13 Ekim 2024 / 9 Rebiül Ahir 1446

Zamanı Okumak

Okumak Rabbimizin ilk emri… Zaman ise Rabbimizin en büyük nimetlerinden biri. Var olan her şeyin dolayısıyla zamanın da sahibi Evvel ve Ahir Allah-u Teâlâ’dır.

Kur’an-ı Kerim’de; dehr, asr, şehr, yevm, fecr, sabah, duha, leyl, an vb. kavramlarla zamandan bahsedilmektedir. Bu ayetlerin bir kısmında değişik zaman dilimlerine yemin edilerek zamanın önemine dikkat çekilmiştir; “ve’l- asr, ve’l-fecr, ve’s-subh, ve’d-duha… vb.” Bu yeminler zamanın izzetinin ilahi dille tescilidir.

Zamanın nasıllığı, zaman-insan, zaman-mekân ilişkisi insanoğlunun zihin dünyasını en çok meşgul eden konular olmuştur. Filozoflar, şairler, astronomlar, fizikçiler, kelamcılar, tefsirciler, fıkıhçılar bu konuda yaptıkları çalışmalar sonucunda ortaya pek çok kavram çıkarmışlardır; kozmik zaman, matematiksel zaman, biyolojik zaman… gibi farklı okumalar yapmışlar.

İslami ilimler içerisinde ise en çok tasavvuf ilmi mensupları ‘vakt/zaman’ kavramına vurgu yapmışlardır. (Hadid, 57/3) “ O (Allah) hem ilktir, hem de son(suz kalacak olan)dır…” Allah evveli de ahiri de bilir, zamanın sahibi O’dur.

Zaman-mekân, zaman-insan ilişkisi, dünyaya geldiğimiz andan itibaren bizi kuşatmış durumda. Dünya hayatında bizim için takdir edilmiş “ecel vaktimiz” gelinceye kadar; bebeklikten çocukluğa, gençlikten ihtiyarlığa; yazdan kışa, kıştan bahara; sabahtan akşama, akşamdan sabaha hep bir zaman dilimi içinde yaşıyoruz. Evet, insanı tüm varlığıyla kuşatan zaman izafi bir kavramdır, aslında. Durduğumuz, baktığımız yere göre değişir zaman algımız; bazen çok çabuk geçerken, bazen asırlar kadar uzun gelebilir bize. Âhir zamanda, kıyametin kopuşuna yakın zamanın hızlanacağını bildiren hadisi şerifler de vardır.

“Hayat ne kadar çabuk geçiyor, zaman hiç geçmezken.” diyen şair, ne kadar güzel ifade etmiş zamanın izafiliğini.

Tam da burada mutasavvıfların “Sufi, İbnü’l vakt (vaktin/ zamanın çocuğu) olmalıdır.” değerlendirmeleri geliyor aklımıza. İbnü’l vakt olmak, bulunduğumuz zamanın gereğini yapmak; yani ya bir emri yerine getirmek, ya da bir yasaktan kaçınmak suretiyle yaratıcının emrine itaat etmektir. “İkra’/Oku” bu emirlerin ilkidir. ’Oku’  hitabının muhatabı olan insan neyi, nasıl okuyacak?

Alak suresi (1-5.) ayetlerin tefsirlerindeki açıklamaların bir kısmı şöyledir; öncelikle Kur’an olmakla birlikte, okunması gereken her şeyi okumalıdır insan. Okumaya Rabbinin adıyla başlamalı ve devam etmelidir, kendini bir alak(aşılanmış yumurta, zigot)tan yaratan, pek çok nimetlerle ikramda bulunan, kalemle yazmayı ve bilmediği her şeyi öğreten Rabbinin adıyla okumaya başlamalı; önce kendisi, sonra da tüm insanlık için okumalıdır.

Allah-u Teâlâ’nın insana bahşettiği en büyük nimet olan vakit/zaman nasıl okunacak peki? Çünkü zaman geçip gitmektedir; geçip giden bir anı dahi geri getirmek mümkün değildir. Bu yazıyı yazmaya ya da okumaya başladığımız an geçmiştir, yazılan ya da okunan her bir kelime yazının sonuna yaklaştırmaktadır bizi. “Bir nehirde iki defa yıkanılmaz .” diyen filozof, nehirle birlikte zamanında aktığını, yıkanılan nehrin artık o nehir olmadığını söylerken bunu mu kastetmişti?

Öyleyse yaşadığımız her anı gereği gibi değerlendiremediğimizde su misali akan zamanımızı, ömür sermayemizi israf etmiş olmuyor muyuz? Bir daha yaşayamayacağımız anlar geçip giderken zamanımızı hoyratça kullanmak “Oku!” emrine itaat etmemektir aslında.  Zamanı gereği gibi kullanmamak ya da “okumamak” yani “İbnü’l Vakt” olmamak zamanın israfıdır. Maalesef ki, pek çok insanın en çok israf ettiği şeydir, zaman. “Vakti, iki zaman dilimi yani geçmiş ve gelecek arasında bulunan an” olarak tarif eden mutasavvıflar derler ki: “…Onun için dervişin derdi, düşüncesi, geçmiş veya gelecekle ilgili değildir. Onun derdi içinde bulunduğu vakit (hal)tir. Bunun için mutasavvıflar, ibnü’l vakt olabilmenin çalışmalarını bizzat yaparak “Huş derdem/ Her an uyanık olmak” ve “vukufu zamani” gibi bazı prensipler ortaya koymuşlardır. Vukuf-u Zamani; kişinin, zamanının nasıl geçtiğini bilmesi anlaması ve hayatını ona göre düzenlemesidir. Kişi hem nasıl bir zamanda bulunduğunu, hem de bulunduğu zamanın en iyi nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilmeli, bunun için kendisini sık sık yoklama (murakabe) içinde olmalıdır. İçinde yaşadığı zaman içerisinde kendi durumu nedir? Huzurda mıdır, huzur içinde midir? Şükretmesini gerektiren nimet içinde mi, yoksa helakine sebep olacak bir gaflet içinde midir? Böylece de kendini ve içinde bulunduğu vakti/zamanı okuyarak, ibnü’l vakt olmayı başaracaktır.

Peki, modern çağlarda alabildiğine bir koşuşturmaca ve hız içinde yaşarken, elimizdeki akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlarla teknolojinin baş döndürücü hızına yetişmeye çalışırken, zamanı nasıl idrak edeceğiz? Bitirmeye çalıştığımız her günün sonunda yeni güne eklediğimiz meşguliyetler arasında nasıl bir an bulup ta zamanımızı okuyacağız? Her sabah bizim olmayan sabahlara, başkaları tarafından kurgulanmış, planlanmış hayatlara uyanırken, saatlerimiz  “Müslüman Saati” ne ayarlı değilken nasıl “ İbnü’l Vakt” olacağız? Hız ve hazzın ön plana çıktığı bu çağda zamanın hızına nasıl yetişeceğiz?

“Zaman kılıç gibidir.” diyen mutasavvıflara göre, kesme özelliği olan kılıca yumuşakça dokunan kesilmekten kurtulur, ona sert bir şekilde dokunan ise kesilir. İşte vakit te böyledir; kim bulunduğu vakit (hal) içinde yapması gereken en mühim işi yaparsa vaktin hükmüne boyun eğmiş olur ve vakit kılıcı tarafından kesilmekten kurtulur ve bilakis o, en iyi biçimde değerlendirmesiyle vakti kesmiş olur. Şu dünya hayatında kendisi için takdir edilmiş ömrünü ölümden sonrası için hazırlıkta bulunarak geçiren kimse zamanı gerektiği gibi okumuş olur.

“Vakti, geçmişle gelecek arasındaki hal” olarak tarif eden mutasavvıflarca geçmişi düşünmek te yerilmiştir; zira mazi bitmiştir, dolayısıyla ondan ders alınacak kadarı hariç geçmişi düşünmenin faydası yoktur; gelecekle ilgili fikir yürütmek de yerilmiştir, zira ona ulaşıp ulaşamayacağımız konusunda da kesin bir bilgimiz yoktur! Şu halde yaşamakta olduğumuz ‘’vakti/zamanı en faydalı şekilde değerlendirmekten başka bir tercihimiz yoktur. “Asra yemin olsun ki muhakkak insan kesin bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih(sevaplı) amel(ve hareketler)lerde bulunanlar hem de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariçtir(onlar ziyandan kurtulmuşlardır.)” (Asr suresi) Zamanını, içinde bulunduğu halin gereği olarak en iyi değerlendiren yani en iyi okuyanlardan olabilmek temennisiyle…

Cemile Nur Boz

Kaynaklar: Feyzü’l Furkan Tefsirli Kuran Meali

Kuşeyri Risalesi

DİB İslam Ansiklopedisi