Tevbenin birtakım sebepleri, dereceleri ve kısımları mevcuttur. Bunlardan ilki kalbin gaflet uykusundan uyanması ve kulun içinde bulunduğu kötü hâli görmesidir. Bunların hepsi, Hakk Sübhânehu ve Teâlâ’dan kalbe gelen yasaklayıcı emirleri can kulağı ile dinleyerek Allah’ın tevfiki ile ulaşılır.
Hadiste: “Her Müslüman kişinin kalbinde Allah’ın bir vâizi mevcuttur.” buyurulmuştur. Başka bir hadiste: “Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır, o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur, dikkat edin o kalptir.”(Buhari, İman, s.39;Müslim, Müsakat, s.20.) buyurulmuştur. Tevbenin bu derecesi, müşâhadenin sürekli olması ile tamamlanır, başka yoldan gerçekleşmez. Müşâhede, müridin tevbeye olan rağbetini artırır, azmedileni tam olarak gerçekleştirmeyi sağlayan havf ve recâ, korku ve ümit gibi hâlleri ve duyguları çoğaltır.(Ameli tamamlama hevesini güçlendirir). Böylece ısrarla yapılan çirkin fiillerle ilgili düğümler insanın kalbinden çözülür, mahzurlu işleri icra etmekten sâlik vaz geçer, doludizgin arzu (ve şehvet) peşinde koşan nefsine gem vurur, derhal günahtan uzaklaşır, gelecekte de bu nevî fiilleri kesinlikle işlememeye azmeder. Şayet böyle yapmaz da tevbeyi bir veya birkaç defa bozar, fakat arzusu onu tevbeyi yenilemeye sevkederse -ki bu durumlara çok rastlanır- bu hâlde de bu gibi kimselerin tevbeden ümit kesmemeleri icap eder.
Şu halde insan günahları terk eder, kalbindeki “günahta ısrar” düğümünü çözer, bir daha bu nevî bir günaha dönmemeye azmederse, işte o zaman kalbinde hâlis ve sâdık bir nedamet hissi vücut bulur, bunun tesiriyle geçmişte işlediği hata ve günahlara üzülür, elden çıkan ( fırsat ve) hâllerinin hasreti ile yanar tutuşur, işlediği kötü amellerden ötürü hüzünlenir, böylece tevbesi tamam hâle gelir, mücâhedesi dosdoğru bir şekle girer, halk ile ihtilâtı terk ederek halvete çekilir, artık kötü insanlarla sohbet etmekten zevk almaz, tersine bu nevî dostluk onu sıkar, ürkütür, onlarsız yaşamak ister, gecesi- gündüzü hasret içinde geçer, bütün hâllerinde eseflenmeye dört elle sarılır, ibret gözyaşını dökerek yanlış attığı adımların izlerini siler, güzel tevbesi ile günah yaralarını tedavi eder, akranı arasında solgunluğu ile tanınır, zayıflığı ile hâlinin sıhhatli oluşuna istidlâl edilir.
(Haklarını yediği) hasımlarını râzı edip yaptığı haksızlıkları ödemedikçe, anlatılan hususlardan hiçbiri tam olarak yapılmış olmaz. Çünkü tevbenin ilk derecesi imkân nisbetinde (hak sahibi olan) hasımları râzı etmektir.
Zünnun şöyle der: “Tevbenin hakikati arzın bütün genişliği ile karar (ve takatin) kalmayacak derecede başına dar gelmesidir. Sonra nefsinin de seni sıkmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerîm’de: “Canları sıkılmıştı, Allah’ın gadabından yine Allah’ın affına sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar. Sonra tevbe etsinler diye Allah onlara tevbe ihsan etti.” ( Tevbe,9/18) buyurulmuştur.”