Dr. Ayşe Seyyide Kaptaner Demirhan-
İnancımızda zekat vermek temel 5 şarttan biri ve zekatın kriterleri onu belli bir sınıfa has kılıyor. Bunun yanı sıra sadaka vermenin herkes için olması, insanın sevdiği en küçük şeyi bile paylaşmasının hadislerde övülmesi, Kur’an’daki birçok ayette infak etmenin öneminin vurgulanması ayrıca dikkat çekici. Yapılan iyiliğin kat kat karşılığının, ödülünün olacağının müjdelenmesi ile birbirini iyiliğe davet etmeyenlerin ise ziyanda olduğu uyarısı, malımızdan infak etmenin ötesinde bizleri derinden etkileyerek hayatımızın her alanına etki eden bir iyilik anlayışını benimsemeye çağırıyor.
Kutsal kitabımızda hepimizin yapabileceği bir şey olarak konumlandırılan, hatta hepimizin yapmasının öğütlendiği “iyilik” neden bu kadar önemli ve neden bireysel konulardan, ibadetlerden ve kendi hâlinde iyi olmaktan ibaret değil de başkalarına faydalı olmayı kapsıyor?
Bunun cevabını, hikmetini belki tamamen ve doğru anlamak ancak ahirette nasip olur ama insan aklımızla ve şu dünya hayatımızda yaşayıp şahit olduklarımız üzerinden de faydasını ve hayrını bir düzeyde anlıyoruz.
Fiziksel ve zihinsel ihtiyaçlarımızı karşılamak ve bu açılardan tatmin olmak çoğunlukla almakla, kendimizi doyurmakla ve geliştirmekle olurken ruhsal olarak daha iyi versiyonumuza ulaşmak sadece alıcı olmakla veya bireysel hâlimize odaklanmakla değil, başka ruhlara da dokunmakla, yardımlaşmakla, dayanışmakla ve paylaşmakla mümkün.
Dünyanın en zengin veya üretken insanlarının röportajlarında dahi ürettiklerinin, kazandıklarının bir noktadan sonra onları tatmin etmediğini, hayat amaçlarını sorguladıklarını ve çoğunlukla dünyevi anlamda karşılık beklemeksizin başkalarına destek olduklarında, başkalarının hayatını güzelleştirdiklerinde ve kolaylaştırdıklarında tatmin olduklarını görebiliyoruz. Hatta çoğunun, belki de ömrünün çoğunu adadığı mesleki, ticari çabalarını bir yana bırakıp vakıf/hayırseverlik işlerine odaklandığını görebiliyoruz. Böylesi hayati bir doyumun hepimiz için ulaşılabilir olması, her yaşta ve statüde o hissi paylaşma imkânımızın olması ne büyük nimet!
Öğrencilik hayatımdan yetişkinliğime kadar aile çevremizde ve bulunduğum sosyal çevrelerde her zaman aktif gönüllülük yapma imkânımız ve gündemimiz olmuştur. Bir sofra etrafında toplanıp gülümsemesine vesile olduğumuz ihtiyaç sahiplerinin güzel hâli ve duaları bizim de iyileştiğimizi hissettiriyor ve dertlerimizi, dünyevi uğraşlarımızı daha gerçekçi bir pencereden görmemizi sağlıyor. Bu durum , bazen stresli bir gününde güler yüz ve tatlı dille karşılayıp rahatlattığımız biri sayesinde, bazen bir öğünü paylaştığımız biri sayesinde, bazen de aylardır, yıllardır yükünü çektiği maddi bir sıkıntının üstesinden gelmesine yardımcı olduğumuz biri sayesinde oluyor. Birinin daha rahat nefes aldığını görmek, mutluluğuna ortak olmak bizi de mutlu ediyor ve hayatta nelerin önemli, nelerin geçici olduğunu bizlere tekrar tekrar hatırlatıyor.
“İyilik yaparak iyileşme” nimetini düşününce kendi hayatımdan birkaç anı gözümün önüne geliyor. Yetişkinlik zamanlarımızdan örnek vermek mahremiyet açısından uygun olmayacaktır ama yetişkinliğimizde de bize örnek ve hatırlatıcı olabilecek bir küçüklük anımı paylaşmak isterim.
99 depremi gerçekleştiğinde çok küçüktüm, depremin ne olduğunu bile bir süre anlayamamıştım ancak İstanbul’da yaşadığımız için hem gerçekleştiği anı, hem de etkilerini çok net hatırlıyorum. Depremden birkaç gün sonra annem ve babam depremde evleri yıkılan ailelere yardıma gideceğimizi söylemişti. Yetişkin hâlimle o günlere baktığımda, sadece eşyalarımızdan ya da başka türlü maddi yardımlar göndermek yerine bizzat deprem bölgesine gitmeye ve beni de götürmeye karar verdikleri için çok memnunum. Bazı ebeveynler çocukları etkilenmesin diye afet bölgelerine götürmekten hatta olayları anlatmaktan imtina ediyor olabilir ancak hayatımızın bir parçası olan ve hepimizin karşı karşıya gelebileceği afet, savaş, kıtlık gibi musibetlerin çocuklara da yaşlarına uygun şekilde anlatılması gerektiğine yürekten inanıyorum.
Deprem bölgesine gideceğimiz belli olduğunda annem ve babam, oyuncaklarımdan seçip oradaki çocuklara hediye etmek üzere bir kutu hazırlamamı söylemişlerdi. Bunu tek başına kendilerinin yapmaması da bence çok hoştu. Hem sevdiğim, sağlam oyuncaklardan seçmem, hem de hatırı sayılır bir miktarda ayırmam için bana eşlik etmişlerdi. Orada oyuncakları evlerinde, enkaz altında kalan çocukların buna ne kadar sevineceğini, muhtemelen şimdi canlarının sıkıldığını ama biz onlara yardım ettikçe ve evleri de yeniden inşa edildiğinde mutlu olacaklarını, onlarla oyuncaklarımı paylaşmamı da her zaman hatırlayacaklarını söylemişlerdi. Arabamıza oyuncaklar, kıyafetler ve diğer eşyalardan yükleyip Düzce’ye gitmiştik ve depremden etkilenen ailelerle birlikte oturduğumuzu, çocuklarla oyunlar oynadığımızı mutlulukla hatırlıyorum. Böylece ben de sevdiğim şeyleri paylaşmayı deneyimlemiş, gönüllülük yapmanın tadına varmıştım.
Aktarmak istediğim son bir küçük anekdot var: Ayırdığım oyuncaklardan birini son anda geri alıp onun bizde kalmasını istediğimi söylediğimi annem ve babam hâlâ gülerek anlatır. Buna izin vermiş ve beni zorlamamışlar. Bence bu da çok hassas bir nokta. Halihazırda birçok oyuncağını paylaşmaya gayret eden küçük bir çocuğu zorlamak veya yapamadığı için kötü hissettirmektense yapabileceği düzeyde paylaşıma teşvik etmek, yapabildiği kadarının iyiliğini, güzelliğini hissettirmek, belki adım adım daha fazlasını paylaşabilmesi için onu desteklemek çok daha faydalı olacak ve olumlu iz bırakacaktır, diye düşünüyorum.
İnşallah bizler de çocuklarımıza, aile ve çevremizdeki küçüklerimize güzel örnek olarak, sevdirerek, müjdeleyerek ve nefret ettirmeyerek iyiliği öğretebilen, yayabilenlerden oluruz.