Çağımızın insanı, zamanın getirdiklerine ayak uydurmaya çalışırken, gün geçtikçe çoğalan problemlerini çözebilmek umuduyla yeni çareler arıyor, farklı yöntemlerden medet umuyor. Dünya “kişisel gelişim” kavramıyla, modern zaman insanının sıkıntılarına çözüm arayışlarının karşılıklarından biri olarak tanıştı. Bu kavram ve akım gittikçe popüler olmaya başlayan, çok satanlar listesinden inmeyen kişisel gelişim kitaplarıyla hızla yayıldı.
Kişisel gelişimin tanınması ve bir sektör haline gelip tüm dünyada yayılması 1970’lere, 50 yıl öncesine dayanmaktadır. Sektör Batıda hızla gelişmiş ve kurumsallaşmıştır. Bu akım ve kavram 90’lı yıllarda yapılan çevirilerle 20 yıllık bir farkla Batıdan Türkiye’ye ithal edilmiştir. Kişisel gelişimi hedefleyen kaynak, yazı ve söylemlere düşünce tarihinin her evresinde rastlanmakla birlikte bu ürünler sosyal ve kültürel etkileşim içerisinde, kendi çağında, bağlamından koparılmadan değerlendirilmiştir. Modern zamanlarda ise kadîm hikmet ve bilgi kaynaklardan devşirmelerle insanın kendini tanıma, anlama, bilme ve geliştirme ihtiyacının suistimal edildiğini görüyoruz.
Modern insanın işten arta kalan zamanına ki bu akşam güneş battıktan sonraki zaman oluyor “boş vakit” diyoruz. Bir ömür işte tüketiliyor, akşamları ise günün yorgunluğunu üzerimizden atmakla geçiyor. Bu acı gerçek, geçinebilmek ve ihtiyaçlarını giderebilmek için tüm gününü iş yerinde geçirmek zorunda olan insanın ruh-beden-zihin bütünlüğünü etkilemeye başladığında, kaçınılmaz sonuç olarak hayatın her alanında verim düşmektedir. Verimi düşen, psikolojik çöküş yaşayan insan ekonomik sisteme gereği gibi hizmet edemez hale gelir. Tam da küresel bazda yaşanan böyle bir dönemin en kritik anlarında ortaya çıktığını görüyoruz “kişisel gelişim” kavramının.
Her kavram ona yüklediğimiz anlam çerçevesinde hayatımıza dahil olur, bize yön verir ve şekillendirir. Toplumsal ve kişisel yapımızdan kopuk bir şekilde ve bilinçsizce hayatımıza kattığımız birçok şey gibi kişisel gelişim akımının da bünyemize uymadığı yerlerde sıkıntılar oluşturduğunu gözlemliyoruz. Zihnimiz, bedenimiz, ruhumuz kritik etmeden aldığımız kişisel gelişim fikirleri ve eylemleri tarafından istila edilmiş durumda. Bu sebeple ilk etapta bize Batıdan ithal edilen “kişisel gelişim” kavramının ve uygulama alanlarının kritiğini yapmayı gerekli gördük. Sonrasında kendi kültürümüzden ilham alan, manevî dünyamızdan beslenen ahlâkî olgunlaşmayı da beraberinde getiren “insanî gelişim” modelinden bahsedeceğiz.
Aslında kim ve ne olduğumuzla ilgilenmeyen, ne olmamız gerektiğini dikte eden popüler kişisel gelişim söylemlerinin bombardımanı karşısında bir şey olduğumuzu sandık ama kendimiz olamadık maalesef. Batı toplumunun ihtiyaçlarından doğmuş ve Batı düşünce yapısından neşet etmiş bir akımın kritik edilmeden ülkemize girmiş olmasının zararlarını birçoğumuz etrafımızdaki insanlarda hatta kendimizde gözlemlemişizdir. Kurslar, seminerler, sertifikalar, kitaplar, teknikler, yöntemler… Hangi yöne bakacağını, hangisini alacağını şaşırmış, önüne çıkan birçok yöntemi denemiş, medet ummuş ne çok kişi var!
Mükemmel dünya yaşamı uğruna kıymetli potansiyelini hunharca tüketen zavallı insan, başkalarının hayallerinin kurbanı olmuş gibi görünüyor. Her şeye meraklı, her yere yetişen, her şeyden anlayan ama hiçbir şeyi tam ve kâmilen kavrayamayan insan müsveddeleri gibiyiz adeta! Bu söz biraz ağır gelmiş olabilir lâkin kendi özünü, yaradılışını, kabiliyetini tanımadan boyunun yetmediği dallara uzanan insanın halidir tarif ettiğimiz. Birey olarak bize doğuştan verilen özelliklerimizi keşfetmeden, imkanlarımız kadar sınırlarımızı da bilmeden yola çıkarsak tehlikeli bir yolculuk olabilir kişisel gelişim yolculuğu, dikkat etmek lâzım!
Sözümüz “kişisel gelişim” olgusuna değil, yolun yol kesenlerine…
“Kişisel gelişim”, bizim tabirimizle “insanî gelişim” önemli bir konudur ve bu alan yolun vurguncularına, yol kesenlerine, kafa ve gönül bulandıranlara, istismarcılara bırakılmamalıdır.
Bu dünyada sıradan, sade ve hakikatli bir insan olarak yaşayıp gitmek/göçmek kimseye cazip gelmiyor artık. Kişisel gelişim söylemlerinin dillere dolandığı günümüzde daha hızlı, daha akıllı, daha üretken, daha başarılı, daha mutlu, daha zengin, daha iyi yaşamaya odaklanmış durumdayız. Gerçekten iyi olmak için değil “iyi” ünvanı için çabalıyoruz. İyi olmanın hakikatini ıskalayıp ünvanına tâlip oluyoruz. İnsanlarla ilişkilerimizdeki iletişim becerilerini ya işimize katkısı olsun diye ya da toplum tarafından “iletişim becerisi iyi insan” sınıflandırmasına dahil olmak için geliştirmeye ve iyileştirmeye çalışıyoruz. İletişimin insanî, ahlakî, etik boyutunun derinliğine çok da vakıf değiliz. Özünde saf ve iyi niyetten yoksun bu çaba eninde sonunda bünyede alerji yapıyor.
Güya insanın iyiliğini(iyi beden, iyi iş, iyi yaşam, iyi ev, iyi kariyer…) isteyen kişisel gelişim sektörü, iyilik vaadederken paranızı da talep ediyor! Bedeninizi, zihninizi, ruhunuzu geliştirmek için sürekli para harcamak zorundasınız. Kişisel gelişim vaadeden tüm çabaları aynı kefeye koymuyoruz fakat araştırma ve gözlemlerimiz ve hatta tecrübelerimizle söylüyoruz ki, son zamanlarda ortaya çıkan çalışmaların ekserisi tavuğun suyunun, suyunun suyu misali! Akademik eğitim almış uzman kişilerce yapılan çalışmaları istisna tutuyoruz.
İnsanın yetersizlikleri, açmazları, sorunları, umutları üzerinden kendine alan devşiren, şaşalı çözümler üreten, umut tacirliği yapan bu furya her dönem yeni bir sürpriz reçeteyle karşımıza çıkıyor! O olmadı bunu verelim, bir de şunu deneyelim…
Sonu gelmeyen, insanın kendisini hakikatiyle tanımasına fırsat vermeyen, biteviye bir çaba ve koşturmaca…
İşin ironik tarafı son yıllarda Batıda “kişisel gelişim” karşıtı yeni bir akım başlamış durumda. İşi gücü, şehri terkedip taşraya çekiliyor, şimdiye kadar içinden geldikleri ve maddi olarak beslendikleri sisteme eleştiri okları yağdırıyor, kişisel gelişim karşıtı kitaplar yazıyorlar. Kitapları en çok satanlar listesine çoktan girmiş bile! Sistem çarkını bir şekilde sürdürüyor. Sistemin dışına çıktığını, özgürleştiğini sanan insanlar bile bir yerinden sistemin içine dahil olduklarının farkına varamıyor.
“Kendini akışa bırak”, “evrensel yasa”, “özgün ol”, “sen değerlisin”, “sen hak ediyorsun”, “iste, arzula gerçekleşsin”, “deneyimle”, “mutluluk senin de hakkın!”, “imkânsız diye bir şey yoktur”, “oyun” ve “oyunu kurallarına göre oynamak” “ikna”, “yıkılmadım, ayaktayım”, “sınırlarını zorlamaya hazır mısın?” bu söylemlerden bir veya birkaçıyla muhatap olmayanımız var mı? Etrafımız başarı öyküleriyle, bir anda varlıklı olan, sosyal kabul gören kişilerin hikâyeleriyle dolup taştı bir zamanlar.
Bize sürekli sonucu anlatan, sürecin ayrıntılarını ihmal eden popülist kişisel gelişim furyası umut taciri olmaktan öteye gidemedi. Kanımızca asıl önemli olan ayrıntılardır. Çünkü biz bu öznellik kültü içerisinde kişisel olarak gelişip serpilirken, insanı insan yapan en önemli insanî ve ahlâkî değerlerimizin yıpranma boyutunu ayrıntıları analiz ederek anlayabiliriz ancak.
“Başarı ve mutluluk senin içinde.” Başarısızsan ve isteklerin olmuyorsa sorun sistemde değil sende. Böylece sistemi değiştirmek yerine kendini sisteme uydurmaya yönelik çabalar önem arzedecektir. Tam da bu noktada “gelişim” sözcüğu karşımıza çıkar. “Kazanmak” ve “gelişim” aynı frekanslarda salınır arayış içindeki insanın önünde. İnsanı gelişmeye ikna ederken amaç sistemin kazanmasıdır. Popülist kişisel gelişim metinlerini kritik eden biri rahatlıkla farkeder ki; bu metinler ve söylemler bir nevi sosyal kontrol işlevi görmektedir. Metinleri nakletmeye çabaladığımız kadar akletmeye de çabalasak keşke.
Rant kapısı olmuş bir sektörden bahsediyoruz ama kanaatimizce durum bundan daha vahim. İnsanın manevî ihtiyaçlarının gözardı edilemeyeceğinin farkına varan kişisel gelişim sektörünün söylemlerinin, din ve inançlardan arındırılmış bir şekilde dini argümanları kullanan yeni bir çehreyle karşımıza çıktığını görüyoruz. Manevî ihtiyaçlarımıza hitap eden ruhsal reçetelerindeyse; Doğu ve Batı bilgeliğinin yaşam geleneklerinin, tecrübelerinin özünden ve bağlamından koparılmış taklitlerini şifa diye sunuyorlar. Materyal olarak Batının kadim düşünce öğretilerini, Doğu mistisizmini, Mevlana’nın eserlerini dahi kullandıklarını görmekteyiz. Kişisel gelişim uzmanlığından “ruhani liderlik” çıkarabilen bir yapıdan söz ediyoruz. Yaşamın akışı içerisinde doğal bir biçimde ortaya çıkan bu ruhanî ilham kaynaklarının ve öğretilerin çağın ve sistemin ihtiyaçları doğrultusunda pazarlanması, kültürel miraslarımızın hoyratca talan edilmesi bizleri ziyadesiyle üzüyor. Bağlamından, sürecinden koparılmış bir sözün, öğüdün etkisi ancak ağrı kesici haplar veya enerji verici tabletler mesabesinde kalıyor. Necip Fâzıl üstadın isabetli tarifinde olduğu gibi; “İçinden incisi düşmüş istiridye kabukları gibi kelimeler…Çilesi çekilmemiş ıstılahlar…” kime neye kâmilen şifa olabilir ki!?
Elif İlay Hüsmen