Uzm. Klinik Psk. Afra Esma Akman-
İnsanın bir yanı hep kendisi ile buluşma arzusu içindedir. Hepimiz ben kimim, nasıl bir kişiliğe sahibim, ne yapıyorum, ne için yapıyorum sorularının rüzgarında bir yön tayin etmeye çalışıyoruz. Peki, ya aynaya baktığımızda gördüğümüz bu suret bütünüyle neyi yansıtıyor? Nasıl inşa edilmiş bir benlik taşıyoruz?
İnsan, dünyaya geldiğinde belirgin bir kişiliğe sahip değildir ancak potansiyel kişilik özellikleriyle donatılmış bir şekilde, biricik olarak dünyaya gelir. Bu kişilik özelliklerinin bir kısmı -ki biz buna huy diyoruz- anne ve babamızdan, atalarımızdan bize miras kalan genleri oluşturur. Kişilik özelliklerimizin bir kısmı da karakterimizle ilişkilidir. Yani çevremizden, ailemizden, hayatımızdaki rol modellerimizden ne öğrendiğimizle, hatalarımızdan nasıl dersler çıkardığımızla bağlantılıdır. Bilimsel araştırmalar hem kalıtımın hem de çevrenin özellikle de ailenin, kişiliğin gelişiminde yarı yarıya belirleyici olduğunu göstermektedir. Kişiliğin inşası, çocukluk çağlarından başlasa da bizler, hayatta yeni deneyimler kazandıkça kişiliğimiz olgunlaşır.
İnsanın benliğinden bir başka ben doğurmasının, hem kendisi hem de diğerleri için faydalı bir bireye dönüşmesinin en önemli adımı ise niyettir. Kişinin kendi dünyasını yönetmesi, niyetini yönetmesine bağlıdır.
Doğu’da bir atasözü der ki: “Niyetin nereye, enerjin oraya; enerjin nereye, canın oraya...”
Hayattan -neredeyse her an- çok fazla beklentimiz ve arzumuz var. Dünyayı gezmek istiyoruz, cilt cilt kitaplar okumak, akademik kariyer yapmak ve belki farklı spor faaliyetleri denemek istiyoruz. Bunlardan pek azına niyet edip eyleme geçiyoruz. İnsanın aklına gelen her fikir, istek niyet değildir; kişiyi harekete geçiren kuvvetli eğilimler niyettir.
Peki, bu doğrultuda niyetimizi nasıl ifade edebilir ve yönetebiliriz?
-İlk olarak neye niyet ettiğimizi fark etmeli ve onu biçimlendirmeliyiz. “Kendim ve başkaları için ne istiyorum?” sorusuna dair net bir fikrimiz olmalı. Bunu yaparken de hayatımızdaki bir şeylerden kaçmak yerine, istediğimiz şeye bizi yönlendirecek bir niyet oluşturmamız mühimdir. Bunu basit bir örnekle açıklamak gerekirse, “Akşamları artık sosyal medya ile ilgilenmeyi bırakıyorum.” yerine, “Akşamları artık vaktimi akademik çalışmalarımı yapmak ve ailemle vakit geçirmek için ayırıyorum.” gibi bizi olumlu eyleme yöneltecek şekilde niyetimizi net biçimlendirmeliyiz.
-Niyetimizi iyi bir şekilde ifade etmenin bir başka yolu da niyet etmek istediğimiz eylemi, mümkün olduğunca zihnimizde somut bir şekilde canlandırmaktır. Araştırmalar gösteriyor ki neye niyet ettiysek zihnimizde ona yönelik bağlantılar güçlenir.
– Bir başka unsur ise niyetimizi oluştururken gerçekçi olmaktır. Elbette büyük hedeflerimiz olabilir. Böyle bir durumda niyetimizi daha kolay ulaşılabilir parçalara bölmek, bize yürüyeceğimiz yolu kolaylaştıracaktır.
– Niyetimizi gerçekleştirmek için “Neye ihtiyacım var?” sorusu, niyetimize giden yolda iç ve dış kaynaklarımızı fark etme konusunda bize destek olacaktır.
-Niyetimiz bizi harekete geçirmelidir. Ancak eyleme geçtiğimizde niyetimiz tatmin edici bir hazza dönüşür. Modern dünyada bilgiye erişim hızımız son derece yüksek. Neredeyse her gün kişisel gelişimimize dair yeni farkındalıklar kazanıyoruz. Ancak bu farkındalıklardan pek azı bizim için niyete dönüşüyor ve kendi kişisel gelişimimiz için bir adım atıyoruz. Geri kalan fazla dozda farkındalık, eyleme geçemediğimiz için içimizde yer eden bir yetersizlik ve pişmanlık duygularına dönüşüyor. Dolayısıyla öncelikleri belirlediğimiz “seçici ve bilgece” bir farkındalıkla harekete geçmek büyük önem taşıyor. Bu bilgece farkındalık, yani zihnimizin “şimdide olma” meselesi bize niyetimizi tazeleme, güçlendirme ve neyi ne için yaptığımızı keşfetme imkanı sunuyor.
Bir mabet yapımında çalışan üç işçiye ne yaptığı sorulur. İlki: “Gördüğün gibi taş kırıyoruz.” der, ikincisi: “Ailemin rızkını çıkarıyorum.” üçüncüsü, neşeyle şöyle cevap verir: “Büyük bir mabet inşa ediyorum.”
-Kişisel gelişimimiz için kendi duygu ve düşüncelerimizin sorumluluğunu ve elbette ki niyetlerimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Hikmetin öncüsü Hz. Ali’nin güzel bir sözü vardır: “Niyet ok gibidir, niyeti kötü olanın attığı ok kendine döner.” Mutlu bir hayat sürebilmek için içinde bulunduğumuz toplumla uyumlu bir bütün oluşturmak önemlidir. Dolayısıyla niyetlerimizde hırs, kin, nefret, kıskançlık gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin varlığı bize engeller oluşturan oklara dönüşebilir. Niyetimizi aziz duygularla beslemeliyiz ki yol bize çiçeklensin. Bizler sadece çevresine iyi niyet ve yüce duygularla yaklaşmamalı; “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü” düsturuyla kendi iç dünyamıza da samimi(ni)yetle bakmayı öğrenmeliyiz. Çünkü çevremiz ve diğerleri bizim için bir aynadır ve ancak bir başkasında, bizde olanı görebiliriz.
Güçlü bir toplumun inşası iyi niyetle yetiştirilen çocuklarla başlar. Bir ebeveyn, çocuk yetiştirirken de kendinde var olan tüm hâlleri çocuğuna yansıtır ve çocuğuyla sözel iletişimden çok “hâl diliyle” konuşur. Ebeveyn kendisine ne kadar iyi niyet ve öz şefkatle yaklaşırsa çocuk da kendi benliğinin inşasını güçlü temeller üzerine kurabilir. Çocuklarda hayret duygusunu pekiştirerek hayatın anlamını daha iyi kavramalarına yardımcı olmak önemlidir. Böylece ebeveynler onların iyi niyetlerle kendi iç dünyalarına ve çevrelerine bakmalarını kolaylaştırabilir.
Tüm bunlar bize söylüyor ki iyi niyetlerimizle inşa ettiğimiz bir hayat, hem bize hem ailemize hem de dünyamıza iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa dair yol ve yön gösterici güçlü bir fener olur.
Ve atalarımızın da söylediği gibi niyetimiz iyi ise akıbetimiz de hayrolur…