızın altında ve biyolojik benliğimizin derinliklerinde olmalarından kaynaklanmaktadır. Buna karşın bazı huylarımız kolaylıkla değiştirilebilir ve diğer bazıları da, güç olmakla birlikte, kuvvetli bir terbiyenin yardımıyla düzeltilebilir ve güzel huylarla değiştirilebilir. Bu noktada önemli olan konu hangi huyların değiştirilebileceğini ve hangilerinin de değiştirilemeyeceğini bilmektir ve bunu bilmenin yolu da huylarımızın kaynakları konusuna eğilmekten geçmektedir. Ali Fuad Başgil’e göre huylarımızı geliştiren amillerden başta geleni irsiyettir. Ona göre irsiyet ilmen henüz aydınlatılmış bir konu değildir. Bilinen odur ki, huylarımız, iyisiyle ve kötüsüyle, bedenî ve ruhî bünyemizde atalarımızdan ve aile yakınlarımızdan miras kalmıştır. Bu nedenle irsî olan huylarımızı değiştirmek konusunda ilim, medeniyet, terbiye ve ahlak kayda değer bir etki edememişlerdir (bk. Başgil, 1974: 44-45).

Düşünürümüze göre, huylarımızı geliştiren etkenlerden ikincisi mizacımız ve fizikî tabiatımız yani organik teşekkülümüzdür. Mizaca ve organik tabiatımıza bağlı huyları ıslah etmek mümkündür ve bu tür huylara müessir olabilmek için bunları doğuran amiller üzerine etki ederek hastalığı gidermek ve mizacı düzeltme yoluna gitmek gerekir. Bu terbiyeci ve ahlakçının işi olmaktan daha çok hekimin işidir. Bu çerçeveden bakıldığında bedenî ve ruhî temizlik mizaca ve uzvî özelliklere bağlı huylar üzerinde çok etkili bir güce sahiptir. Ayrıca spor da organik mekanizma vasıtasıyla ruh ve karakter üzerinde çok etkili ve önemli bir ruhî terbiye usulüdür. Sporla birlikte musikinin de mizaca bağlı huylar üzerinde etkisi büyüktür (bk. Başgil, 1974: 45-47).

Ali Fuad Başgil’e göre huylarımızın büyük bir kısmı ruhî itiyatlarımız ile sosyal çevre ve meslekî hayat şartlarından kaynaklanır. Fizikî itiyatlar nasıl aynı bir hareketi tekrar etmekle teşekkül eder ve fizikî hayatımızı tanzim ederse, ruhî itiyatlar da aynı şekilde tekrar ederek teşekkül eder ve zamanla birer huy halini alır. Bununla birlikte, ailemizden, beraber yaşadığımız insanlardan, arkadaşlardan, çevremizden ve meslekî hayatımızdan ihtiyaç veya taklit yoluyla çıkıp yakamıza yapışan huylar varlığımızın büyük bir safhasını kaplamaktadır. Düşünürümüze göre eğitim ve terbiyenin ve kuvvetli bir iradenin doğrudan doğruya etki ettiği huylar bunlardır. Yani alışkanlıklardan, göreneklerden, sosyal çevre ve meslekî hayat şartlarından doğup yavaş yavaş teşekkül etmiş olan huylardır. İtiyadî huylar ve özellikle de bunların zaman içinde eskimiş ve kaya haline gelmiş olanları ile mücadele etmek ve bunları ıslaha çalışmak kolay bir iş değildir. Bu nedenle kötülüğü başlangıçta önlemek, meydana geldikten sonra eserini yok etmekten daha önemlidir. Bu noktada ailenin ve mektebin görevi çocukları ve gençleri kötü itiyat ve huylara düşmekten korumaktır (bk. Başgil, 1974: 48-49).

Bu çerçeveden bakıldığında Ali Fuad Başgil’e göre huylarımızın hepsi aynı cinsten ve aynı amillerin eseri değildir. Bir kısım huylarımız esasen fıtrî ve bünyevîdir. Bu cinsten huylarımız ya irsidir veya uzvidir. Bu huyları ya daha dünyaya gelirken beraber getirmekteyiz veya da mizacımızın bir eseri ve neticesi olarak yüklenmekteyiz. Buna karşın bir kısım huylarımız da sonradan kazanılır ki bunları daha ana kucağından itibaren ailemizden, mektep ve mahalle gibi sosyal muhitten ve meslek hayatımızın gerekliliklerinden almakta ve ruhî benliğimize mâl etmekteyiz. Kısaca ifade edersek, düşünürümüze göre irsî huyların kökten değişmesi mümkün değildir fakat mizaçtan doğan huylar güç olmakla beraber değiştirilebilir. Buna karşın itiyatla elde edilen ve tamamıyla müktesep olan huyları ise sıkı bir irade kontrolüne ve nefis mücadelesine tabi tutarak düzeltmek daima elimizdedir. Aklın ışığı ve iradenin rehberliği ile bunları değiştirmek mümkündür. Karakter terbiyesinin gayesi de budur ve bu terbiye benliğimize musallat olan kötü huyları koparıp atma mücadelesidir (bk. Başgil, 1974: 49-50).

Ali Fuad Başgil’in karakter gelişimi konusunda müspet görüşü benimsemesi, huyların değişimi için irade eğitiminin üzerine vurgu yapması ve sağlıklı karakter gelişimi için Allah sevgisi merkezli davranmayı belirlemesi sûfî yaşamın karakter eğitimiyle benzerlikler arz etmektedir. Çünkü sûfî yaşam mânevî benlik dönüşümünü hedefler ve bunun için kötü huyların değişiminin gerekli ve mümkün olduğunu belirtir. Bu amacın gerçekleşmesi için iradenin kuvvetlenmesi gerektiğini zorunlu görür ve bu sebeple çeşitli mücâhede ve riyazetleri uygulamaya koyar. Mânevi benlik dönüşümünün sağlıklı bir şekilde hedefine ulaşması için her türlü bedenî ve dünyevî çıkar ilişkilerinden uzaklaşmak ve sırf Allah için yaşama kıvamına ulaşmak gerektiğini savunan sûfî bakış tarzı, dünyevileşmenin ve sekülerleşmenin her türlüsüne karşı çıkar. Kutsal olanı arama mücadelesi veren sûfî birey, her türlü bireysel ve sosyal ilişkiyi ruhî özelliklerin yaşama aktarımını amaçlar. Bu çerçeveden bakıldığında sûfî yaşamın mânevî hürriyeti/fakrı öncelemesi (bk. Kuşeyrî, 1991: 439-449) ve Yaratıcı’dan kopuk her türlü dünyevî ilgi ve alakayı gizli şirk olarak telakki etmesi, Ali Fuad Başgil’in hürriyet merkezli karakter eğitimi anlayışıyla paralellik arz eder.

Ali Fuat Başgil’in hürriyeti en temel bir değer olarak ele aldığını ve bunun için irade eğitimiyle karakteri olumlu yönde geliştirmek gerektiğini söylemek gerekmektedir. Böylece birey hemcinslerine köle olmaktan kurtulur ve yalnız Yaratıcıya kul olma kıvamına kavuşur. Aynı hedeflerin sûfî gelenek tarafından da gündeme getirildiğini söylemek mümkündür. Çünkü sûfî yaşamın temel amacı bireyi Allah’tan başka olan her şeye (mâsivâ’l-Lah) kul olmaktan kurtarmaktır (bk. Uludağ, 2003: 76). Bu çerçevede sûfî yaşam tarzı geçici olandan kurtulup kalıcı olana yolculuğu öngörür. Bu nedenle sûfîlerin en temel amaçlarından biri insan tabiatında kötülüğe meylettirme özelliğiyle bilinen nefse ve onu yönlendiren şeytana karşı durmak ve gerekli mücâhede ve riyazetleri/egzersizleri yapmaktır (bk. Uludağ, 2006: 440-441). Söz konusu bu mücâhede ve egzersizler insan karakterini maddileşme ve dünyevileşme süreçlerine karşı korur ve mânevileşme süreçlerinin gelişmesine yardımcı olur. Son birkaç yüzyılın en temel problemlerinden birinin de bireylerin ve toplumların dünyevileşmesi ve sekülerleşmesi olduğunu kabul edersek, mâneviyat üzerine eğilmenin önemi kendini daha da hissettirmektedir.

Ali Fuad Başgil’in karakter yapısının en temel özellikleri hürriyet, dürüstlük ve hakkaniyet olarak özetlenebilir. Hürriyet düşünceyi geliştirir, dürüstlük ahlâkiliği besler ve hakkaniyet ise hukuku doğurur. Bu üç özellik felsefe, ahlak ve hukuk ilimlerinin konusu olarak tarih boyunca önemini korumuş ve bugün de değerini korumaya devam etmektedir. Çünkü bu üç ilim yaşamın üç boyutunu teşkil etmektedir. Yüksek ideale sahip şahsiyetler bu üç boyutun dengeli ve hakiki bir şekilde bireysel ve sosyal yaşama aktarılmasını hedeflerler ve bunun için her şeylerini feda ederler.

Bu tür şahsiyetleri incelemek Anadolu topraklarında yeniden inşa etmeyi planladığımız bize özgü medeniyetin kurulması açısından önem arz eder. Çünkü geçmişte medeniyetler çok boyutlu düşünce ve eylem planları üreten şahsiyetlerin yönlendirmeleriyle kurulmuş ve bugün de yine aynı vizyona ve misyona sahip kişiler tarafından kurulacaktır. Bu anlamda ulaşılabilecek en ideal duygu ve düşünceleri, tutum ve davranışları gündeme getirmek, bunun önündeki engelleri aşmak için azami gayret göstermek ve bu gayreti gösteren şahsiyetleri bütün yönleriyle güncellemek gerekmektedir.

*Doç. Dr. İbrahim Işıtan’ın, (Selçuk Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Selçuklu / Konya) 19 Mayıs Üniversitesi “Ali Fuad Başgil ve Siyasi Mücadeleleri” Uluslararası Sempozyumu (13-14 Ekim 2017) bildirilerindendir.