6 Şubat 2025 / 7 Şaban 1446

Kökenimiz: Ruhun Soyunun Öyküsü

Ruhun soyuna dair aşağıdaki açıklamalar, ünlü Türk Sufi evliya İbrahim Hakkı Erzurumi’nin eserlerinden alınmıştır. İzahatına evrenin yaratılışı ve bireysel ruhun maddi yaratılışa dâhil olmasının kökeni ile başlamaktadır.[1]

Evren, Allah(c.c)’ın Kun(ol) emriyle başladı. Bu emirle evren oluşmaya başladı. Arapça’da Kun, iki harften: K ve N’den oluşmaktadır. K’ kemali(mükemmelleşme) ve N’ nuru ifade etmektedir. Böylece mükemmel nurun yaratılışı gerçekleşti. Bu ilk yaratılış peygamberlik nuru olarak ya da maddi evrenden önce gelen saf nur (maya) olarak adlandırıldı. Bu nur bütün ruhların ve inşa ettiğimiz maddi eşyanın temel maddesidir. Tıpkı Yunanlıların enerji ve maddeden önce var olan Logos’u (düşüncesi) gibidir. Allah(c.c)’tan gayri, her şey bu nurdan yaratıldı.

Allah(c.c) mevcudattan önce ruhları yarattı ve ruhlar, Allah (c.c)’a şimdiki dünyamızdan daha yakın, daha latif bir âlemde idiler. Orada ruhlarla Allah(c.c) arasında neredeyse hiçbir perde yoktu. Hepimiz o semavi âlemde ilahi huzurda oturarak, O’nun kutsal nuru ve sevgisi ile yıkanarak bin yıl yaşadık.

Allah(c.c) sordu ruhlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bu ilahi sesin musikisi, kalpleri sızlatan, ilham veren ve bizi coşturan bütün müziklerin kökü oldu. Ruhlar, kendilerini Allah(c.c)’ın yarattığını biliyorlardı; İlahi iradeyle uyum içindeydiler ve İlahi huzurda olmakla derin ilhamlar alıyorlardı.

Sonra Allah (c.c) ferdi ruhu maddi dünyaya gönderdi ve o ruh yaratılışın dört elementinin her birine yerleşti. İlk olarak sudan geçti ve ıslandı; sonra topraktan geçti ve çamurlandı. Havadan geçti ve kil haline geldi. Ve son olarak; ateşten geçti ve pişmiş kile dönüştü. Böylece maddi olmayan ruh, maddi dünyayı oluşturan bütün temel maddi elementlerden geçti ve ruhun nuru bir kil çömlekte –fiziki bedende- yerleşti.

Bu yaratılış yalnızca maddi bedeni değil, ayrıca duyguları, düşünceleri ve enerjileri de kapsar. Bu çeşitli mücessemleşme düzeyleri dört elementte özetlenmiştir. Ruh hâlâ mükemmeldir; kutsaldır ve Rabbine yakındır. Ancak şimdi örtülü ve gizlenmiştir. Fakat Allah(c.c) ruhla birlikte, her bir bireyin yeryüzü ile gökler arasında bir bağlantı olmasını sağlayan Esma-i İlahiyi de gönderdi.

Maalesef maddiyata büründüğümüz zaman, o içimizdeki sırdan bihaber hale geldik. Maddi varlıklar olarak bu fani dünyaya ait eşyaya derinden bağlandığımız zaman, bu Esma-i İlahi’yi yansıtamaz olduk.

Ancak Allah (c.c) bize ayrıca, kil çömleği kırıp, bu orijinal idrak düzeyine ulaşmamız için aletler verdi. Bu aletler akıl ve cüz-i iradedir. Akıl bize doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği kazandırır. İrade ise doğru fiili seçme kapasitesi kazandırır. Hepimiz bu iradeye sahibiz; ancak çok azımız onu yeterince kullanırız. Temel prensip basittir. Hz. Peygamber’in (asm) buyurduğu gibi “Helal ve sağlıklı olanı yap; haram ve sağlıksız olandan kaçın ve eğer emin değilsen emin olana kadar yapma.” Özünde çok basit olan bu prensip, irademiz yeterince güçlü olmadığı için çok karmaşık bir hale gelmektedir. Genellikle ne yapacağımızı biliriz, ancak onu yapmayız; o zaman ego egemen olur ve kendimize bahaneler buluruz.

(Frager Robert, Kalp, Nefs ve Ruh, Sayfa 36, 37.)
[1] Bu materyal Şeyh Tosun Bayrak el-Cerrahi’nin yayınlanmamış Türkçe eserinden bir çeviri/adaptasyondan adapte edilmiştir.