21 Mayıs 2024 / 13 Zilkade 1445

Hacı Osman Başpehlivan Amca'nın Hocalarımızla Hatıraları

           İskender Paşa Camii’nin müdavimlerinden olan, bembeyaz sakallı, nur yüzlü Hacı Osman Başpehlivan amcamıza, tekke ile nasıl ve ne zaman tanıştığını sorduk.

Yorgun bedeninde bir canlanma oldu. Feri kaçmış gözlerinin sevinçle parladığını gördük. Sanki ilk tanışma heyecanını hissediyordu. Başladı anlatmaya…

Askerlik görevimi tamamladıktan sonra Bursa’ya yerleştim. Kendimce ticaretle de iştigal ediyordum. İlim öğrenmek hevesinde de olduğum için Bursa’dan ayrılmak istedim. O zamanlar, Bursa Kapalı Çarşısı esnaflarından olan Mustafa Örnek beyefendiye müracaat ettim:

-Efendim ben okumak istiyorum. İstanbul’da bana kalacak bir yer ayarlayabilir misiniz?

-Evladım, ben İstanbul’daki arkadaşlarla görüşeyim. İnşallah olur, diye cevap verdi.

Uygun bir yer bulununca 1957-1958 yıllarında İstanbul’a yerleştim. Üsküdar’da Valide Atik Camii’nin etrafındaki odalardan birinde kalıyordum. Selimiye Camii Kuran kursunda da eğitime başladım.

Sonra orada, tadilat tamirat yapılacağı için bulunduğum yeri boşaltmak mecburiyetinde kaldım. O sıralar; Ankara’da çıkarılan İslam Mecmuası sahibi Kemalettin Beyle tanıştım. Derginin İstanbul temsilciliği verildi ve bundan sonra hayatımda yeni bir dönem başladı.

Dergi çıktığında toplu olarak bana gönderilir, ben de abonelere dağıtırdım. Bu vesile ile birçok insanla tanışma imkânına sahip oldum. Bundan önce de değişik tarikat şeyhleriyle, ilim adamlarıyla tanıştım.

Dergi götürdüğüm insanlar, benden kitap da istemeye başladılar. Artık, kaldığım oda küçük bir depoya dönüşmüştü. Kendi kendine yeten bir ticaretim vardı.

Beyazıt civarında kalıyor, Fatih semtinin altını üstüne getiriyordum. Ama yolum hiç İskender Paşa Camii’ne uğramamıştı.

1962 yılında bir Cuma namazında yolum İskender Paşa Camii’ne düştü. Normal bir mahalle camii idi. Doğruca şadırvana gittim. Sırtımdan çantamı yan oturağa bıraktım. Oturağa oturdum, kollarını sıvadım, abdestimi alıp, camiye girdim. Çantamı pencerenin önüne koydum. Ezanın okunmasını beklemeye başladım. Yanımdaki tespihe uzanıp. Allah’ın isimlerini zikretmeye başladım. Bulunduğum mekânda bir farklılık hissediyor ama adını koyamıyordum. İçimde tarifi mümkün olmayan bir huzur, bedenimde bir hafiflik hissediyordum. Kendimi manevi bir atmosferin sardığını, içinde bulunduğum mekânın farklılığını ve içimde oluşan farklılığı hissetmeye başladım. Fakat sebebini bilemiyordum. İçim içime sığmıyordu.

Ezan okundu. Sünnetler kılındı. Hocaefendi minbere çıktı. İç ezan okundu. Hoca Efendi hutbe okumaya başladı. Beyaz sakalları, nurani yüzüyle Hoca Efendi bir taraftan cemaati gözleriyle tarıyor, bir yandan da ordusuna emir veren komutan gibi hutbe okuyordu.

Herkes pür dikkat Hoca Efendiyi dinliyordu. Adeta kendimden geçtim, Hoca Efendiye hayran oldum. Aradığını bulmuş insanın mutluluğunu yaşıyordum. Daha önceden tanıdıklarımı Hocaefendi ile kıyas ediyor, O’nun hepsinden farklı olduğunu düşünüyordum. Hoca Efendi’nin hitabı, duruşu, vak’arı, her şeyiyle beni etkiliyordu.

Namazın sonunda Hocaefendi’den ders aldım. İstanbul’da garip bir kimse iken, bir ailem olmuştu. Her Cuma günü mutlaka İskender Paşa camiinde namaz kılmaya gayret ediyordum.

Osman Amcamız, etrafındakilerin söylediğine göre; hasbi birisiydi. Hiçbir hesabı yoktu. Bu hasbiliği onu aileden birisi yaptı. Hoca Efendi ile yakınlığı arttı. İstediği zaman evine girer çıkar oldu, Hoca Efendinin hizmetinde bulundu. Osman Amca şöyle devam ediyor hatıralarına:

Hoca Efendi’yi tanıdıkça hayranlığım daha da arttı. Birçok kerametlerine şahit oldum. Hoca Efendi’nin tavsiyesi ile Bahar Yayınevi’ni kurdum. Hoca Efendi’nin kitaplarının baskısını yaptım.

Mehmet Zahid Kotku hocamızla tanıştıktan sonra camide kalmaya başladım. Hocamızın teşvikleriyle evlenmeye karar verdim. Aracılar vasıtasıyla müstakbel eşim ile tanıştım. Müstakbel eşim, benden özellikleri olan bir yüzük istiyordu.

Evlilikten vazgeçer gibi oldum. Hocamız evlilik mevzuunu sorunca, işin olamayacağı edasında bir şeyler söyledim. Hoca Efendimiz, talip olduğum hanımefendiyi öven sözler söyledi. Ben de; birtakım isteklerde bulunduğunu zikrettim. Hocamız: “İstediği yüzüğü al.” buyurdular. “Efendim nasıl alabilirim? Alacak imkânım yok.” dedim. “Kapalı çarşıda bulunan, falan kuyumcuya git, selamımı söyle, yüzüğü oradan al, imkânın oldukça kıymetini ödersin.” dediler.

Hayırlı bir işe başlayınca engellerde çoğalıyordu. Nişanlımın yakınları ile otururken, hafız-ı Kur’an olan eşime mevlid okutmayacağımı, o işten alınan paranın da doğru olmadığı görüşünde olduğumu zikrettim. Eşimin yakınları hocamızı ziyaret ettiklerinde meseleyi dile getirmişler. Hocamız: “Bizim Osman helal kazanır, helal yedirir.” buyurarak konuyla ilgili noktayı koymuşlar.

Evlilik hazırlıkları başlayınca, her idealist genç gibi Osman Efendi de evine koltuk almak yerine yer minderi yaptırmayı düşünür. Ancak nişanlısı onunla aynı fikirde değildir. Koltuk takımı alınmasını istemektedir. Aralarında bu konu halledilemez. Meseleyi hocamıza götürmeyi, o ne derse dediğini yapmaya karar verirler. Hacı Osman Amca, kendisinden emindir. Nasıl olsa hocamız koltuk yerine minderleri tercih edecektir diye düşünür. Ama bu meseleyi hocamıza nasıl açacak, kim söyleyecek acaba diye düşünürken iş başa düşer.

Hocaefendimizin huzuruna varırlar. Hoca Efendi: “Kızım nasıl istiyorsa evi öyle döşeyin.” der. “Ama efendim!” deyince, Hacı Osman’a dönerek: “İstersen odanın birini de minder döşeyebilirsin.” buyururlar. Hacı Osman Amca hatıralarına şöyle devam eder.

Hocamızla gittiğimiz ziyaretlerde, hocamızın yaptığı duaları ilk duyduğumda ezberlerdim. Aslında ben ilk duyduğum şeyi hemen hafızasına nakşeden birisi değildim. İlk duyduğum duaları ezberlemem hocamızın bana ikramı idi.

Mehmed Zahid Kotku hocamızla kutsal topraklara gittim. Birlikte hac farizasını ifa ettik. Arafat vakfesi için yola çıkılacağında, hocamıza; “Efendim müsaade buyurursanız ben Arafat’a yürüyerek gitmek istiyorum.” dedim. Hocamız da izin verdiler. Mahşeri bir kalabalık. Hacılar arabalarla, yürüyerek yollara dizildiler. Ben de yürüyerek Arafat’a vardım. Dünyanın en büyük çadır kentinin bulunduğu meydanda birini bulmak neredeyse mümkün değildi. İçimde bir endişe belirmeye başladı. Yürüyerek Arafat’a gelmiştim. Fakat hocamızı nasıl bulacaktım. Bu endişelerle yürürken; kendimi, Hocaefendi’nin çadırının önünde buldum. Çadıra girdim ve hocamızın elini öptüm. “Hoş geldin evladım.” diyerek yanına oturttu. “En güzelini Hacı Osman yaptı.” diyerek iltifatta bulundular.

Gurupta çok sayıda ilim adamı ve meşhur insanlar olduğu halde bu garibi alış verişle ve kurban kesim organizasyonu yapmakla görevlendirdi. Hoca Efendinin kerametlerinden birisini anlatayım:

“Bir gün Hocaefendi vaaz ediyordu. Bir yerinde vaazı kesti: “Sübhaneke’den ve Fatiha’dan başka dua bilmezler, bir de adam beğenmezler.” dedi. Vaazına devam etti. Vaaz bittikten sonra Hocaefendi odasına geçti. Ben de yanındaydım. Bir adam geldi. Müsaade istedi ve içeriye girdi:

  • Efendim! Özür dilerim. Ben cahillik ettim. İzin verirseniz sizden ders almak istiyorum, dedi.

Hocaefendiden ders aldı. Dışarı çıktığında o zata ne olduğunu, ne yaşadığını sorduk. Adam:

  • Bana Hoca Efendi’yi çok methettiler. Her pazar ikindi namazından sonra İskender Paşa camiinde sohbet ettiğini söylediler. Ben de Fatih Camii’ne ziyarete geldim. Aklıma geldi. İkindi namazını Fatih Camii’nde kılıp İskender Paşa Camii’ne geçerim diye düşündüm. İkindi namazının sünnetini kılarken Subhaneke ve Fatiha’dan başka bir şey aklıma gelmedi. Onlarla sünneti kıldım. Farzı cemaatle kıldıktan sonra İskender Paşa Camii’ne geldim. Hoca Efendi vaaz ediyordu. Biraz dinledim. Pek hoşuma gitmedi. Kendi kendime: “ Methettikleri adam da bu mu?” dedim. Tam kalkacağım zaman göz göze geldik. Hoca Efendi: “Subhaneke ve Fatiha’dan başka dua bilmezler, bir de adam beğenmezler.” dedi. Yerimden kalkamadım. Ben de hemen gelip kendilerinden ders aldım, dedi.

Hocaefendinin kerametleri çoktu, beraberinde bulunan insanlar her an bir kerametiyle karşılaşırlardı. Celal Ökten hoca ile ilgili olanını da anlatayım:

Rahmetli Celal Ökten Hoca hacca gitmek için müracaat etmiş. O günlerde hacca gitmek çok zor. Pasaport almak ayrı bir dert, izin almak ayrı bir dert. Pasaport için Ankara’ya dilekçe yazmış, evraklarını göndermiş. Pasaportun çıkıp çıkmayacağı belli değil. Pasaport gecikmiş.Mehmed Zahid hocamızı ziyaret etti. Odada üçümüz vardık. Celal hoca konuyla ilgili sıkıntıları dile getirdi. “Efendim! Pasaport gecikti. Gelir mi gelmez mi bilmiyorum. Hac ibadeti nasip olur mu? Onu da bilmiyorum.” dedi. Hafiften kendinden geçer gibi oldu. Sanki biraz kestirdi. Birden kendine geldi. Biraz da mahcup oldu.

Hocamız mütebessim bir şekilde: “Pasaportunu aldın mı?” diye sordu. Celal Hoca hem mahcup hem de hayretler içinde: “Aldım Efendim.” dedi.

Daha sonra öğrendik ki, Celal Hoca rüya görmüş. Rüyasında pasaportu eline vermişler.

Ziyaret sonrasında Celal Hoca’yı arabayla evine götüren arkadaşlara Celal Hoca Efendi: “Gençler hocanızın kıymetini bilin. Rüyalara bile tasarrufu var.” diyerek başından geçenleri anlatmış.

Bir gün; imam hatip lisesi temel atma töreni için Mehmet Zahid hocamızı davet etmişler. Celal Hoca Efendi’yi o gün götürenlerden birisi Hoca Efendimizin yanındaydı. Hocamız o arkadaşa: “Evladım, benim yerime siz gidin.” dedi. Muhatap olan zat ise: “Efendim, size söz verirler. Biz ne söyleyebiliriz ki?” dedi. Hocamız da: “Celal Hocanın size söylediklerini söylersiniz.” dedi. Ben de içimden: “Hemen Hocamıza, Celal Hoca’nın söylediklerini söylemişler.” diye geçirdim. Arkadaşa sordum, meğer kimse Hocamıza bu konuda bilgi vermemiş.

İş için Ankara’ya gideceğim zaman Mehmed Zahid Hocamıza uğrar, dualarını alırdım. Hocamızın selamlarını, varsa emanetleri, Hacı Annemizin hazırladığı emanetleri Ankara’da ikamet eden Mahmud Es’ad Coşan hocamıza götürürdüm. Hocamız çoğunlukla beni misafir ederlerdi.

Mehmed Zahid Kotku hocamızla tanıştığım günden itibaren İskender Paşa Camii’nde görev aldım. Her türlü hizmeti ibadet aşkı ile yapıyordum. Hocamızın vefatlarından sonra da hizmete ara vermeden devam ettim.

Bu konuyla ilgili olarak da Hacı Osman Efendi şöyle bir hadise anlatmaktadır: Rüyasında Mehmed Zahid Kotku hocamızı görür. İskender Paşa Camii’ndedirler. Caminin sıvaları dökülmüş harabe bir görünümü vardır. Hocamız: “Evladım camiyi yalnız bırakmayın.” buyururlar. Hacı Osman Efendi için bu bir görev olur, her sabah namazında İskender Paşa Cami’ine gitmeye gayret eder. Elinden geldiği, gücünün yettiği ölçüde hizmetlerine devam eder.

Mahmud Es’ad Coşan hocamız görevi devraldıktan sonra kendilerini yakından tanıyan, görevin ona verildiğine şahid olan Hacı Osman Amca, Es’ad Coşan Hocamızın da yanından ayrılmamıştır. Kendileriyle yurt içinde ve yurt dışında seyahatlere katılmıştır.           Her yerde hasbiliği ile öne çıkmıştır. Tekkede gençlerin Osman amcası, orta yaşlıların Osman abisidir.

Mahmud Es’ad Coşan hocamızla birçok yolculuk yapmışlar, onun da birçok kerametlerine şahid olmuşlardır. Onlardan birisi şöyle olmuştur:

Bir gece vakti, Mahmud Es’ad Coşan Hocamızla aile fertlerini Bursa’dan Ankara’ya götürürken dağ başında arabaları arıza yapmış. Problemi anlayamamışlar. Kimsede durup ne olduğunu sormuyormuş. Hocamız ellerini açıp dua etmişler: “Ey Allah’ın adamları bana yardım edin.” demiş. Biraz sonra bir kamyon gelip durmuş. Kamyondan bir adam inmiş. Arabayı incelemiş. Arızasını söylemiş. Arabayı kamyonun arkasına bağlayıp bir benzinliğe kadar götürmüşler. Tornavidayı çay kazanının ateşinde ısıtıp lehim yapmış. Arabayı çalıştırmış. “Sizinle ben de Ankara’ya kadar gelebilir miyim?” demiş. Hocamız arkaya geçmiş, O misafir de öne oturmuş.

Ankara’ya geldiklerinde; “Ben şurada ineyim.” demiş. Arabayı tamir ettirmelerini tembih etmiş. O’nu dediği yerde indirmişler. İndikten sonra Hocamız: “Bakın bakalım ne tarafa gitti?” diye sormuş. Hemen etraflarına bakmışlar. Kimseyi görememişler. Hocamız: “O Hızır (a.s.)dı, bize yardıma geldi.” demişler.

Hacı Osman Başpehlivan aileden birisi olmasından dolayı şahit olduğu ve yaşadığı güzelliklerin yanında bazı özel konulara da şahitlik etmiştir. Mehmed Zahid Kotku hocamız kendilerinden sonra yerlerine Mahmud Es’ad Coşan hocamızın geçeceğini kendisine söylemiştir.

Mahmud Es’ad Coşan hocamız da görüştükleri son umre seyahatinde kutsal topraklarda: “Yerimize oğlumuz Muharrem Nureddin geçecektir.” demiştir.

Rabbim yolunda daim, zikrinde kaim eylesin. Sırat-ı müstakiminden bizleri ayırmasın. Âmin.