30 Nisan 2024 / 21 Şevval 1445

Sorumluluk Duygusu Ve Değerler

 unnamed

SORUMLULUK DUYGUSU VE DEĞERLER

Sorumluluk duygusunun sınırlarını belirleyen kültürler, inançlar ve dini değerlerdir. Duyguların değere dönüşüp toplumun kalıbına uymasında temel etken kültürdür. Kültür için en basit tanımıyla, toplumun ortak kabulü olan değerler sistemi diyebiliriz. Bu değerlerden biri, toplumun ahlaki yapısını oluşturan dini değerlerdir. İnsanların yaşam felsefesini oluşturan kriterlerden biri de sosyal değerlerdir. Yazılı toplumsal kuralların yanı sıra kayda geçmemiş ahlaki normlar da toplumsal hayatı belirler. Kişi genel hayata dair bilgileri sosyal öğrenmeyle kazanır.

Bir insan içinde yaşadığı toplumun değerlerine, inanç sistemine, düşünce kalıplarına uzak duruyorsa kimliksizlik problemiyle karşılaşabilir. Toplumun değerlerine uymaya çalışırken diğer yandan da kişisel doğrularını baz alarak kendine özel bir dünya kurar. Şayet bu özel dünya olmazsa, kişi inisiyatifsiz kalır, kendini değersiz hisseder. Buradaki denge, insanın sorumluluklarını bilerek ve yerine getirerek ama toplum kurallarına ters düşmeden yaşamayı başarmasında gizlidir. Aksi halde ezilmişlik duygusuna kapılmak mümkündür. Tabi ahlaki kuralların belirleyiciliğinden bahsederken, hiçbir konuda kendi başına hareket edemeyen, tamamen bağımlı bireyleri tarif etmiyoruz. Her insanın bir özgürlük alanı olmalıdır, bu nedenle sosyal kuralları esneklik içermesi kaçınılmazdır.

SORUMLULUK VE VİCDAN

İç disiplin anlamına gelen vicdanın sınırlarını sorumluluk duygusu belirler. Vicdan insana yapması ve yapmaması gerekenleri gösteren bir bekçi, içeriden gelen bir uyarı sistemidir. Hepimiz hayat yolunda seçeneklerle ilerleriz. “A” , “B” seçeneği kolay ve zor tercihi, iyi ve kötü şıkları her zaman mevcuttur. Bu alternatifler içinden seçerek verdiğimiz kararlar, bizim bireysel tercihimizin sonucudur. Aslında hepimiz her gün, her olay karşısında küçük küçük hükümler veririz. Bu mekanizma işlerken içten gelen bir ses “dur” veya “devam et” der.  Bu iç eğilim sorumluluk duygusundan yardım alarak seslenir bize. Tabii gelen ses doğruysa… Zira vicdan iyi değerler gibi kötü değerleri de barındırabilir. Mesela, öyle insanlar vardır ki vicdanı cüzdanı ile özdeşleşmiştir. Vicdanında gelen ses, çıkarları yönündedir. Oysa gerçek anlamda vicdan, benimsenmiş kurallara, kanunlara iş yapmamaktır.

Vicdan, bir eğilim olarak her insanda bulunsa da nasıl bir şekle bürüneceği sosyal öğrenme ile belirlenir. Vicdanlı olmayı küçük yaştan itibaren “iç sorumluluk” bilinciyle öğreniriz.

MODERNİTE VE VİCDAN

Modernizm, vicdanın önemini unutturan, iç sorumluluk bilincini körelten sonuçlar üretti. Semavi dinlerin yayılmasından önce hakim olan pagan kültürü vicdan kavramını tam yerleştirememişti. Bunun sonucu olarak insan yakalanmadığı sürece hırsızlık yapabilirdi. Pagan dönemin bazı değerleri modern dönemde de ön plana çıktı. İnsanlar, kanunlara ters düşmediği taktirde gayri ahlaki davranışları mazur görür oldular. Ancak “istediğimi yapabilirim” düşüncesi, insanlar arasında toplumsal bağların zayıflamasına, yalan, şiddet, suç, bencillik, kana susamışlık gibi davranışların artmasına yol açtı. Hepimiz, sosyal yara haline gelen bu davranışların sonucuna katlanmaya mecbur kaldık. Peki çözüm nerede aranmalı? Bu  dejenerasyonun çözümü, kaybedilmiş değerleri vicdanı sorumlulukla yeniden kazanmaya çalışmaktır. Dış evreni ve iç dünyamızı yaratan güce karşı mesudiyet duymak, yazılı veya sözlü kurallara uymak vicdanı yeşertecektir. İnsan yazılı kurallara kanun korkusuyla uyar. Ama ilahi yasalara uyumun gereği iç disiplindir. Bu da vicdanla sorumluluğu yan yana getirmeyi gerektirir.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın Duyguların Psikolojisi kitabından alınmıştır