22 Mart 2025 / 22 Ramazan 1446

İnflamasyon ve Beslenme

Diyetisyen Kübra Kızıltaş –

İçindeki Savaşı Durdur!

Söylediklerimiz kadar söylemediklerimiz, yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız, yediklerimiz kadar yemediklerimiz kadarız! Öyle değil mi?

“Kişi midesine malik olduğu sürece zahiddir, midesinin düşkünü olduğu nispetle de dünya kendisine maliktir.” – Ebü’l-Kāsım el-Cûî 

Ağzımızdan giren her lokmanın vücudumuzda tesiri vardır. Beslenirken  aynı yiyeceklerin tercih edilmesi ve onların sıklıkla tüketilmesi hastalıklara zemin hazırlayabileceği gibi aynı zamanda bir rahatsızlığın tedavisi de olabilmekte.

Kelime anlamı iltihaplanma olan inflamasyon terimi olarak herhangi bir strese maruz kalındığında bağışıklık sisteminin vücudu hastalık ve yaralanmalardan korumak amacıyla ortaya koyduğu bir tepkidir.

İnflamasyonla birlikte iyileşme süreci başlamış olur. Ancak bu süreç olağan seyrinde ilerlemediğinde bir sorun haline de gelebilir. İnflamasyonun kontrolden çıkması, tek bir noktada sınırlı kalmaması, uzun bir zaman orada devam etmesi ve sürekli aynı yerde meydana gelmesi ile vücutta kronik bir savaş başlar. Vücut sürekli doğrudan ya da dolaylı bir şekilde strese maruz bırakıldığında, inflamasyona sebep olacak uyaranlar tarafından saldırıya uğradığında süreç devam eder ve dolaşım sistemi aracılığı ile bütün vücuda yayılır.

İnflamasyon akut (şiddetli, kısa süreli) olduğunda tedavi edilmeli, kronik (hafif, uzun süreli) bir hal almasına fırsat verilmemelidir. Kronik inflamasyon ciddi ve sinsi bir şekilde ilerleyerek vücutta yaygın hale geldiğinde hücre işlevlerinin azalmasıyla beraber hücre yıkımına kadar giden bir süreç başlar. Bu durum kontrol altına alınamadığında obezite, diyabet, kalp damar hastalıkları, otoimmün hastalıklar, alzheimer, kanser ve hemen hemen tüm kronik hastalıklar ile buna bağlı ölümlerin temel sebebi olur. Eklem ve kas ağrıları, cilt döküntüleri, migren, kronik diyare ya da konstipasyon (kabızlık), hepatit, pankreatit, gastrit, kronik halsizlik, uykusuzluk, interfilite (kısırlık), düşük doğum, depresyon, anksiyete gibi duygu durum bozuklukları, inflamatuvar bağırsak hastalıkları inflamasyon kaynaklıdır. İnflamasyon varlığı hastalıkların oluşmasından ya da çeşitli laboratuvar bulgularından anlaşılabilir.

Tedavi Nasıl Olmalıdır?

Hastalıkların belirtilerini baskılayıp temelde yatan sebebi görmezden gelmeden inflamasyonun durumuna odaklanarak tetikleyici etkenlerden kaçınmak önemlidir. Doktor, diyetisyen, fizyoterapist, psikolog gibi birçok disiplinin bulunduğu bir yaklaşımla uygun görülen ilaç tedavisi, diyet, egzersiz ve yaşam tarzı değişiklikleri ile birlikte yol haritası çizilmelidir.

Bağırsakta başlayan inflamasyon tüm vücuda yayılabilir. Bunun için inflamasyon kaynaklı hastalıklarda öncelik bağırsağı onarmak olmalıdır.

Vücuda alınan her gıda ağızda başlayan bir sindirimle bağırsağa kadar yol alır ve son olarak bağırsakta gerçekleşen sindirim ve emilim ne kadar sağlıklı olursa tedavi o kadar etkili olur. Yediğiniz içtiğiniz besinlerden yeterli faydayı göremiyorsanız bağırsakta doğru ve yeterli bir emilim gerçekleşmiyor olabilir. Bağırsak duvarı sağlam yapılıdır. Geçireceği ve geçirmeyeceği maddeleri iyi bilir. Fakat bazı çeşitli stres faktörleri bu duvara zarar verebilir ve devamında bununla birlikte bağırsak duvarı hasar görür, sızdırma artar, geçirgenlik bozulur böylece kronikleşen bir inflamasyon başlamış olur. Ağrı kesiciler, metaller, alkol, antibiyotikler, stres, uykusuzluk, işlenmiş gıdalar, diyabet, iyi bakteri eksikliği, lifli besin eksikliği, sindirim enzim eksikliği bu streslerden bazılarıdır.

Beslenme tedavisi bütüncül bir yaklaşımla olmalıdır. Bir besinle ilk karşılaştığımızda görüntüsü, kokusu ve elimize aldığımızda dokunma ile ağızda sindirimi başlatacak enzimler salgılanmaya başlar. Bu enzimlerin ağızda sindirimi gerçekleştirebilmesi için besin uzun süre çiğnenmelidir. Sindirilmemiş besin antijenik yani bağışıklık sistemi için yabancı bir madde olarak algılanır ve vücut onunla savaşmaya başlar. Bu ve benzeri durumlar devamlı olduğunda yukarıda da bahsedildiği gibi inflamasyon sürekli bir hal alır, hastalıklar başlar.

Ağız hijyeni yeterli olmalıdır. Ağızda ve diş etinde üreyen bakteriler mideye ne kadar az inerse o kadar iyidir. Bunun için kekik ya da karanfil suda bekletilerek sabah aç karnına gargara yapılabilir ya da ‘oil pulling’ denilen yağ çekme işlemi ile ağız hijyeni sağlanabilir. Midede asit yetersizliği durumunda proteinlerin sindirimi yeterli olmaz. Protein denince akla gelen sadece et, süt, yumurta, kurubaklagil olmamalıdır. İçerisinde protein olan her besin bu durumdan etkilenebilir.

Mide asidi yetersizliğinde öncelikle yemek öncesi, esnası ve sonrasında su tüketimine dikkat edilmeli, yemekle aynı zamanlarda su içilerek mide asidi seyreltilmemelidir. Uzun süre kullanılan mide asidini azaltıcı ilaçlar da bu duruma sebebiyet verebilir. Bu sebeple mutlaka doktor kontrolünde kullanılmalıdır.

Şeker tüketimi azaltılmalı,  kan şekeri yükseldikçe glikoz, C vitamini gibi antioksidan bileşiklerin önüne geçer. inflamasyon yolağı harekete geçer, kronik hastalıklar başlar.

Açlık kontrollü ve tedavi edici şekilde uygulandığında bu yolağın tersi şeklinde ilerler. Hastalanan kişinin iştahının kesilmesi bu sistemi harekete geçirmek içindir. Kendi dokularımıza benzerliği sebebiyle glütende bulunan gliadin ve süt ürünlerinde bulunan kazein inflamasyon yolağını harekete geçiren bir diğer stres kaynağıdır. İnflamasyon durumunda gluten ve kazein içeren gıdalara ara verilmelidir.

Gıdalara eklenen kimyasallar doğal bir besinin yeni bir antijen olarak algılanmasına sebebiyet verir. Bu sebeple hazır paket gıdalardan, işlenmiş et ürünlerinden uzak durulmalıdır. Gıdaların hazırlama ve pişirme yöntemlerine dikkat edilmeli doğal yapıları korunmaya çalışılmalıdır.

A, B6, B9(folat), C ve D vitamini, demir, çinko, probiyotikler, bütirat (sade yağ), kuersetin gıdalarla ve gerekli olduğu takdirde doktor/diyetisyen kontrolünde takviye olarak alınmalıdır. Papaya, karabiber, ananas, zerdeçal, zencefil, elma sirkesi, limon gibi sindirime destek besinler, lifli besinler, sade yağ, hindistan cevizi yağı gibi sağlıklı yağlar, çiğ kuruyemişler, tohumlar, mor ve kırmızı renkli sebze ve meyveler, soğan, sarımsak, brokoli, karnabahar gibi sülfürlü besinler, balık, keten tohumu gibi omega 3 içerenler, C vitaminince zengin gıdalar yeterli miktarda tüketilmelidir. Esasında Akdeniz diyeti ve antioksidan beslenme tarzı ile glisemik indeksi düşük* aynı zamanda sade bir beslenme biçimi benimsenmelidir. Nihayetinde fazla kiloların verilmesi, hareketin ve sağlıklı beslenmenin yaşam tarzı haline getirilmesi, uyku süresinden ziyade uyku zamanının düzenlenmesi, stres yönetimi gibi olumlu değişiklikler yapılmalıdır.

*Glisemik indeks; karbonhidratların kandaki glukoz düzeylerine olan etkisini ölçmeye yönelik bir terimdir. Düşük glisemik indeksli beslenme genel itibariyle daha az karbonhidrat tüketmeyi ve tüketilen karbonhidratların basit şekerler yerine lif ve protein içeren (kompleks) karbonhidratlardan oluşmasını ifade eder.

 

Kaynaklar

  • Çoruhlu, A. Her Yönüyle Bağışıklık, 2021
  • Aydın, H.B., Güneş, F.E. Ağrı ve Beslenme, Journal of Health Sciences, 2020
  • Kalip, K., Atak, N. Bağırsak Mikrobiyotası ve Sağlık, Turk J. Public Health, 2018
  • Kurtbeyoğlu, E., Öğren, G., Güneş, F.E. A Different View of Nutrition in Depression: The Importance of Nutrients on Physiopathological Pathways, Journal of Health Sciences, 2021
  • Özbayer, C., Yağcı, E., Kurt, H. Obezite, Tip 2 Diyabet ve İnsülin Direnci Arasındaki Bağlantı: İnflamasyon, Tıp Fakültesi Klinikleri, 2018
  • Yıldız, F. Kanıta Dayalı Stratejik İnflamasyon Beslenmesi, Uluslararası Mogan Araştırma Merkezi