17 Mayıs 2024 / 9 Zilkade 1445

Tasavvufi Ve Edebi Eserlerde Hz. Osman b. Affan Efendimiz

DSC_1316

Tasavvuf, Kuran-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin hayatında takva, ihlâs, zikir, ibadet, taate ve zühde dair unsurların, taliplilerinin ruh ve nefis eğitimini temin etmek için marifet ve muhabbet üzere kurulu bir eğitim sistemidir. Fiilen Resulullah Efendimizin ve sahabilerin hayatından yaşanılır olan tasavvuf ancak hicri ikinci asırda, Resulullah Efendimiz ve sahabileri gibi olmaya azmetmiş zühd ve takva ehli kimselerin diliyle tasavvuf olarak isimlendirilmeye başlamıştır. Aşk ile marifetullah peşinde, dünyayı terk ederek diyar diyar gezen sufiler İslam dininin yayılması ve genişlemesinde çok mühim vazifeler icra etmişlerdir.[1]

Ashabın en büyükleri olan Hulefa-i Raşidin Efendilerimiz, tasavvufun dört ana kol üzere inşa edilmesinin öncüleridirler. Sıddıkiyye, Osmaniyye, Aleviyye ve Hz. Ömer’e nisbet edilen Ömeriyye isimlerini taşıyan ana tarikatler, düsturlarını Kur’an ve sünnet çerçevesinde belirleyip, sahabe-i kiramı referans alarak teşekkül etmiştir.[2]

Osmâniyye, Hz. Osman b. Affân’a nisbet edilmiştir. Şubeleri olarak Aşkiyye ve Nurbahşiyye Tarîkatları silsilelelrini Hz. Osman Efendimize dayandıran tasavvuf okullarıdır.[3]

Zikir bütün tasavvuf okullarının en önemli terbiye ve tezkiye aracıdır. Peygamber Efendimizle hususi yakınlıkları bulunan dört büyük sahabiye Resul-i Zişan Efendimiz tarafından telkin edilen zikir biçimleri hem kendilerinin şahsi farklılıklarına hem de onlara silsilebaşı sıfatı vermiş olan tasavvuf okullarının farklılıklarına işaret etmektedir.

Peygamberin öğretmiş olduğu zikir tarzlarından Hz. Ebu-Bekir’inkine (gizli zikir) anlamında “zikr-i hafi”; Hz. Ömer’in dille, nefesi tutarak vurgu ile yapılan zikre, “zikr-i lisani”; Hz. Osman Efendisizinkine, kalple yapılan zikir anlamında “zikr-i kalbi”; Hz. Ali’ninkine de yüksek sesle yapılan zikir anlamında, “zikr-i cehri” denilmiştir. [4]

Hz. Osman Efendimize Peygamber Efendimiz tarafından telkin edilen zikr-i kalbî’ye mesnet teşkil eden rivayete göre Hz. Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde otururken, Hz. Osman’ı oraya davet etmiş, o da davete icabet ederek Ümmü Seleme validemizin hanesine gelmişlerdir. Bu özel buluşmada Hz. Osman efendimiz huzuru nebeviden ayrılınca kendilerinde bazı kemalâtın kaybolduğundan şikâyet ettiler. Hz. Peygamber Hz. Osman’ı yanlarına davet edip, mübarek kulaklarına bazı sözler söylediler. O anda rengi değişti. Hz. Peygamber’in işareti üzerine karşısına geçip oturdular. “Bâtının tahliyesi” ile emir olunarak, karşılıklı yüz yüze sessizce oturup, harfsiz ve sözsüz, kalbî bir ifade tarzı ile kelime-i tevhidi Hz. Osman’a tâlim ettiler. Belirtildiğine göre Nurbahşiyye, Aşkıyye ve Hz. Osman’a müntehi olan tarikatlar bu usule riayet etmektedirler. [5]

Şimdi de Hz. Osman Efendimize eserlerinde yer veren tasavvuf erbabının sözlerini mümkün olduğunca nakledelim:

M. Zahid Kotku ra. Bir edep ve ibadet manzumesi olan tasavvufi eserlerinde edeb, haya, güzel ahlak timsali Hz. Osman Efendimizden çokça bahseder. Kah cömertliğinden, kah zühdünden, ibadet ve edebinden. M. Zahid Koktu ra. dört büyük halifeyi kendilerine pir edinmiş, silsilelerini onların isimleri ile başlatan mutasavvıfların ve irşad usullerinin tıpkı sahabiler gibi bir birlerinden farklı olduklarını belirtmiştir:

“tarikat şeyhleri (kaddesallàhu esrâharüm), sahabe-i kirâm (rıdvânullàhi aleyhim ecmaîn) hazretlerinin ikdamı üzere sülûk ederler. Sahabe-i kirâmın meşrebleri ise gayetle değişiktir. Çünkü onların bazısı, cemî malını infakta hiç tereddüt etmemiştir; Hazret-i Ebûbekir RA gibi. Ve bazısı yarı malını vermiştir; Hazret-i Ömer RA gibi. Bazısı şakayı, mizâhı sever; Nu’man RA gibi ki, onun mizahları çok ve acîbdir. Bazısı da mizaha hiç meyletmez; Hazret-i Osman RA gibi. Bunların hallerini bilenler, meşreblerinin değişik olduğunu da bilirler. Meşâyih-ı kirâm hazerâtının meşrebleri de böyledir Ve ekseriyâ bir şeyhin edebi, aynı işte bir diğerine uymaz.[6]

Muhterem Mehmed Zahid KOtku Rahmetullahi aleyh imanın kemalini üç şeye bağlar:

“  Razı olduğu halde, rızası onu batıla götürmez ve batıla sokmaz. Kızdığı vakitte, gazabı onu Hak’tan ayıramaz. Eline fırsat geçince, hakkı olmayan şeye elini uzatmaz.”

Bu vasıfları hilm sıfatı içinde bir araya getiren M. Zahid Koktu Ra. Hilmi kızdığı zaman gazabı yenmekten efdal bulur. Ona göre “gazabı yenmek, büyük bir külfete ve zorlanmaya muhtaçtır. Hılim ise, tabii bir yumuşaklıktır. Öyle külfete ve zorlamaya muhtaç değildir.”

Hilm sıfatının en büyük timsali olarak Hz. Osman Efendimizi gösteren M. Zahid Kotku ra. Der ki:

“Şakîler kendisini muhasara ettikleri vakit, ehl-i Medine kendilerine müracaatla o şakîleri dağıtmak üzere, her ne kadar ısrarla izin istemişlerse de, mübarek “benim hayatım için başka Müslümanların kanlarının dökülmesini katıyyen istemem” diyerek, kendisini kurtarmaya gelecek olanları da reddetmiştir. “Ben yaşayayım da başkaları ölsün,” buna hangi Müslümanın vicdanı razı olur. Zâten mukadder olan ölümden kurtulmak, kimsenin elinden gelecek bir iş olmadığı cümlece mâlumdur. Onun için Hazreti Osman radıyallahu anh hazretleri, Hakk’ın hüküm ve fermanına teslim olmayı daha uygun bularak, Müslümanlarm çarpışmalarını, dövüşmelerini istememiştir ki bu da, O’nun hilminin ne derece yüksek olduğuna yegâne delildir. Yoksa bir emir verseydi, bir anda İslâm orduları o şakîleri mahvetmeye kâfî idi. İşte bu kudret elinde iken yapmaması, hilmin iktizasıdır.”[7]

Merhum ve muhterem M. Es’ad Coşan ra. diyar diyar dolaşarak gönüller fetheden selefleri gibi İslamın yılmaz neferlerinden biri olarak, fetihler kapısını açan Hz. Osman Efendimizi şöyle anlatır:

“Hazret-i Osman zamanında öyle fitneler oldu ki, bir takım insanlar Medine-i Münevvere’yi bastılar, halifeye kan kusturdular. Hazret-i Osman’a ki Peygamber Efendimiz’in iki kızıyla peşpeşe yuva kurmuş, Peygamber Efendimiz’in damadı, ilk müslümanlardan, aşere-i mübeşşereden, cennetlik insan… Hazret-i Ali kapısında nöbet tuttu, ona bir zarar vermesinler diye. Fakat bir fırsatını buldular, bir vesileyle içeri girdiler, Hazret-i Osman’ı Kur’an okurken şehid ettiler. Şehid ettikten sonra da bir kaç gün cenaze merasimini yaptırmadılar, gömülmesine müsaade etmediler. Zalimler Medine’yi bastılar. Ahali kızıyordu ama bir şey yapamadı. Büyük bir fitne işte. Bu fitnelerde yanlış tarafta yer alan, katil olan gitti…[8]

Keramet Allah Teala Hz.nin seçkin kullarına mahsus ikramıdır. Hasisleri çok olan kerametin inakarcıları da çoktur. Muhterem M. Es’ad Coşan ra. Hz. Osman Efendimizin bir kerametinden misal vererek, edep ehli mu’terizleri ebediyen susturuyor:

“Bakın Hazret-i Osman Efendimiz, yanına gelen bir sahabiye: “Ey filânca, senin gözünde zinâ izi görüyorum!” diyor. Çünkü, yolda gelirken nâmahreme bakmış. O da şaşırmış; “Peygamberlik kesilmedi mi yâ Osman, yâ emîrel mü’minîn?” demiş. [9]  Hz. Osman:

Hayır! Ondan sonra vahy yoktur. Fakat bâsiret, burhan ve doğru feraset vardır. (Yani ben basiret ve ferâsetimle bunu anladım).[10]

Kesildi peygamberlik… Peygamber Efendimiz Hâtemün Nebiyyîn ama; Allah sevgili kullarına işte böyle kabiliyet veriyor. O kimsenin gözünün harama baktığını anlayabiliyor.[11]

Muhterem M. Es’ad Coşan ra. Kendisine yöneltilen bir soruya Hz. Ebu Bekir ve Hz. Osman Efendilerimizi misal göstererek derviş tanımına açıklık getiriyor:

“Biz, “Bir lokma, bir hırka!” demiyoruz. Büyüklerimiz de dememişlerdir. Ama, dervişlerin arasında bu kanaatte olan insanlar olmuştur. Biz tasavvufun esası olarak, “Kur’an-ı Kerim’e ittibâ, sünnet-i seniyyeye ittibâ ve ahlâk-ı hamideyi elde etmek, ibâdet ve taati yapmak…” diyoruz.

Sahabe-i Kiram’ın zengini de vardı, fakiri de vardı; paralısı da vardı, parasızı da vardı. İlle parasız olacak diye bir şey demiyoruz biz… O tasavvufun genel vasfı değildir. Bazı şahısların görüşleri o tarzda olmuş olabilir. Bizim büyüklerimiz o tarzda değildir. Meselâ, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz ki, silsilemizin başıdır, zengindi. Osman-ı Zinnûreyn Efendimiz zengindi. Sahabe-i Kiram’dan zengin kimseler vardı. Tabii bu zenginlik onlarda para ve dünya hırsı tarzında değildi. Allah rızası için çıkartıp hepsini verebiliyorlardı. Kazanç yerleri helâldi ve sarf yerleri olduğu zaman, onu da sarf ediyorlardı. Peygamber Efendimiz de öyle yapmıştı. Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz’in yoludur. Herhangi bir ifrat, tefrit ve saplantı yoktur.[12]

İslam dininin en büyük âlimlerinden İmam-ı Gazali Hz. De eserlerinde Hz. Osman Efendimizden ve vasıflarından bahsetmiştir. Nakşibendi büyüklerinden Ebu Ali Farmedî Hz.nin müridi olduğu belirtilen Gazali’yi bir mutasavvıf olarak kabul etmek yanlış olmasa gerektir.

Hz. Osman Efendimiz daimi surette Kur’an ile meşgul olur ve neredeyse aralıksız Mushaf-ı şerifi okurlardı. O kadar ki şehid edildiklerinde mübarek kanları ile suladıkları Mushaf çok okunmaktan aşınmış bir haldeydi. Buyurmuşlardır ki:

“Eğer kalplerimiz temiz olsaydı, Rabbimizin kelamına doyamazdık. Ben Kur’an okumadığım bir günümün geçmesini istemem” [13]

Gazali bir nevi zikir olan Kur’anı çokça okumak bahsinde çokça Kur’an okuyan Hz. Osman Efendimizi misal verir:

“ashâb (r.a), Kur’an’ı hiziplere ayırmıştır. Haftada bir hatim indiren bir kimseye gelince, Kur’an’ı yedi kısma ayırmalıdır. Rivayet ediliyor ki, Hz. Osman (r.a) Cuma gecesi Bakara sûresinden başlayarak, Mâide sûresinin sonuna kadar okuyordu. Cumartesi gecesi En’am sûresinden Hûd sûresine kadar okuyordu. Pazar gecesi Yûsuf suresinden Meryem süresine kadar okuyordu. Cumartesi gecesi Taha sûresinden Hz. Musa ile Firavun’dan bahseden Kasas sûresine kadar okuyordu. Çarşamba gecesi Zümer sûresinden, Rahmân sûresine kadar okuyup, Kur’an’ı hatmediyordu.[14]

Hz. Mevlana’ya talebesi şeriat, tarikat, hakikat, marifet mefhumlarının manasını sual ederek, bunların hakikatini öğrenmek arzusunda olduğunu söyler. Hz. Mevlana talebesine “falanca mescide git. Orada dört kişi bulacaksın. Herbirinin ensesine birer tokat indir ve olanları gelip bana anlat der”. Mürid gider ve gelir, manzarayı hikâye eder. “Birincisine emriniz üzere attığım tokadı fazlası ile geri aldım” der. Hz. Mevlana “işte o şeriat ehliydi” der. “İkincisi tokadın ardından davrandı ancak la havle çekerek yerine oturdu”, “işte o da tarikat ehliydi”. “Bir sonraki tokadıma derin bakışlarla cevap verdi” “işte bu hakikat ehlidir”. “sonuncusu ise ne bana ne de tokadıma itibar etti” “işte bu da marifet ehlidir”. Hz. Mevlana ile müridi arasında geçenler Hz. Osman efendimize dair şu hadiseyi hatırlatır ki İmam Gazali nakleder:

“Mahreme b. Nevfel b. Vehb el-Zührî, Medine’de bulunuyordu. iki gözü kör, yaşlı bir ihtiyardı. Bir gün bilmeden mescidde abdes bozmaya kalktı. Nuayman b. Amr, yerinden kalkıp onun yanına geldi. Onu mescidin bir kenarına çekerek “İşte burası uygundur” dedi. Yaşlı adamı bu uygunsuz halde görenler onu azarladılar. O da “Beni bu yere kim getirdi?” diye öfkeyle sordu,  “Nuayman b. Amr ” dediler. İhtiyar “Benim başıma getirdiğini Allah da onun başına getirsin” diye bedduada bulunduktan sonra “Dikkat ediniz! Bu benim Allah için üzerime nezr olsun ki onu elime geçirirsem, şu bastonumla ona öyle bir darbe vuracağım ki, ölünceye kadar unutamayacak” dedi. Böylece bir zaman geçti, Mahreme de olanları unuttu. Sonra bir gün Hz. Osman mescidin bir tarafında namaz kılarken Nuayman, Mahreme’nin yanına giderek “Nuaymandan intikam almak istiyor musun?”dedi ve kolundan tutarak onu Hz. Osman’ın arkasına götürdü ve “İşte Nuayman budur” dedi. Hz. Osman namaz kılarken hiç bir şeyden haberi olmazdı. Mahreme iki eliyle asasını tuttu ve bütün gücüyle Hz. Osman’ın kafasına indirdi. Hz. Osman’ın kafası yarıldı. Halk “Sen ne yaptın. Mü’minlerin Emîri’ne vurdun” dediler. Bu olanları işiten Zühre oğulları Nuayman’dan intikam almak istediler, fakat Hz. Osman, onlara “Bırakın o Bedir ashabındandır” dedi[15]

İslam’ın büyük alimlerinden İbn-i Hacer el-Askalânî ise Münebbihatında Hz. Osman’dan çok mühim nasihat ve vecizeler nakleder:

“Hazret-i Osman RA da diyor ki:

1. Dünya kaygısı kalbe zulmettir. Karanlıklar getirir kalbe… “Allah kerim; ne yapalım, bugün de böyle oldu.” demek lâzım!

2. Ama ahiret kaygısı, “Yâ Rabbi, ahirette halim ne olacak benim, acaba?.. Bu kadar günahlarım var, kabahatlerim var… Bu hisabın karşısında, ben nasıl hesap vereceğim yâ Rabbi?..” diyerek, kaygı duymak kalbde nurdur.[16]

Hazret-i Osman RA diyor ki:

1. “Her kim dünyanın zinetlerini terkederse; Allah onu sever.”

2. Her Kim ki günahları terkederse; melekler onu sever.”

3. Bir de müslümanların varlıklarından ümidini kesmek; gözünü kesmek, elini kesmek… İstememek, tamahı kesmek, “Bana yardım ederler; şöyle derler, böyle ederler…” demeden eziyeti terkederek kimseye ağırlık olmaz ise Onu da müslümanlar sever.[17]

Askalani Hazret-i Osman RA’dan nakillerde bulunmaya devamla:

“İbadetin tadını dört şeyde buldum:

1. Allah’ın farzların edâ etmekte…

2. Allah’ın haramlarından ictinab etmekte, kaçınmakta…

3. Emr-i ma’ruf yapmakta…

4. Allah’ın gadabından korkaraktan münkerattan nehyetmekte…

Yine Hazret-i Osman RA’dan:

“Dört şeyin zâhiri fazîlet,bâtını farzdır:

1. Salihlerle oturup kalkmak fazîlettir; onlara iktidâ farzdır.

2. Kur’an okumak fazîlettir; dedikleriyle amel etmek farzdır.

3. Kabir ziyareti fazîlettir; fakat mezara gitmek için hazırlanmak farzdır.

4. Hasta ziyareti fazîlettir; ondan ders almak, vasiyet almak da farzdır.”

Herkesin vasiyeti yanında olmalı!.. Vasiyetsiz ölenler ahiret âleminde konuşamazlar.[18]

Hazret-i Osman RA’in sözü:

“Beş vakit namazı muhafaza ve ona devam edenlere, Allah-u Teâlâ dokuz keramet ihsan eder:

1. Onları sever.

2. Bedenleri sıhhatli olur.

3. Melekler onların muhafazasına memur olur.

4. Bereket evlerine nâzil olur.

5. Yüzlerinde salihler siması görülür.

6. Kalbleri yumuşak olur.

7. Sırattan şimşek gibi geçerler.

8. Cehennemden de Cenâb-ı Hak onları korur.

9. Cennette de peygamberlerin civarında olurlar.”

Allah nasib etsin inşaallah…[19]

Osman RA da diyor ki:

On şey zâyiattandır:

1. Kendisinden soru sorulmayan alimin ilmi zayiattandır.

2. Amel edilmeyen ilim de zayiattandır.

3. Adam doğru söylüyor, doğru yol gösteriyor ama, kimse kabul etmiyor onu… O da zâyiattandır.

4. Silâhın var ama kullanmıyorsun, kullanamıyorsun; o da zayiattandır.

5. Mescid var, içinde namaz kılan yok; o da zâyiattandır.

6. Evde mushaf duruyor ama, okuyan yok; o da zayiattandır.

7. Mal var ama infak yok; o da zayiattandır.

8. At var ama binen yok; o da zâiattandır.

9. Bir de zühd ilmine vakıf ama, maksadı karnını doyurmak, onunla dünyayı murad ediyor; onun da kıymeti yok…

10. Bir de çok uzun ömrü var ama, ahirete bir hazırlık yapmamış; o da zâyiattandır.[20]

Miftah’l-Kulup eserinin yazarı tasavvufi ıstılah içinde zikredilen kutuplar bahsinde der ki:

“Resullülah efendimiz —Allah ona salât ve se­lam eylesin— hürmetine, geçen asırlardan her birinde ne kadar resul ol­duysa, şimdiki asırlarda dahi, her birinin varisi olarak bir velî zuhur eder. Onlar Kutuplar kutbu adı ile anılır. … Böyle bir kimse, re­sullerin varisidir, Resullah efendimizin de vekilidir.

En Büvük Gavsa (Gavs-ü Azam) İsmi verilir. Bu Hazret-i Ebu Bekir’in vekilidir. Diğer birine de şu isim verilir (Sırrı-ı Hilâfet).. Bu dahi, Hazret-i Ali’nin vekilidir. Anlatılanlardan başka; tasarrufsuz, irşad vazifesi olmadan, bazı asır­da iki bazı asırda dahi dört zat bulunur. Bunlara Ehlüllahın Kâmilleri (Kümmeliyn-i Ehlüllah) Tabir edilir. Bunlar da safiye sıfatı ile muttasıf zatlardır. Bunlar, Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın vekilleridir; Allah ikisinden de razı olsun.[21]

İmam-ı Rabbani Ahmed Faruk Serhendi ra. Mektubatında Hz. Osman Efendimizin en büyük hizmetinden bahisle buyurur ki:

“Kur’an-ı kerimi ve islâmiyeti bizlere bildiren, Eshâb-ı kirâmdır. Onlardan biri kötü olursa, Kur’an-ı kerim, sağlam olmaz. İslâmiyete güven kalmaz. Kur’an-ı kerimi, Osman topladı. Osman için, dil uzatılırsa, Kur’an-ı kerime dil uzatılmış olur. Zındıkların böyle îtikatlarından Allahü teâlâya sığınırız! Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıklar, muharebeler, nefslerine uyarak değildi. Onların mübârek nefsleri, insanların en iyisinin sohbetinde bulunmakla, kalbleri cilâlıyan sözlerini dinlemekle, tezkiye bulmuş, emmârelikten kurtulmuştu. Nefslerinde, islâmiyete uymıyan istek kalmamıştı. Şu kadar biliyoruz ki, Emîr (Hz. Osman) haklı idi, Ona karşı duranlar hatâ etti. Fakat, bu hatâları, ictihâdda yanılma idi. İctihâd hatâsı, fısk, günah değildir. Hattâ, ayblamaya bile izin yoktur. Çünkü, ictihâdda hatâ edene de, bir sevap vardır.”[22]

Şî’î mezhebinin müçtehitlerinden birine sordular ki: “Kur’an-ı Kerim’i Osman toplamıştır. Onun toplamış olduğu, bu Kur’an için ne dersiniz?” Dedi ki “Ona bir kusur bulmakta, hiç fayda göremem. Çünkü Kur’an-ı Kerim’e dil uzatılırsa, din yıkılır dedi.[23]

Bursa’nın ulu şeyhi Hz. Üftade “Hepsi de kâmil olmakla birlikte Hz. Ebu Bekir’in marifet yönü, Hz. Ömer’in şeriat yönü, Hz. Osman’ın tarikat yönü, Hz. Ali’nin de hakikat yönü galiptir” demiştir. [24] İmam-ı Rabbani Hz. mürşidi Bakibillah Kabulî ks. yazdığı mektuplardan birinde Hz. Osman Efendimizin makamına dair müşahedesini anlatıyor:

“Bu makâmın hazret-i Osmân-ı Zinnûreynin makâmı olduğu, diğer halîfelerin de buradan geçtikleri anlaşıldı. Bu makâm tâlibleri yetiştirmek ve irşâd etmek makâmıdır.[25]

İlk mutasavvıflardan olan Ahmed-i Yesevî Hz. Hikmetlerinde Hz. Osman’la ilgili olarak şunları söyler:

“Üçüncü dostu yâr olan hayâ sahibi Osman’dır

Her nefeste yâr olan hayâ sahibi Osman’dır

Hak Resûl’ün damadı dinimizin adabı

Kölelerin azad edicisi hayâ sahibi Osman’dır

Okuduğu şâtibi ayet hadis kâtibi

Minber üstünde hatibi hayâ sahibi Osman’dır

Münâcâtı kûh-ı Tûr aldıkları iki nur

Dedikleri bütün inci hayâ sahibi Osman’dır

Çoklar gelip yaya koymadılar şehzâde

Şehid eylediler orada hayâ sahibi Osman’dır

Tarif eyledin Osman’ı Hoca Ahmed sen onu

Yoktur şüphesi gümanı hayâ sahibi Osman’dır13[26]

Peygamber aşığı Hz. Osman Efendimizin bahsi aşkı dervişana öğreten Yunus Emre’nin şiirlerinde de yer bulur:

İy dünyâya aldanan hayırla ihsân kanı

Unutdun âhireti şefkatla îmân kanı

Kimde ki şefkat vardur rahmet dahı andadur

Şimdi bir gönli açuk sünnî müsülmân kanı

İbrâhîm Halîl geldi Ka‘be’ye bünyâd urdı

Oglına bıçak çaldı İsmâîl kurbân kanı

Şeddâd bir uçmak yapdı Nemrûd göge ok atdı

Kârûn’ı da yir yutdı Âdil Nuşirvân kanı

Kim ki istedi buldı kullugı tamâm oldı

Key Mısr’a sultân oldı Yûsuf-ı Ken’ân kanı

Resûl Mi‘râc’a agdı gökden yire nûr yagdı

Habîb’üm diyü ögdi ol Fahr-ı cihân kanı

Ebubekr ile ‘Ömer yüzlerinden nûr tamar

Sînesi tolu Kur’ân Osmân-ı Âffân kanı[27]

Hz. Mevlana mesnevisinde sık sık dile getirdiği gibi bir mürşide intisab etmenin gerekliliğinden bahsetmek üzere Rıdvan biatını anlatır. Malumdur ki bu biat Hz. Osman Efendimizin şehid olduğu haberi üzere yapılmış ve Allah Teâlâ da Fetih suresi 18. Ayette bahsedildiği gibi Rıvdan biatına katılanlardan razı olmuştur. Rıdvan Allah’ın razı olduğu demektir.

Sufiler, bu biata büyük bir önem, verirler. Onlarca tarikata giren salik, şeyhin elini tutmakla bu biat ehlinden olmuştur. Şeyhin eli, şeyhten şeyhe gide gide pire ve nihayet Peygamber Efendimize dayanır ki onun eli de hakikatte Allah’ın elidir. Hattâ bu inanış, “El ele, el Hakk’a” sözüyle ifade bulur. Mevlana bu inancı şöyle anlatır:

“Kendine gel de o kaba ve haşin yiyiciler bölüğünden kaç. “Seni biz koruruz” diyen Tanrı’ya sığın.

Yahut da o koruyucuya koşup kurtulmak elinden gelmiyorsa o koruma sıfatını kazanan kişiye kaç.

Elini pirden başkasına verme. Pirin elini tutan Tanrı’dır.

Kamil bir aklı, aklına arkadaş et de aklın, o kötü huydan vazgeçsin. Elini onun eline verdin mi yiyicilerin elinden kurtulursun.

Tanrı, “Tanrı eli onların ellerinin üstündedir” dedi ya, işte senin elin de o biat ehlinin eli olur.

Elini pirin eline verdin, o her şeyi bilen ulu pire uydun mu, kurtuldun demektir.
Çünkü o, ey mürit, vaktinin peygamberidir… Peygamberin nuru ondan zuhur eder.
Ona uydun, onun elini tuttun mu Hudeybiye’de bulunup Peygambere biat eden sahabeden olursun.

Cennetle muştulanan o on kişiden sayılırsın, halis ve potada erise bile ayarı düşmez altına dönersin.[28]

Hz. Mevlana eserinin bir başka kısmında Hz. Osman’ı meşhur minber hadisesi ile anar:

“Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.

Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa, Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.

Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu.

Herzevekilin biri ona sordu: “Halk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.

Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”

Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.

İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!

Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı… O padişaha benzememe zaten imkanı yok.”

Sonra Hz. Mevlana der ki: Hisle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker… Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar! Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur… Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!”. Bu sözlerinden sonra yine Hz. Osman Efendimizin hiç konuşmadan oturmasına rağmen Müslümanların gönüllerine olan büyük tesir ve tasarrufundan bahseder:

“Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.

Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!

Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!

Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı… Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı![29]

Çâr Yâr-i -Güzin Efendilerimiz edebiyatımızda, na’tler kısmında anılmış, insanlara misal olan seçkin vasıflarıyla yahut onlara olan sevgi ve özlemle yâd edilmişlerdir. Mesela Şeyh Galip dört büyük sahabiyi birbirinden ayırmadan der ki:

Ben Âl-i resûle cân-sipâr”m billâh

Dâmân-” mahabbetde gubâr”m billâh

Bû bekr-i Ömer Osmân u Alîdir _âh”m

Hâk-i kadem-i cihâr- yâr”m billâh[30]

Süheylî ise divanından onlardan medet umarak yüzsuları hürmetine affedilmeyi arzu eder:

Dîvâr-ı dîne sâlis olan rükn-i muhterem

Pîr-i huceste hazret-i ‘Osmân-ı zü’l-hayâ[31]

Ebû Bekr ü ‘Ömer ‘Osmân-ı zi’n-nûreyn hakkıyçün

‘Aliyyü’l-Murtezâ şâh-ı velâyet mahrem-i Zehrâ

İki şeh-zâde-i ‘âlî cenâbuñ nûr-ı pâki-çün

SÜHEYLÎ mücrimi mahşer deminde eyleme rüsvâ

Refîk idüp aña îmân ü Kur’ân’ı Hudâvendâ

Dem-i âhirde zikr-i fikrüñe kıl kalbümi me’vâ[32]

Vahyi de kurtuluş çerağı oldukları Resulün dilinden müjdelenmiş ashabın şefaatiyle halas olmayı ümid edenlerdendir:

Yâ Rab be-hakk-ı hilm-i ‘Osman

Yâ Rab be-hakk-ı nûr-ı îman

Yâ Rab be-hakk-ı âl ü ashâb

Yâ Rab be-hakk-ı cümle ahbâb

VAHYÎ-i ġarîb-i dil-figâra

Bâzû-yı derûnı dâġdâra

Lutf u kerem ile rahmet eyle

Âteşlere yakma şefkat eyle[33]

Meşhurî divanında Hz. Osman Efendimizi şu beyitler ve şu nitelikleri ile zikreder:

Hem birisi de Hazret-i Osmân

Vasf-ı sâmîsi câmi’ü’l-Kur’ân

Menba’-ı ilm ü hilm ü şerm ü hayâ

Melce-i lutf u cûd u mihr ü vefâ

Emr-i dîni kemâliyle ârif

Zâhir ü bâtına dahi vâkıf

Râh-ı takvâya çünki oldu delîl

Oldu İslâma ol dahi iklîl[34]

Edirneli Kâmî merhum Hz. Osman Efendimize “Der Menkabet-i Menâr-ı Nûreyn” başlığı altında müstakil bir yer ayırmıştır:

Bû-Bekr ü ‘Ömer çekince dâmân

Oldı kamerine sâlis ‘Osmân

Bedreyn ile fahr iden felekler

Zi’n-nûreyne olur mı hem-ser

Nâl-i kalemi ki rişte-i cân

Şîrâze vü فيتن Kur’ân

‘Azmi ki binâ-i dîni terfî‘

İtdi harem-i şerîfi tevsî‘

Dendânını şedd idüp ser-â-ser

Zer-târa dizdi lü’lü’-i ter

İfrât-ı hayâdan ol ruh-ı âl

Sad-berg-i güle dönerdi fi’l-hâl

Meşhûr idi hüsn ü hulkı anuñ

Girmişdi kulûbına cihânuñ

Gel gör ki dem-i nihâyetinde

Ya emr-i Hudâ şehâdetinde

Olmışdı bütün cihân diger-gûn

Da‘vâ-yı demiyle garka-yı hûn

Rûhı olıcak resîde hûr

İtdi cesedi Nakî’i pür nûr[35]

Ahmedî meşhur eseri İskender-nâme’de Hz. Osman Efendimizin halifelik dönemini, fetihlerini, çıkan fitne akabinde şehid oluşunu “Zikr-i Hilâfet-İ Osmân Bin Affân” bölümünde anlatır:

Pes hilâfet oldı Osmâñuñ yakîn

Girdiler hükmine anuñ ehl-i dîn

Rûzigârında_oldı anuñ Yezdecird

Kim Acem olmışdı aña cümle gird

Anda alındı kamu mülk-i Acem

Feth oldı_Astahr u dahı mülk hem

Dîne giricek Mu’âvye anı Resûl

İtmiş-idi vahy yazmaga kabûl

Vahy yazarken hıyânet düzdi ol

Âl-i İmrânı_Âl-i Mervân yazdı ol

Çünki peygamber hıyânet gördi_anı

Lâ-cirem kim ol yöreden sürdi_anı

Oradan merdûd olmışdı müdâm

Tâ olınca ümmete Osmân imâm

Çün hilâfet tahtına oturdı ol

Anı yüce mansıba yitürdi ol

Anuñ-ıçun halk bed-dil oldılar

Katline_anuñ cümle kāil oldılar

Çoh bahâne dahı_idüp n’idem saña

Katli vâcibdür didi cümle aña

Girdiler evinde anı dutdılar

Hancer ü kılıc-ıla katl itdiler

On iki yıl çün hilâfet itdi ol

Yirini virüp Alî’ye gitdi ol  [36]

Aşık Paşa’nın dilinde “Yüz suyı ‘Osmân’da hem artar-ıdı / Kendü cismin kendüden örter-idi[37]” beytiyle tevazuu dillendirilen Hz. Osman Tuhfet-ül Uşşak da uzunca anlatılır:

Be-ism-i Osmân

Ne fazîlet ne velâyetdür bu

Nice fersah yir ola ana bedîd

Buldı esrâr-ı İlâhîye vukûf

Olalı câmi-i Kur’ân-ı mecîd

İşigi hısn-ı hasîn-i ashâb

Kapusı ehl-i dile sedd-i sedîd

Nîzesinde görinür lâle gibi

Kana yunmış ser-i küffâr-ı anîd

Yâd-ı Kur’ân ile genc-i manâ

Açmaga kıldı lisânını kilîd

Hilminün gâyeti yokdur hergiz

Hâmeler eyleyümezler tesvîd

İki kez olmasa dâmâd-ı resûl

Kimler olurdı hayâsına şehîd

Nazar it âkıl isen bu beyte

Ola tâ ism-i şerîfini müfîd

Çeşmi üstinde gören zülfini pîç

Yaraşur hâl-ı ruhın görmese hîç [38]

Lamii de onu Ferhadnâme’sinde anar:

Üçünci server-i dîn şeyh-i Kur’ân

Sipehr-i fazl Zi’n-nûreyn ‘Osmân

Hayâ vü hilm idi zâtı musavver

Hayâsından utanurdı melekler

Cemâli mihr ü mehden enver idi

Peyamber Yûsuf-ı sânî dir idi

Ururken sıbgatu’llâh ile ol dem

Deminden sıbgatu’llâh oldı ol dem

Çün evvel kârı Kur’ân-ı Hak oldı

Pes âhir demde kurbân-ı Hak oldı

Mübârek başı tensüz idüp ezber

Temâm itdi kelâmu’llâhı yekser

Ol idi mahzen-i esrâr-ı Kur’ân

Ol idi matla’-ı envâr-ı Kur’ân

Ne Kur’ân heft-sub‘-ı sırr-ı eflâk

Ana ma‘lûm idi çün safha-i hâk

Çü techîz itdi ‘ûsret ceyşini ol

Bitürdi evvel âhir işini ol

Ne kim itdi ise i‘lân u isrâr

Didi hep yarlıgandı Fahr-ı ahyâr

Nübüvvet mahzeninden zî-sa‘âdet

Ana irdi iki dürc-i siyâdet

Virürdüm olsa sâlis didi Âhmed

Zihî şân u zihî kadr-i mümecced

Virüp hem nısf-ı mâlini temâm ol

Erûme bi’rin itdi vakf-ı ‘âm ol

Buyurdı oldı diyü ol ruhı nûr

Zünûbı evvel ü âhirde magfûr[39]

 

“Der Sıfat-I Emîrü’l- Mü’minîn ‘Osmân Raziyallâhü ‘Anh” başlığı ile Hz. Osman efendimizi anlatan Lârendeli Hmadi bey onu Leyla vü Mecnun mesnevisinde ağırlar:

Biri ‘Osmân ki zi’n-nûreyndür ol

Enîs-i server-i kevneyndür ol

Sipeh-sâlâr-ı sultân-ı tarîkat

Vilâyet-gîr-i iklîm-i hakîkat

Degüldür hilmi kûhından anuñ kâf

Buçuk dirhem kadar iy ehl-i insâf

‘Ale’t-tertîb Kur’ânı idüp cem‘

Cihâna nûr virdi nitekim şem‘

Hadîsidür Resûlüñ hem mu‘ayyen

Ki şerm ider melâ’ik gökde andan[40]

 

Mesnevi-i Muradiyesinde Mu’înî Hz. Osman Efendimiz hitap ile ona iltica eder:

Lutf it iy ‘ Osmân-ı îmân u emân

Pür hayâñ-ıla żiyâdur her zamân

Cem‘ idüp Kur‘ânı sen kılduñ çü żabt

Cânuña Kur‘ânda var Rahmâna rabt

Mustafâ ashâbı içre nûrsın

Nûr-ı Kur‘ân-ıla key ma‘mûrsın

Lutf-ı hilmüñ toldı ‘âlem ser-te-ser

Taşa eylerseñ nazar taşar güher

Kıl nazar bu göñlümüz taşına da

Tâ güherler taşura taşına da[41]

 

Peygamber Efendimizin hayatını edebi bir üslub içinde ele alan Zâdü’l-Meâd’da Hz. Osman Efendimiz mescidin genişletilmesi hadisesi ile birlikte anlatılır:

Kim diledi mescidin âbâd ide

Ehl-i dini gussadan âzâd ide

Çün bu hâlet oldı Osman’a ‘ayân

Bu iş içün olda cehd itdi hemân

Aldı bir bostan hurma pür-şecer

Mescide gerek ola diyu meğer[42]

…..

Hey’etidür bu anuñ ol can degül

Sen anı Osman sanursın yâ Resûl

Hey’etidür bu anuñ degüldür ol

Eyle görinür saña gerçi bu dem

İlle kim bu ol degül î muhterem

Anuñçün oldı zinnureyn ad

Aña her yirde anuñla oldı yâd

Didi yine yidi gök ehli tamâm

Utanur Osman’dan i nîknâm

Zire kim halkdan u Hak’dan ol güzîn

Daima utanuridi î Emin

Anuñiçün halk-ı âlem serteser

Andan utanuridi î pür-hüner

Didi peygamber ki Osman’dan suâl

Eyleyüp didümki î ferhunde fâl

Ne sebep oldı ki saña bu makâm

Virilüp bunda karâr itdüñ müdâm

Pes didi Osman kim î Şâh-ı din

Dün namazıdır sebep buña hemin

Dün namazın kıluram budur sebep

Bu makâmı virdügine baña Rab

Sana dahi hâcetise ol makâm

Giceler yatup uyuma kıl kıyâm[43]

 

Kemâl ehlini yine kemâl ehli anlar ve anlatır. Bunca zamandır kendisinden bahis açmaya cüret ettiğimiz haya ve edeb abidesi Hz. Osman Efendimizin eşsiz müsamahasına sığınırız. Naklettiğimiz kelam-ı kibar ile zat-ı şahaneleri hakkında işlediğimiz kusur ve cürümlerden bir nebze olsun uzaklaşabilmeyi umud ediyoruz.

Bunca zamandır eksik bilgimiz, kıt anlayışımız ve kırık dökük kalemimizle yüceler yücesi Hz. Osman Efendimizi anlama ve anlatabilme deryasında çırpındık. Bu zaman boyunca anlaşıldı ki onu büyüklüğüne ve derinliğine uygun düşmeyen ölçekte az ve sığ bilgilerle tanıyoruz. Bu bilgilerin derinleşmesi ve büyümesi Hz. Osman Efendimizin edebindeki esrarı çözmeye, kendinden bile saklanmayı başarma yolunun aydınlanmasına, sehavet denizinde inciler bulmaya, coğrafya ile başlayıp gönüller fethetme bahtiyarlığına vesile olacaktır. Onu yakından tanımak, dinginliği içinde beslediği müteharrik fetih ve cihat ruhunu akamete uğratmayacak bir gayret ile yaşamanın sırrını ifşa edecektir.

O gönüller sultanı, kâmil mürşid, cömertler cömerdi, hilm fedaisi, mücahidler ve mana erlerinin önderidir. Ona tabi olmakla her can safa bulur, onu takip etmekle her yitik emeline vasıl olur, ona yaklaşan her ruh ihsan mücevherlerini ele geçirir, onunla olan her beden varlık âleminin fedaisi olur.

Resulullah Efendimizin mahremidir, kelimeler onu izaha kifayet edemezler. Hz. Osman Efendimizi izah için yeni kelimeler icad etmek, olanlara yeniden mana ve ruh katmak icab eder. Cömert kelimesi onu anlatamaz, edeb ve haya ondan edeb ederler, şecaat onun kahramanlıklarını anlatmakta cılız kalır. Anlaşılan odur ki O kemal şahikası, ancak basiret ve feraset erbabının mahremidir. Bize düşen bu iklimden edep ile çekilmektir.

Radıyallahu anh…

Serpil Özcan

25 Ocak 2012
Kocaeli-Ayazma



[1] Necdet Yılmaz, Osmanlı toplumunda Tasavvuf, s. 23

[2] Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, s. 450

[3] Muhiddin Usta, Tabibzâde Mehmed Şükrî Efendi Ve Silsilenâme-İ Sûfiyye İsimli Eseri, YLT, İstanbul 2006

[4] Muhiddin Usta, Tabibzâde Mehmed Şükrî Efendi Ve Silsilenâme-İ Sûfiyye İsimli Eseri, YLT, İstanbul 2006

[5] Muhiddin Usta, Tabibzâde Mehmed Şükrî Efendi Ve Silsilenâme-İ Sûfiyye İsimli Eseri, YLT, İstanbul 2006

[6] MZK, Risale-i Halidiye Tercümesi, s. 26

[7] MZK, T.A 5, s. 175

[8] MEC, Eylül 1997 – Newcastle / İNGİLTERE

[9] MEC, 30. 12. 1993 – Melbourne

[10] Gazali, İhya, Mûtad Yolu Takip Etmeksizin ve Bir Öğrenme Olmaksızın Ehl-i Tasavvufun Marifet’i Elde Etmesinin Sahih Oluşu

[11] MEC, 30. 12. 1993 – Melbourne

[12] MEC, Güncel Meseleler, s. Ticaret ve ekonomi

[13] Kandehlevi, age, IV, s. 1637

[14] Gazali, İhya, Kur’anın kısım kısım okunması

[15] Gazali,

[16]MZK, İbn-i Hacer el-Askalânî’nin Münebbihatı,  S.13

[17] MZK, İbn-i Hacer el-Askalânî’nin Münebbihatı,  S.25

[18] MZK, İbn-i Hacer el-Askalânî’nin Münebbihatı,  S.69-70

[19]MZK, İbn-i Hacer el-Askalânî’nin Münebbihatı,   S.108

[20] MZK, İbn-i Hacer el-Askalânî’nin Münebbihatı,  S.112

[21]Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi, Miftahu’l-Kulub, s. 284-285

[22] İmam Rabbani, Mektubat, 54. Mektup

[23] İmam Rabbani, Mektubat, 80. Mektup

[24] İsmail Hakkı Bursevi Ruhu’l-Beyan, Erkam Yay. İstanbul 2005, II, s. 328

[25] İmam Rabbani, Mektubat, 11. Mektup

[26] Divan-ı Hikmet, s. 63.

[27]Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, s.396

[28] Mesnevi, V, 734-744

[29] Mesnevi, IV, 485-499

[30] Şeyh Galip Divanı, s.. 437

[31] Süheyli Divanı, s. 51

[32] Süheyli Divanı, s. 55

[33] Vahyi Divanı, S.226

[34] Meşhuri Divanı, s. 100

[35]Edirneli Kâmî Divanı, s. 339-34

[36] AhmedÎ, İskendernâme, b.5999-6010

[37] Aşık Paşa, Garibnâme, b.2102

[38] Gelibolulu Mustafa Âlî – Tuhfetü’l-Uşşâk, b.432-442

[39] Lâmiî, Ferhadnâme, b.520-533

[40] Lârendeli Hamdî – Leylâ ve Mecnûn, b.

[41]Mu’înî – Mesnevî-i Murâdiyye, b. 27-31

[42]Zâdü’l-Meâd, b.5878-5880

[43] Zâdü’l-Meâd, b.6990-7000