17 Mayıs 2024 / 9 Zilkade 1445

Nefsine Zulmetme (2)

 8656796720_4ac9efbf5c_h copy

Çocukları hiç izlediniz mi? Onlar için on tane beş kuruş, bir tane kâğıt on liradan daha değerli olmuştur çoğu zaman. Bunun sebebi, gerçekte hangisinin daha değerli olduğuna akıllarının ermeyişidir.

Rabbimizin ilmi karşısında bizim eksik aklımız ise bu örnektekinden daha düşük bir seviyededir. Biz, işin aslını bilmeden akıl yürütür, bazı şeylerin önemli olduğuna karar verir, düz yolda bile tökezleyip düşmeyi başarırız. Kısaca, birinin bize neyin daha değerli olduğunu bildirmesi gerekir. İşte tam da bu yüzden ulvi bir rehbere ihtiyacımız vardır: Yani Allah’tan gelen bir mesaja…

Kimisi bunu reddeder. Kendi sınırlı ve yıpranmış aklının kavradığına “gerçek” der. En baştan bataklığa saplanmıştır. Onu kurtarmak için uzanan elleri iter ve der ki: “Benim aklım bu bataklıkta ilerlememi daha mantıklı buldu! Siz karışmayın, çünkü ben daha iyi bilirim.” Bu benzetmenin başrol oyuncusu, hepinizin tahmin ettiği gibi, kâfirdir. Dünya, onun için kendisi kadardır. Koskoca âlemde kendi kapladığı mekâna sıkışıp kalmıştır. Kendine dönüp bakacak yeri bile yoktur. Bu yüzden nefsinin ihtiyacı ve nefsinin isteğini birbirinden ayıramaz. Sonuç olarak da hepimizin şahit olduğu üzere, bu dünya hayatında rahat bir nefes alamaz, hiçbir şeyde huzur bulamaz. Yüzeysel avuntularla, ölene kadar ölümden kaçarak mülteci gibi yaşar ve ölür. Buradan sonrasını Yüce Rabbimiz haber veriyor: “…İşleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız.” (Kehf Suresi-105) Kısaca; hesapsız cehennem! …

Bazılarımız da, Ulvi Rehber’i takip etmiş, bataklıktan kurtulmuştur. Ama bataklıktan kurtulmak, nefsi sağlama almak anlamına gelmez. Bizler her halükarda nefsimize zulmetmeyi biliriz. Nasıl mı?

Doktor hastalık için ilaç verir, hasta ilacı alır, bir içer iki içer ve rafa kaldırıp unutur. Sonra da der ki: “Hastalığım niye geçmedi?” Niye geçmediğini bilmek için doktor olmaya gerek yok. Reçetede yazdığı gün kadar kullanmadı ki, hastalığı geçsin…

Namaz beş vakit, dört değil! Birini kılmazsan nefsini miraçtan alıkoyarsın! Ruhun ahirete olan uyumluluğunu bozarsın! Bedenin için gereken şükrü yapmamış olursun! Ve en önemlisi, seni yaratan en harika tasarımcının talimatlarına uymamış olursun! Kısaca, nefsine zulmedersin.

Yine başka bir hastadan bahsedeyim: Doktor reçeteyi yazar, hasta ilacı alır, kullanmaya başlar. Bir içer, iki içer ve en sonunda, bu kadarı beni iyileştirmeye yetmez, deyip tüm ilacı bir dikişte bitirir. Sonucu tahmin etmek zor değil. Muhtemelen hastanelik olur.

Evet, kul nafile ibadetle Allah’a yaklaşır. Ama bazen de nafile ibadet kulu Allah’tan uzaklaştırır. Nasıl mı? Beş vakit namaza on beş daha eklersin, öyle olur ki namaz kılmaktan ayağa kalkacak halin kalmamıştır. Annen su ister, veremezsin; arkadaşın bir işinde yardım ister, yardım edemezsin… Yani işin özünde, o harika tasarımcının verdiği uygulama listesinden bir kısmını gereğinden fazla yapınca diğer kısmını yapmaya enerjin, zamanın, maneviyatın yetmez. Velhasıl nefsine zulmedersin.

Oysa bizi yaratan o harika tasarımcı, her konuda en adil ölçüleri zaten emir ve yasaklar olarak bildirmiş. Kendi kendimize emir ve yasaklar biçerek, neden nefsimize zulmediyoruz? Bırakalım, hangisinin değerli olduğunu, onu yaratan söylesin!

Dinlemek ve yerine getirmek!  İşte nefsimizi bizim zalim elimizden kurtaracak iki kelime!

Zehra Akın