Kimi zaman özlem duyduğumuz, kimi zamansa kurtulmak istediğimiz duygudur yalnızlık… Varlığı da yokluğu da ayrı dert desek yanlış olmaz sanırım.
Doğumdan itibaren başlayan ilk bir yıl, çocuğun yalnız kalmak istemediği, tüm vaktini annesiyle geçirmek istediği güvenli bağlanma dönemidir. Her ihtiyaç duyduğunda annesi yanında olsun, ihtiyaçlarını karşılaşın ister. Ancak böyle kendini güvende hissedebilir. Ardından gelen 1-3 yaş dönemindeyse çocuklar bağımsızlıklarını kazanmaya çabalarlar. Anne babadan ayrışma anlamına gelen bu süreç bazen sancılı geçebilse de ailenin desteğiyle aşılabilir. Sütten kesme, odanın ayrılması, tek başına yürüyebilme, yemeğini kendi başına yiyebilme… Tüm bunlar çocuğun ebeveyninden ayrışarak kendi başına var olabilmesine katkı sağlar.
Çocuk için ailesinin onun başarılarına tanık olması çok önemlidir. Bu tanıklık için bir bakış, tebessüm ya da bir baş sallayış bile kâfidir. Yeter ki anne baba evladının minik adımlarının farkında olup bunu ona hissettirebilsin, çocuğunun kendini ifade etmesine izin vererek onu aktif şekilde dinleyebilsin. Çünkü yargılayıcı ve aşağılayıcı üslupla büyüyen çocuklar, olduğu gibi kabul edilebileceği tek yer olan ailesi tarafından itildiği hissine kapılır ve bu da yalnızlaşmalarına neden olur.
Bağımsızlığın kazanılmaya başlandığı 1-3 yaş döneminde çocuklar kendilerini kontrol etmeyi de yavaş yavaş öğrenmeye başlarlar. Bir yandan yalnız var olabilme, bağımsız kalabilme öte yandan sosyal bağlarını devam ettirip takdir görebilme arzusundadırlar.
İşte insanoğlunun “yalnızlık” ile olan ilişkisi bu şekildedir. Bireysellik ve sosyallik duygularının bir döngü içinde yaşanma çabası… Kişinin, diğer insanlarla etkileşim halinde olma, sohbet etme, birlikte vakit geçirme gereksinimi ve aynı zamanda kendi özüyle baş başa kalarak iç sesini dinlemek için yalnız kalma ihtiyacı… Yıllar ilerledikçe bu iki ihtiyacı doğru zamanda doğru şekilde karşılamayı öğrenir insan. Fakat zaman zaman bu denge bozulur ve kişi yoğun şekilde yalnız kalma veya yalnızlıktan kurtulma ihtiyacı hisseder.
Kendine vakit ayıramayan, sürekli etrafındakilerle iletişim halinde olan kişilere rastlamışızdır. Fazla faaliyet gösteren bu kişilere gıptayla bakılır. Hâlbuki bu insanların birçoğu mutsuzdur. Kendisiyle baş başa kalabilecek tek bir dakikaları yoktur. Bu kişilerde yalnızlığa olan hasreti görürüz. Yalnızlık ihtiyacını karşılayamadıklarında tükenmişlik sendromu, hayattan keyif alamama gibi sorunlar yaşayabilirler. Bu durumda olan kişilerin kısa sürelerle başlayarak kendilerine vakit ayırmayı öğrenmeleri gerekir. 15 dakika dahi olsa kitap okumak, film izlemek, belki de yalnızca sessiz bir odada dışarıyı seyretmek… Zamanla bu süre artırılarak kendi başına kalma becerisi kazanılabilir. Makul olan ise, her gün yatmadan önce tüm günü gözden geçirmek, yaşanılan duyguların, davranışların, kişinin hayat görüşüyle ne denli uyup uymadığının analizini yapmaktır.
Diğer yandan insanlarla iletişim kurmaktan kaçınan, kendini eve kapatan, arkadaşı olmayan kişiler ise yalnızlıktan bunalmıştır ve sosyalleşme ihtiyacı içindedir. Bu kişilerde depresyon, anksiyete, özgüven eksikliği gibi ruhsal bozukluklar görülebilir. Yalnızlık hissinden kurtulmak için küçük adımlarla başlayarak sosyalleşmeye çalışmak gereklidir. Örneğin sokakta tanımadığı biriyle merhabalaşmak, akraba ziyaretlerinde bulunmak, komşuların kapısını çalıp tanışmak… Her biri insanı iletişim kurmaya alıştıran adımlardır. Böyle davranarak kişi, hem yalnızlıktan kurtulacak hem de iletişimin tadına varacaktır.