R. Betül Altınsoy Semiz (Çocuk Gelişimi Uzmanı) –
Dünyaya gözlerini açan bir bebeğin hayatta kalabilmesi için bir yetişkinin refakatine ihtiyacı vardır. Bebek dünyaya bakıma muhtaç olarak gelir ve ihtiyacı olduğu her şey beslenme, korunma, sevilme gibi tüm temel ihtiyaçlar doğumla birlikte annesine bahşedilir. Dünyayı annemizin gözlerinden görürüz, onun sesiyle dinleriz, onun tavrıyla algılarız. Dolayısıyla anneden gelen duygusal aktarımlar kişinin kim olacağına, nasıl bir yaşam süreceğine , karakterine etki eden en önemli unsurdur.
Gelişim psikolojisi alanında yapılan nörolojik araştırmalar insanın davranışlarını yönlendiren beyin kabuğunun gelişiminin doğumla başlayıp yirmi bir yaşına kadar devam ettiğini göstermiştir. Özellikle ilk yedi yılda atılan temeller neredeyse tüm hayatı etkileyecek kadar kalıcı ve güçlü izler bırakır. Hatta gebeliğin ilk zamanlarından itibaren anne bebek etkileşiminin başladığı bilinmektedir. Bebekler anneden salgılanan hormonlarla kendilerini bekleyen hayata alışmaya başlarlar. Örneğin insana kendini uyumlu ve dengede hissettiren, duygularını düzenlemeye yardımcı olan seratonin hormonu bebeğe yeterince aktarılamazsa bebeğin henüz gelişmekte olan sinir sistemi bundan olumsuz etkilenir ve daha kaygılı bir birey dünyaya gelir. Ana rahmine düştüğü ilk andan itibaren duygusal temellerin sağlam atılması bebeğin tüm yaşamındaki psikolojik sağlamlığını etkilemektedir.
Son zamanlarda sık sık karşımıza çıkan “Bağlanma” konusuna basitçe değinecek olursak “Güvenli Bağlanma” teriminin temelinde bakım almak gibi birincil ihtiyaçların zamanında ve yeterince karşılanması vardır. Bebek; zamanı geldiğinde karnının doyacağını, kirlendiğinde temizleneceğini, uykusu geldiğinde uyutulacağını, iletişim kurmak istediğinde muhatabını bulacağını bilir. Bu bütün ömründe insanlara güvenen, kendi kararlarını verebilen, eşiyle ve çocuklarıyla sağlam ilişki kurabilen, koşulsuz seven bir birey olacağını gösterir.
Bahsettiğimiz bu temel ihtiyaçların annenin veya bakım verenin o günkü ruh haline göre değişkenlik göstermesi, bir gün bebekle çok iyi ilgilenip başka bir gün hiç alakadar olmayan bir anne modeli bebekte huzursuzluğa sebep olur ve ihtiyaçlarının karşılanıp karşılanmayacağını bilemediğinden kaygılı bağlanır. Kendini duyurabilmek için kaygılı davranışlar gösterir, huzursuzdur. Bu huzursuzluk ilerideki yaşamında kolay karar verememek, kime güvenip güvenemeyeceğini bilememek, trafikte, iş hayatında ve aile hayatında istedikleri anında olmayınca aşırı tepkisel davranışlar sergilemek, hayattan hep alacaklı bir tavır içinde olmak şeklinde tezahür eder.
Tüm bu insani ve birincil ihtiyaçları karşılanmamış, kendi haline bırakılmış çocuklar ise kaçıngan bağlanan çocuklardır ki onlar da kendi başlarına yaşamanın bir yolunu bulmayı erken yaşlarda öğrendiklerinden daha çok yalnızlığı seven, kimseden bir şey isteyemeyen, her şeyi tek başına halledebileceğine inanan bireyler olarak karşımıza çıkarlar.
Bütün bunlar gösteriyor ki annenin durduğu yer, hayata bakış açısı, çocuğuna yaklaşımı, kendi kök ailesinden getirdiği genetik aktarımları sandığımızdan çok daha fazla etkilidir. Öte yandan annelik, bir kadının hayatında duygusal dalgalanmaların en yoğun olduğu dönemdir. Günümüzde bir çok anne yaşadığı psikolojik ve sosyolojik sebepler yüzünden bebeğiyle sağlıklı bağ kurabilmesi için gerekli sakinlik ve yavaşlıktan mahrumdur. Yazının başında, anne olunca bebeğe bakım verecek güç kuvvet Allah tarafından bahşediliyor demiştik bununla beraber bilmeliyiz ki bunları açığa çıkaracak olan şey annenin halihazırdaki ruh halidir; iyilik halini sürdürme, iyi bir insan olabilme çabasıdır. Ancak kendisi ile ilgili meselelerini halletmiş veya halletmeye niyet etmiş, topluma faydalı bireyler yetiştirmeyi amaç edinmiş anneler, çocuklarının duygu durumlarına olumlu katkıda bulunabilir.
Güvenli bağlanma aslında güvenli ayrılmanın da temelini oluşturur. ilk yıllarda ne kadar sağlıklı bağlar kurabildiysek çocuğumuzla ayrılma zamanı da o kadar kolaylaşır.
Bir evlada sahip olan anne bilmelidir ki kendisi artık bir yetişkin, çocuk ise kendisinin rehberliğine muhtaç bir bireydir. Bu sebeple çocuğunuzdan gelen duygusal işaretleri iyi takip etmeli ve sadece ikinize özel o iletişim dilini kurmalısınız.
Empati kurma ve başka insanları anlama becerisi, yaşadığımız ilk yıllarda duygularımızın ve ihtiyaçlarımızın anlaşılmasıyla doğrudan ilgilidir. Yani anlaşıldığımız ölçüde anlayış gösteririz. Örneğin zor duygularla baş etmeye çalışan bir çocuğun bu halini fark edip çocuğuna kulak kesilen, ona anlayışla yaklaşan bir ebeveyn çocuğuna başkalarının duygularına karşı duyarlı olmayı öğretmiştir. Aynı zamanda kendini güvende hissetmesini, kendi duygularını önemsemesini, ihtiyaçlarını fark edebilmesini sağlamıştır. Fakat çocuklarının ne hissettiğiyle alakalı bir kaygısı olmayan ebeveyn, fark etmeden de olsa toplumsal olaylara ve kendi ihtiyaçlarına karşı duyarsız bireyler yetişmesine sebep olmaktadır.
Hayat bir çocuk gözünden zaten oldukça karmaşıktır. Bazen yaşanan travmatik olaylar bunu daha da zorlaştırabilir. Bu gibi durumlarda daha çok güven ortamı arayan çocuk, sık sık ebeveynlerini sınar. Bu bazen alt ıslatma, bazen uykusuzluk, aşırı hareketlilik veya beslenme reddi gibi işaretlerle ortaya çıkar. Tam burada kendi kendini regüle etme becerisine sahip bir yetişkinin rehberliğine ihtiyaç duyar. Anne ve babalar unutmamalıdır ki çocuklar sizin duygularınızdan, iyi olma halinizden sorumlu değildir. Siz ise hem kendinizin hem de çocuğunuzun duygularından sorumlusunuz. Tam tersi olduğunda, yani travmatik olaylar karşısında şikayet eden, bağıran, sürekli ağlayan bir ebeveynle karşılaşması, çocuğunuzun kendi hislerini bir kenara bırakarak sizi yatıştırmaya çalışmasına hatta kendini suçlamasına sebep olur. Bununla birlikte bir anne elbette zor zamanlar geçirebilir, toplumsal acılar karşısında zorlanabilir, bunu çocuğundan gizleyemeyebilir. Olması gereken; dengeli bir şekilde üzüntüsünü, yasını, zorlandığı duyguyu çocuğun yaşına göre onunla konuşarak bu durumları zaman zaman yaşayabileceğimizi, bunların bize kattıklarını ancak her şeyin geçici olduğunu, kendisinin çocuğuna hep destek olacağını, güvende olduğunu hissettirmesi önemlidir. Hayat paylaşılarak, konuşularak, yorumlanarak öğrenilir. Çocukları acıya maruz bırakmayalım derken onları fazlasıyla zarar görür endişesiyle acıdan uzak tutmak da onları dışarının gerçekten çok korkunç, kendilerinin de güçsüz olduğuna inandırır.
Şu da bir gerçek ki bir çocuğun mutlak huzuru deneyimleyeceği, her bakımdan muhteşem yetişeceği bir aile yoktur. Bu durum, dünyanın dengesine terstir. Ne yaparsak yapalım, mutlaka bizden daha iyi imkanlar sunan aileler her zaman olacaktır ve her çocuk Allah’ın biricik kulu olarak kendi imtihanını yaşayacaktır. Biz bu kıyasa girmeden “yeterince” iyi anne olmaya çalışmalı, birlikte yaşadığımız süre zarfında ona sağlıkla eşlik edebilmek için kendimizi iyileştirmeli, maddi ve manevi olarak ruh halimizi sağlamlaştırmalıyız. Bunu kabul edip rahatladığımızda bu rahatlığımız çocuğumuza da yansıyacaktır. O zaman daha dengede, zorluklar karşısında daha sabırlı, kendisini tanıyan, duygularıyla barışık, hayatın her haline uyumlanabilen çocuklar yetiştirmiş olarak huzurla görevimizi tamamlamış oluruz.