Meslek, çeşitli kuruluşlarda benzer pozisyonlarda bulunan kişilerin yaptıkları benzer işleri ifade eden bir terimdir. En dar anlamıyla bireyin geçimini sağladığı ekonomik bir faaliyet olarak algılanan meslek, aslında bir yaşama biçimi ve toplumsal rollerin bileşkesidir.
Bireyin yaşama biçimini belirleyen yönüyle ele alındığında, tüm insanlığı kuşatan bir rolden, vazifeden söz etmek mümkündür. Yeryüzündeki ilk insandan, kıyamet sahnesine şahit olacak son insan nesline kadar her bir bireyin asla değişmeyecek vazifesi, kendisini var edene minnet duymaktır. Bu minnet duygusu, insana bir bilinç kazandırır. Bu bilinç de insanın hayatı yaşama biçimini belirler. Tıpkı dar manasıyla mesleklerinin insanların sosyal ve ekonomik hayatını şekillendirdiği gibi…
Sosyal hayatta bir faaliyetin meslek boyutuna geçmesi belli şartlara bağlıdır. Öncelikle söz konusu faaliyetin bir gelişime sebep olması ya da bizzat gelişimi sağlaması; sonrasında kendi alanındaki kurallara uygun olmasıdır. Aynı zamanda bu faaliyet esnasında bireyin arzu edilen değişimin önündeki engel(ler)i kaldırmak için enerji sarf etmesi beklenir. Ancak bu şartları taşıyan faaliyetler meslek kapsamında değerlendirilir. Dolayısıyla meslek, sağladığı gelişme sayesinde bireyin, toplumun ve insanlığın ilerlemesine katkı sunan faaliyetler olarak da anlaşılabilir.
Yukarıda insanlığın genel/değişmez vazifesi olarak tanımladığımız, bireyin tasarımcısına duyduğu minnet duygusunun işlevsel olabilmesi, faaliyet sahasında tezahür etmesine bağlıdır. Bu demek oluyor ki bireyin davranışlarının arka planında, niyet ve uygulama aşamalarında minnet duygusu saf/temiz bir halde başrolde olmalıdır. Bu duygunun himayesinde sergilenen davranışın değeri, bireyin ve toplumun gelişimine sağladığı katkı ile doğru orantılıdır. Davranışın uygunluğu ise tasarımcı irade tarafından bizzat belirlenen ölçüler içinde kalmasına bağlıdır. Bu şartları taşıyan davranış ortaya konduktan sonra da bireyden asıl hünerini ispat etmesi beklenir. Bu hüner, engel(ler)i ortadan kaldırma çabasıdır.
Minnet, faaliyet/davranış sahasında kulluk olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın doğasında bulunan, üstün/mükemmel bir varlığa bağlanma, boyun eğme ihtiyacı, psikologlar tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Dolayısıyla insan ya gerçek tasarımcısına ya da mükemmel olduğunu zannettiği bir başka varlığa kul olur.[1] Yani insanın, asıl vazifesinden imtina/istifa etme imkânı yoktur. Kulluk bağını en mükemmel varlıkla kurabilen insan, bireysel gelişim yolculuğunda emin adımlarla ilerler. Bu bağı gelip geçici varlıklarla kurmaya çalışan insan ise mesleğinde sürekli başarısızlıklarla boğuşan bir birey gibi sürekli yanlış durumlara düşmekten kurtulamaz. Ta ki “Ey insan! Bol kerem sahibi Rabbine karşı, seni aldatan nedir?”[2] hitâbını işitip idrak edene kadar.
Gelip geçici varlıklarla kurulan bağın temelinde yatan, insanın kendisini yaratıcısı ile bir görme halidir. Yani yaratıcısına kul olamayan insan aslında kendi arzularına kul olmaktadır. İnsanın terbiye edilmeyen arzuları, hevesleri basit faydalarla/menfaatlerle günü geçirmeyi kâr sayar. Dolayısıyla anlık haz aldığı varlıklarla bağ kurmaya yönelir. Bu durum yetenekleri ve ilgileri ile uyumsuz meslek seçimi yapmaya benzer. Bu seçimin ne başarı ne de mutluluk getireceği tecrübe edilmiş bir gerçektir.
Bu yanlış seçimin sebebi, insanın kendisini eksik tanımasından kaynaklanmaktadır. Yeteneklerinden habersiz bir kimsenin yapacağı isabetsiz meslek seçimi gibi, varlığındaki mükemmelliği idrak edememiş bir bireyin de yaratıcısı ile sağlıklı bir bağ kurması ve dolayısıyla kulluğunu yerli yerinde icra etmesi beklenemez. Oysa insandan beklenen neden yaratıldığına (ibretle) bir bakmasıdır.[3]
Yanlış seçimin bir diğer sebebi çevre faktörüdür. Kendisi ile uyumunu önemsemeden çevresinin beğendiği bir mesleği seçen kişinin başarı ihtimali, mesleğini bizzat tercih eden kişiye göre daha düşüktür. İşte bunun gibi çevresindeki insanların kınamasından çekinmek ve onların yanlışlarına tabi olmak da yaratıcı ile sağlıklı bir bağ kurmayı engeller. Oysa “(Dine aykırı olan işlerde) kendilerine uyulan (o peşinden gidilen günahkâr) kimseler, o gün azabı gördükleri vakit (kendilerine) uyanlardan hızla uzaklaşacaklar ve aralarındaki (yandaşlık ve liderlik gibi) bağlar kopacaktır.”[4]
Kulluk bağı bir hayat tarzını beraberinde getirir. Bağlanılan varlığın iradesi, bireyin hareket sahasını, sınırlarını belirler. Meslek olma şartı gereği, hayat tarzı çerçevesinde ortaya konulan davranışların bir gelişim vesilesi olması beklenir. Gerçek tasarımcı, insanın sürekli gelişmesini sağlayan bir hayat tarzı belirlemiştir. Bu hayat tarzında bireyin ve toplumun gelişimine yol açan her meşru eylem ibadet kapsamına girer ve maddi-manevi ödüllerle karşılık bulur. Bireyi ve toplumu bozguna uğratması muhtemel eylemler ise sınır ötesi kabul edilir. Meşru olmayan davranışlar ceza sebebidir.
Meslekte asıl hüner, gelişimin önündeki engel(ler)in aşılması için gösterilen çabadır. Kulluk icra edilirken, bireyin gelişmesini istemeyen birçok engelle karşılaşılır. Bu engellerin aşılması aynı zamanda bireyin mesleğinde/ seyr-i sülûkunda ilerlemesine, paye almasına vesiledir.
Yukarıda belirtilen şartların gerçekleşmesine engel olan durumlar, gelişime de engeldir. Bireyin kendisini tanımaması ve dolayısıyla ilahlaştırması, çevresindeki insanlardan çekinmesi ya da onları gereğinden fazla yüceltmesi sebebiyle, onlara tabi olması gibi sebepler, gelişimin yolculuğundaki yüksek setlerdir. Bir başka ifade ile bireyin kendisi, şeytan ve takipçilerinin adımları gelişimin önündeki en büyük engellerdir.
İlginç bir döngüdür ki bu engelleri aşacak irade yine kulluğa sarılmaktır. “Ey iman edenler! Sabır ve namaz/dua ile (Allah’tan) yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.”[5] Sabır, cesareti, metaneti kapsayan, irade beyan eden bir davranıştır. Namaz ise kulluk bağının somutlaştıran, kararlılık gerektiren, bireye yaratıcısını hatırlatan ve kulluğu yaşatan özel bir eylem/ibadettir. Birey her bir engelde, yaratıcısı ile olan bağını koruma ve güçlendirme niyet ve arzusunu beyan etmeli, asıl vazifesine, var oluşunun ana gayesine ihanet etmemelidir.
Meslek yapılanmalarını sağlam bir şekilde oluşturan toplumlar, gelişimlerini sürekli hale getirmiş olurlar. İsabetli meslek seçimi yapan bireyler ise psikolojik bir tatmin sağladıkları gibi özgüven noktasında da doyuma ulaşır, yakın çevreleri açısında güven kaynağı olarak algılanır.
Var oluşunun yegâne sebebi yaratıcısına karşı kulluğunu layıkıyla icra etmeye çalışan bireyler, iç dünyalarında huzura kavuşur ve bulundukları toplumun huzur kaynağı olur. Bu bireylerin oluşturduğu toplumlar da yeryüzünde huzur ve güvenin mekân kıldığı, canlı-cansız hiçbir varlığın zulüm görmediği ortamları imar eder. “Allah, kendisine saygı duyup emrine uygun yaşayanları, (bu) başarıları sayesinde (bütün sıkıntılardan) kurtarır. Artık onlara kötülük (azap) dokunmaz ve onlar mahzun da olmazlar.”[6]
İnsanlığın vazgeçilmezi olan yaratıcısına karşı duyduğu minnet ve sergilediği kulluk bir kimsenin sahip olabileceği en büyük değerdir. O’na kul olanlara selam olsun.
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] “Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını (putları, arzu ve hevalarını, yücelttikleri, sevip bağlandıkları şahısları, bazı varlık ve eşyayı, gizli veya açıktan sevip) O’na (Allah’a) denk hâle getirirler; tıpkı Allah’ı sever gibi onları severler, (böylece şirke düşerler, Allah yerine onlara bağlanırlar). (Hakiki) inanmışların Allah sevgisi (emirlerine itaat ve bağlılığı) ise daha kuvvetli (ve içtendir)…” Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 165
[2] Kur’an-ı Kerim, İnfitar Sûresi, 6
[3] Kur’an-ı Kerim, Tarık Sûresi, 5
[4] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 166
[5] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 153
[6] Kur’an-ı Kerim, Zümer Sûresi, 61